Hakan Yurdakan
Çin, ortalamanın üstünde yüksek büyüme oranlarıyla dünyanın ikinci büyük ekonomisi durumuna gelmiştir. Bu büyümenin kaynağı nedir, büyüme halka nasıl yansımaktadır gibi soruların ardından “Çin sosyalist mi, kapitalist mi? gibi daha bütünlüklü bir soru da gündeme gelmiştir.
Bu soruyla ilgili görüşler aşağıdaki gibi özetlenebilir.
Bu yazının paylaştığı ve desteklediği görüş, 21. yüzyıl itibariyle Çin’in kapitalist olduğu yönündedir.
Bir kesim ise, Çin Komünist Partisi (ÇKP) resmi söylemine paralel, Çin’deki sistemi, “Çin tarzı sosyalizm” ya da “sosyalist piyasa ekonomisi” olarak tanımlamakta; üretici güçlerdeki gelişmeyi ve ekonomik büyümeyi öne çıkartmaktadır.
Diğer bir kesim, köy arazileri üzerindeki ortak mülkiyete ve kritik sektörlerde devlet mülkiyetinin halen ağırlıkta olduğuna dayanarak, Çin’de sosyalizmin yozlaştığını, ancak henüz kapitalist olarak nitelendirilemeyeceğini ileri sürmektedir.
Bir diğer görüş ise, Çin’deki sistemi devlet kapitalizmi olarak tanımlamakta ve bu durumun hem sosyalizme hem de kapitalizme dönüşme potansiyeli taşıdığını belirtmektedir.
Yukarıdaki sorunun yanıtı, toplumun temeli olan üretim (mülkiyet) ilişkileri ve siyasi iktidarın sınıfsal niteliği dikkate alınmadan verilemez.
ÇKP’de baskın iradenin tercihi: Reform süreci
Mao’nun ölümünden iki yıl sonra, 1978’de başlayan reform süreci (kapitalizmin ihdas edilme süreci olarak anlayabiliriz), Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takip eden 1990 ortalarından itibaren hız kazanarak günümüze kadar devam etmiş ve etmektedir.
Ekim 1992’de gerçekleştirilen ÇKP 14. Ulusal Kongresi’nde “sosyalist piyasa ekonomisi”nin inşa edilmesi kararı alınarak, kapitalizme geçiş resmi düzeyde onaylanmış oluyordu. (1)
Kasım 2013’de yapılan ÇKP’nin 18. MK üçüncü Genel Kurulu’nda, “ekonomik sistemin reformdan geçirilmesini, kaynak dağıtımında piyasanın belirleyici rolünü merkeze alarak derinleştirmeliyiz” sözü veriliyordu. (2)
ÇKP’nin reform sürecindeki söylemlerinde piyasanın önemini belirten ifadeler daha önce de yer almıştı. Ancak ekonomide piyasanın “belirleyici” rolü ilk kez bu kadar net vurgulanıyordu.
Mülkiyet ilişkileri
1982’de kolektif tarımın uygulama biçimi olan Komünler resmi olarak ortadan kaldırılmış, kırsal araziler, üzerinde tam bir denetime sahip olacak biçimde hane halklarına dağıtılmıştı. 2000 yılının ortalarına doğru, hane halklarının birçoğu arazi sözleşmelerini kırsal sermayedarlara satmıştı. (3)
Servet ve mülkiyet edinimini serbestleştiren 2007 anayasa değişikliğinden itibaren, köy arazilerinin ve kent arsalarının konut, turistik ve ticari tesisler ile alış veriş merkezleri inşaatına açılmasını düzenleyen özel girişimciler ortaya çıktı. Bunlar, devlete ve köy topluluklarına ait topraklar üzerinde yatırım yapma, kullanım haklarını satma ve hatta bizzat işletme imkânına sahip oldular. (4)
2000’lerin başlarına gelindiğinde, kolektif mülkiyete dayanan Kasaba ve Köy İşletmeleri (KKİ) ile devlet mülkiyetindeki Kamu Ekonomik Kuruluşlarının (KEK) büyük kısmı özelleştirilmişti. Devletin elinde kalanlar ise kar amaçlı işletilen kapitalist şirketlere dönüştürülmüştü.
