Cumhuriyet ile hesaplaşma
Dünün mandacıları, hilafetçileri, padişahçıları, bugün “millet iradesi” kavramının arkasına saklanarak Erdoğan yandaşlığından başka hiçbir şey yapamayacak durum gelmiş, tarikatçıların sözcülüğünü üstlenmiş durumdadır...
Yaşadığımız son günlerde ülke gündeminde ağırlıklı yer edinen bazı başlıklara bakıldığında AKP eliyle kurulan rejimin büyük bir hesaplaşma hesabı içinde olduğunu görüyoruz. Andımızla başlayan, Türkçe ezan ile devam eden ve en son Diyanet İşleri Başkanı’nın “kadim Atatürk düşmanı” fesli yobaz Mısıroğlu’nu 10 Kasım’a denk gelen bir süreçte ziyaret etmesi ile süren tartışmalar ülkemizde gericiliğin gittikçe artan ağırlığının büyük bir hesaplaşmaya evrildiğini gösteriyor.
Tescilli Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı Mısıroğlu’nu Diyanet İşleri Başkanı’nın ziyaretinin 10 Kasım’a denk getirilmesi ve bunun propaganda edilmesi, işin arka tarafında başka bir durum olup olmadığını sorduruyor. Eğer mesele basit bir hesap hatası ise bu daha vahim bir durum. Ancak Atatürk’ün ölüm yıldönümünde böyle bir ziyaretin gerçekleştirilmiş olması, bir mesaj verme boyutuyla ele alınmalıdır.
Diyanet İşleri Başkanı’nın ziyaretinden önce, belirtilmesi ve vurgulanması gereken ise Erdoğan’ın da yakın zamanda Mısıroğlu’nu ziyaret etmiş olduğudur. Nedense, Erdoğan’ın ziyareti bu tartışmalar içinde gündeme bile getirilmiyor. Kaldı ki Erdoğan tarafından yapılan son açıklama Diyanet İşleri Başkanı’nın görevine devam edeceğine yönelik. Bu bile ortada gericiliğin attığı adımları ve hesaplaşmayı AKP’nin kanatları altında yapıldığını fazlasıyla gösteriyor.
Bugün yapılan bütün tartışmaların ana ekseni AKP eliyle kurulan yeni gerici rejimin, 1923 Cumhuriyeti ile hesaplaşmasının başlıklarıdır.
Andımız üzerinden Erdoğan tarafından dile getirilen görüş açıktı. Biz Türkçü değiliz, bizim için tek ant İstiklal Marşı söylemi, bu hesaplaşmanın bir boyutunu göstermektedir.
Türkçe ezan üzerinden Atatürk dönemine, Atatürk’ün ismi verilmeden yapılan eleştiriler, Kadir Mısıroğlu gibi tescilli bir yobazın sahiplenilmesi ve ziyaret edilmesi, Atatürk heykeline yapılan saldırılara yönelik “Atatürk ilah değil” propagandaları aslında ikinci Cumhuriyet rejiminin nasıl bir Türkiye istediğinin özeti gibi.
Bütün bu ideolojik tartışma başlıkları, AKP iktidarının gerçek niyetini ve AKP iktidarının dayandığı tabanın nasıl bir Türkiye istediklerini yeterince göstermektedir. Atatürk heykeline balta ile saldıran şahıs, “batının değil Allah’ın kanunları”nı istiyoruz diyerek şeriat istediğini açık olarak ifade etmiş olmaktadır.
Bugün ortaya çıkan bu tartışmalara farklı boyutta bakanlar da bulunuyor. Aynı zamanda bu tartışmalarda konum alan gericilerin ve liberallerin bir kez daha aynı safta buluştuklarını ifade etmek gerekiyor. Bu tartışmalara provokasyon olarak değerlendirenler var. AKP ile MHP arasında ya da AKP ile ulusalcılar arasındaki ilişkileri bozmak isteyenlerin yeni bir provokasyonu olarak, son günlerde yaşanan tartışmaları yorumlayanlar olduğu gibi, bu tartışmaları bir kez daha ülkede kutuplaşma yaratıp AKP tarafından kendisine siyasal bir manevra alanı yarattığına dair tezler takip ediyor.
Bütün bu analizlerin “komplocu” yanları bir tarafa, politik sonucu itibariyle ortaya çıkan durumun “hesaplaşma” ve “sıkışma” başlığı olarak görmek en doğrusu. Hesaplaşma boyutu, AKP eliyle kurulan yeni rejimin 1923 Cumhuriyeti’nin reddiyesiyle kurulduğunu göstermesi manasıyla değerlendirilmelidir. Bu durum, AKP’nin dayandığı gerici ve liberal zeminin nasıl bir ideolojik kodlamaya sahip olduğunu somut olarak ortaya koymaktadır.
