ALEV DOĞAN
Siyasi kariyeri boyunca Meral Akşener’e ilişkin kamuoyuna zuhur eden algının ne menen bir şey olduğu herkesin malumu. Ancak işin tartışılması gereken boyutu bir dönemin hızlı “asenasının” ne olup ta bugün “AKP muhalifi” olarak pazarlandığı, bir kurtuluş umudu olarak servis edildiği.
Bu korsan seçimin düzen açısından ne anlama geldiği, emekçilerin karşılaştığı bu dayatmanın nedeni, düzene karşı nasıl cephe alınması gerektiği, Kurtuluş Kılçer imzalı “Solcuyuz, düzenin yolcusu olmayız” yazıda net bir biçimde ifade edildiği içindir ki biz bu yazıda biraz hafızalarımızı tazeleyeceğiz.
İyi ki toplumların da bir hafızası var diyerek merceğimizi Meral Akşener’e çevirelim.
DÜNÜN ASENASI
Hafızamızı ilkin Soner Yalçın’ın Abdullah Çatlı’yı anlattığı ‘Reis’ isimli kitabında, Bahçelievler katliamının azmettiricisi olarak Ankara’da aranmaya başlanan Çatlı’nın İstanbul’a yerleşmesinden sonraki bölümde yer alan ifadelerle bir açalım;
“Abdullah Çatlı, İstanbul yaşamında iki ülkücü arkadaşının evlenmesine de vesile oldu. MHP İzmit İl Başkanı Nihat Güner, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde okuyan kız kardeşi Meral’i ülkücü arkadaşlarına emanet etmişti. Ülkücü hareket içinde o yıllarda fazla kız öğrenci yoktu. Ülkücüler bu nedenle Meral’i ‘maskot’ gibi yanlarında taşırlardı. Meral de doğrusu bu ya, erkek gibi kızdı. Kod adı ‘asena’ idi. Ülküdaşlarıyla kahveye bile gidiyordu. Öyle ya solcu kızlar gider de ülkücü kızlar gitmez mi?
Meral Güner ileride evleneceği Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine bölümü öğrencisi Tuncer Akşener’i İstanbul Beyazıt’ta çaycılık yapan Mustafa Volkan’ın kahvesinde işte bu vesileyle görüp aşık oldu. Meral’i, Tuncer Akşener’le tanıştırmak da Abdullah Çatlı’ya kısmet oldu. Aradan yıllar geçti, Meral ‘Akşener’ soyadını aldıktan sonra Mustafa Volkan’ın kahvesini hiç unutmadı. İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturduktan sonra, çaycı Mustafa Volkan’ın avukat olmuş oğlu Fatih Volkan’ı kendisine avukat tuttu.”
“SORUMLULUĞU SONUNA KADAR ALIYORUM”
Şimdi de, ülkücülerin, “biz içerideyiz, fikirlerimiz iktidarda” diye tanımladıkları, 12 Eylül darbesi ile beraber, kısa bir süre ara verdiği siyasi hayatına 1995 yılında Doğru-Yol Partisi (DYP) ile dönen ve Tansu Çiller’in en yakınındaki isimlerden bir tanesi olarak yer alan Akşener’in İçişleri Bakanlığı yaptığı dönemdeki “icraatlarını” kendi ağzından çıkan itiraf niteliğindeki demeci ile hafızalarımızı tazeleyelim;
“Ben, İçişleri Bakanlığı yaptığım dönemde tarihin en uzun, en geniş, en kapsamlı sınır ötesi harekâtına imza atmış bir bakanım. Utanarak söylüyorum bazıları diyor ki sosyal medyada ‘Meral Akşener MHP’ye genel başkan olmasın, faili meçhullerin sorumlusu O’dur’ diyorlar. Ne derseniz deyin hepsi kabulümdür. Bu ülke için, bu milletin birliği beraberliği için bir şey yapılması gerekiyorsa yapmışımdır, sorumluluğunu da sonuna kadar alıyorum.”
Akşener’in, Ülkü Ocakları üyesi olduğu dönemde yakınlık geliştirdiği, dönemin tetikçileri ile ‘dostluk’ ilişkisini siyasete atıldığı dönemde de devam ettirdiğini, MİT’in 1998’de çete lideri Alaattin Çakıcı’ya düzenlediği operasyon öncesi, Akşener’in Çakıcı’ya “yerini değiştirmesi gerektiğini” söylediği bilgisini de buraya ekleyerek hafıza kutumuzu şimdilik kapatalım.
AKP’DEN YUVAYA DÖNÜŞ
Bilindiği gibi sağın en kıdemli isimlerinden Akşener, tarihler 4 Temmuz 2001’i gösterdiğinde, cemaat ve ABD koalisyonu ile kurdurulan AKP’ye üye olmuş, Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları tarafından hayal kırıklığına uğratıldığını söyleyerek 2 Kasım 2001 tarihinde yuvası MHP’ye dönmüştü.
Sonrasında teşkilat içindeki başkanlık yarışı neticesinde saf dışı kalarak ‘İYİ Parti’yi kurmuş ve siyasete bu sefer “genel başkan” sıfatı ile dönerek “Erdoğan’a karşı mücadelenin yılmaz neferi” olarak piyasaya sürülmüştü. Ne yazık alıcıları da olmuştu…
SONUÇ YERİNE
Fransa manda dönemine ait bayrağı “gururla” taşıyan cihatçı ÖSO, direnişin simgesi olan Suriye’nin meşru bayrağını ayaklar altında çiğnerken, Erdoğan ve şürekası bu çete mensuplarını “Suriye’nin yerli ve milli ordusu” olarak lanse ettiğinde, bu çete sürüsüne “müttefikimizdir” diyerek arka çıkan Akşener değil miydi? Ya da NATO üyesi olmakla övünen, memleketin taşı toprağı satılırken gıkını çıkartmayan, gericilik toplumsal alanın her zerresine yayılırken susan…
Başta sorduğumuz soruyu bir ekle yineleyelim;
12 Eylül 1980 darbesi ile birlikte, işlemediği bir suçtan ötürü yaşı büyütülerek idam edilen devrimci genç Erdal Eren hakkında “O bir jandarma erini öldürmüş katildir” açıklaması yaparak Erdoğan’la bir kez daha yan yana düşen dünün asenasından bir kurtuluş umudu çıkar mı?