ÇKP’nin 2013 sonunda yapılan 18. MK üçüncü toplantısında açıklanan Xi Jinping ve ekibinin programında, “özel sektöre kapalı olanlar da dahil her alanda, devlet şirketlerinin, varlıklarının bazı bölümlerinin özelleştirilmesi veya hisse satışı yoluyla bünyelerine özel sermaye almaları; devletin bu şirketlerin yönetiminde yönetici değil, sermayedar olarak yer alması, şirketlerin karlılık esasına göre yönetilmesi” hedeflenmiştir. (5)
Kolektif ve devlet mülkiyetinde bulunan işletmelerin (KKİ, KEK) özelleştirmeler ve hisse satışları yoluyla yağmalanması, Çin’de kapitalist servet birikiminin oluşumunu sağlamıştır.
Yapılan bir tahmine göre, özelleştirme ve piyasanın serbestleştirilmesi sırasında, yaklaşık 5 trilyon dolar devlet mülkü ve kolektif mülk, hükümetle güçlü bağlantıları olan sermayedarlara verildi. (6)
Emek-gücünün metalaşması, işçi ve emekçilerin durumu
1990’larda resmi oturma bölgelerinin dışında istihdam edilen “göçmen kır işçisi” sayısı 22 milyon iken, KKİ’lerin özelleştirilmesini takip eden 2000’de 106 milyona yükseldi. (7) Göçmen işçilerin bu kitlesel artışı, yerli ve yabancı kapitalistlere ucuz emek-gücü sağlamış oldu. Çin devriminin gücü olan köylüler yarım asır sonra kapitalizmin hizmetine zorlanılıyordu.
KEK’lerin özelleştirilmesi ile 12 yılda 50 milyona yakın kamu çalışanı işten çıkarılmış; 1995’de 113 milyon olan kamu çalışanı sayısı, 2007’de 64 milyona düşmüştür.
1990’lardan bugüne Çin’in toplumsal yapısında köklü değişimler gerçekleşti. Ücretli işgücünün, toplam işgücü içindeki payı 1990’da %39 iken, 2012’de %55’e yükseldi. (8) Bu değişimin ana nedeni, göçmen kır işçileri sayısındaki artıştır.
Çin’de emek-gücünün metalaştığına dair bir şüphe bulunmamaktadır.
Yerli ve yabancı özel şirketlerde, işçilerin sözleşmesiz, sosyal güvenlik haklarından yoksun, asgari ücretin altında ücretlerle, yasal sınırları çok aşan sürelerle çalıştırılması, ücretlerin gecikmelerle ödenmesi veya ödenmemesi çok yaygın uygulamalardandır. (9)
Yapılan bir araştırmaya göre, yerli özel şirketlerde istihdam edilen işçilere, kentlerde dört kişilik bir hane halkının “geçinmek için yeterli ücretin” %30 altında ücret ödenmektedir. (10)
Kentsel bölgelerdeki imalat sanayi kuruluşlarında, saatlik işgücü maliyeti 2,85 dolar; KKİ’lerde ise bu rakam sadece 1,15 dolar. Dolayısıyla, imalat sanayisinin bütününde işçilik maliyeti ortalamada 1,74 dolar seviyesindedir. Örneğin, 2009 yılında Türkiye’de ortalama imalat sanayisi saatlik işgücü maliyeti 2,98 dolar idi. (11)
Ücretlerin gayri safi yurtiçi hâsıla (GSYH) içindeki payı 1980 ortalarından bu yana düşmektedir. Bu pay, 1990’ların başında %55 iken, 2012’de %45 seviyesine düşmüştür. (12)
Reform sürecinde, eğitim hizmetleri ücretli hale getirilirken, halkın büyük bir bölümü de sosyal güvenlikten yoksun duruma gelmiştir. 2003’de kırsal bölgelerde nüfusun sadece %10’u; kentsel bölgelerde ise %40’ı kamu sağlık sigortası kapsamında bulunuyordu. (13)
Daha sonra, gerek iç tüketimi canlandırmak gerekse toplumdaki hoşnutsuzlukları azaltmak kaygısıyla; 2003’de kırsal, 2007’de kentsel bölgelerde sağlık güvencelerinde ve benzer şekilde 2009’da kırsal, 2011’de kentsel bölgelerde emeklilik sigortasıyla ilgili iyileştirmeler yapılmıştır.
Planlamanın işlevsizleşmesi, piyasanın belirleyiciliği
“Çift Yol” denen ve 1980’lerin ortalarında uygulanmaya başlanan düzenlemeye göre, KEK’ler, planın öngördüğü üretime ek olarak, istedikleri ürünleri üretip, piyasa fiyatları üzerinden istedikleri yere doğrudan satma olanağına sahip oluyorlar; hem plan, hem piyasa koşullarında çalışır hale geliyorlardı. (14) Bu sürecin sonunda planlı üretim gittikçe küçülmüş ve kapitalist sektör, istihdam ve üretim bakımından kamu sektörünü geride bırakmıştır.