İşin sıkışma boyutu ise, AKP cenahında yaşanıyor. Bir yandan “en büyük Atatürkçü” biziz diyen AKP, diğer yandan AKP düşmanlarına payanda olan bir siyaset. AKP’nin dayandığı gerici zemin ve sahip olduğu ideolojik form, 1923 Cumhuriyeti ile temelden çelişiyor. Ama aynı zamanda bugünkü siyasal atmosferde Atatürk ve Cumhuriyet ile bağlarını tamamen koparmaktan çekinen bir görüntü içinde.
Ancak sıkışmanın asıl boyutu başka yerde. Bu da gerici AKP rejiminin yaşadığı ideolojik kriz ya da boşluk ile ilgilidir. Bu rejimin hangi ideolojik formlar üzerine kurulacağı bugün belirsizliğini koruyor. Siyasal İslamcılığın dünya çapında yaşadığı yenilgi ve başarısızlık ortadayken, Suriye’de iyi ya da kötü BAAS’ın ya da laik siyasetin kazandığı bir tablo vuku bulurken, emperyalizmin İslamcı kart yerine Kürt kartını devreye soktuğu bir Ortadoğu gerçeği karşımızda dururken AKP’nin dayandığı İslamcı siyasetin sınırları da ortaya çıkmaktadır. Bu sınırlılığa, aynı zamanda Türkiye’de yüzde 50’lik gibi bir toplumsal zeminin Cumhuriyetçi bir damara sahip olması ve bu açıdan Türkiye’nin bütününe hitap edemeyen bir iktidar gerçeğini de eklersek, ortadaki boşluk ya da gerilim daha fazla anlaşılabilecektir.
Bugün ortaya çıkan bu tartışmalar özünde AKP eliyle kurulan rejimin nasıl bir yöne evrileceğine dönük ideolojik düzlemde ve aynı zamanda toplumsal zeminde yürütülen tartışmalar olarak görülmeli ve önemli sayılmalı… Bugün önce bu işin bitmediğini bilmek gerekiyor. AKP eliyle kurulan bu gerici rejimin iktisadi krize gebe kaldığı gibi yakın gelecekte siyasal bir krizle de karşı karşıya kalmayacağı mutlak bir veri olarak asla ele alınamaz. Bugün yapılan bu ideolojik tartışmalarda, Türkiye sosyalist hareketi uzaktan değil bizzat doğrudan müdahil olmanın yollarını bulmalıdır. Bugünkü tartışmalar, ülkemizin aydınlık yarınlarında önemli kilometre taşları olacaktır.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi liberalizmin ve gericiliğin tarihsel kardeşliğinin bir kez daha kurulduğu “Cumhuriyet düşmanlığı” özünde emperyalizme işbirlikçiliğinin ister sınıfsal ister ideolojik olsun şekillendiği noktadır. Gericiler ve liberaller bugün el ele vermiş, yalan ve büyük bir propaganda üzerinden tarihsel gerçekleri ters yüze edecek yeni bir tarih yazımı peşindeler.
Başkanlık sistemini tek adam diktatörlüğü olarak eleştirenler Atatürkçülere karşı, “asıl tek adam Atatürk idi” diyerek sözde akıl satan liberaller, padişahlığı ortadan kaldıran bir tarihsel olguyu ters yüz ederek, bugün yaşanılan tek adamlığa meşruiyet kattıklarının farkında bile değiller. Birikim Dergisi ve T24 gibi haber sitelerinde Atatürk dönemini tek adam olarak kodlayıp, bugün kendisini Atatürkçü olarak ifade eden ve Erdoğan rejimine karşı koyan insanlara, asıl Atatürk tek adamdı yazılarıyla yanıt vermeye çalışıyorlar. Tarihin niteliksel gelişimi, niceliksel değerleri önemsiz kılar. Her şeyi ile tek adam yönetimi olan padişahlığı ortadan kaldırmak asıl gerçekliği oluşturmaktadır. Zorlama yeni tarih yazımı, bu gerçekliği asla değiştiremeyecektir.
Yine aynı şekilde tepeden inmeci ve darbeci İttihat Terakki söylemi de liberallerin ve gericilerin ağızlarında sık geveledikleri bir durum. Ancak Türkiye’de Meclis ve anayasa, bizzat İttihat tarafından getirilmedi mi?
Dünün mandacıları, hilafetçileri, padişahçıları, bugün “millet iradesi” kavramının arkasına saklanarak Erdoğan yandaşlığından başka hiçbir şey yapamayacak durum gelmiş, tarikatçıların sözcülüğünü üstlenmiş durumdadır. Yaşadığımız güncel tartışmaların özünde bulunan budur. Bu yüzden yeni bir tarih yazımı yazmaya çalışıyorlar.
Ama bilinmelidir ki, tarikatçıların ve şeriatçıların talepleri ile halkın talepleri bir ve aynı değildir. Bugünkü oy sayısı üzerinden bunları eşitleyenlere karşı sesimiz daha çok çıkmalıdır.