Bir çalışmaya göre, Çin’de 2010’lu yıllarda sanayi üretiminin 3/4’ünden fazlası özel şirketler tarafından gerçekleştirilmektedir. Örneğin, rafine petrol üretiminin %30’u, doğalgaz dağıtımının %50’si, su dağıtımının yabancı şirketler ağırlıklı olmak üzere %30’u özel sektör tarafından gerçekleştirilmektedir. (15)
1995’de inşaat sektöründe üretimin %3’ten azı özel sektörce gerçekleştirilmekteydi. Bu oran 2012 yılına gelindiğinde yaklaşık %80’e çıkmıştı. (16)
1990’ların ortalarında tüketim malı fiyatlarının %90’nı, yatırım malı fiyatlarının %80’ni üzerinde devlet kontrolü kalkmış, 1994’te de Devlet Fiyat Komitesi ortadan kaldırılmıştır. (17)
Öte yandan, 2000’li yılların ilk yarısında artık, bütünüyle iç pazara yönelik yabancı yatırımlar yapılabiliyor, bu yatırımlar, ihracat veya teknoloji transferi koşullarına da bağlanmıyordu. (18)
Bu koşullarda sosyalist planlamanın yapılabilirliğinden söz edilemez. Ve Çin’de de durum böyledir. Planlama sadece makro hedefler koymanın ötesinde bir işleve sahip gözükmemekte; emek-gücü dâhil tüm kaynakların dağılımı, üretim ve yatırım kararları piyasanın belirleyiciliği altındadır.
Sonuç
Yazıyı sonlandırmadan önce, sosyalist üretim ilişkilerinin, sosyalizmin iktisadi sisteminin karakteristik özelliklerini hatırlatmak yararlı olacaktır.
- Toprak ve üretim araçları üzerinde toplumsal mülkiyetin egemen olması,
- İşçi ve emekçilerin sömürüden, emek-gücünün meta olmaktan kurtarılması,
- Toplumsal ürünün emekçilerin çıkarına göre dağıtılması, emekçilerin refah düzeyinin sistemli şekilde yükseltilmesi,
- Toplumsal emeğin ve ürünlerinin akılcı ve toplum yararına kullanılmasını güvence altına alacak merkezi planlamaya dayanan gelişme.
Çin’deki reform sürecindeki değişimler, bu dört karakteristik özellik çerçevesinde değerlendirildiğinde, baştaki sorunun yanıtı daha nettir; Çin kapitalist bir ülkedir.
Bu durumda, kapitalist ekonomi ile siyasi iktidar (ÇKP) arasında çelişki yok mudur? sorusu akla gelmektedir.
Bir yanda hızla proleterleşen ve hoşnutsuzlukları artan bir kitle ve başlangıçta reform sürecine destek veren ancak umduğunu bulamadığı için tatminsizliği artan kentli küçük burjuvalar; öte yandan doymak bilmeyen kar hırslarıyla yerli, yabancı kapitalistlerin talepleri. Ayrıca emperyalist sistem içinde artan rekabet ve gerilimler. Tüm bunların ÇKP’yi etkilemeyeceği, kendi içindeki çelişkileri ve mücadeleleri yükseltmeyeceği düşünülemez. Ayrıca ÇKP’nin içinde hem durumdan ve gidişattan rahatsız olan gruplar; hem de bir süredir üye olabilen kapitalistler, Çin’in en zenginleri bulunmaktadır.
Çin’de sınıf mücadeleleri ve ÇKP içi mücadele çok uzak gözükmüyor.
Kaynakça
(1)Minqi Li, Çin ve 21. Yüzyıl Krizi, Yazılama Yayınevi, s. 32
(2)Age, s. 26
(3)Age, s. 31
(4)Boratav, Dünya’dan Türkiye’ye, İktisattan Siyasete, Yordam Kitap, s. 234
(5)Oktay, Çin Yeni Büyük Güç ve Değişen Dünya Dengeleri, T.İş Bankası Yayınları, s. 493
(6)Minqi Li, age, s. 51
(7)Minqi Li, age, s. 33
(8)Minqi Li, age, s. 38, 42
(9)Oktay, age, s. 155
(10)Minqi Li, age, s. 42
(11)F.Oktay, age, s. 150-151
(12)F.Oktay, age, s. 158
(13)F.Oktay, age, s. 110
(14)F.Oktay, age, s. 68
(15)F.Oktay, age, s. 495
(16)F.Oktay, age, s. 93
(17)F.Oktay, age, s. 84
(18)F.Oktay, age, s. 9