Emperyalizmin güncellenen Suriye politikaları ve değişmeyen paradigma: Böl, parçala, yönet… - II
ABD’nin Suriye’nin doğusundaki ele geçirdiği kaynakları terk etmek gibi bir niyeti olmadığının vurgulandığı metinlerde, Kürtlere olan desteğin de devam edeceği söyleniyor.
NEŞE DENİZ BABACAN
İNGİLTERE, FRANSA VE ABD TARAFINDAN YAPILAN GİZLİ TOPLANTI
Suriye’ye dair tartışmalar güncel olarak devam ederken, Fransız basınında çıkan bir haberin dün bahsettiğimiz gelişmeleri doğrular nitelikte olduğu görüldü. Tabii ki, öncelikle iddia olarak görülmesi gereken bu haberin geçmiş ve gelecek siyasi gelişmeler aracılığı ile teyit edilmesinden başka bir yol bulunmuyor. Konu ile ilgili geçtiğimiz hafta Türkiye’deki çeşitli basın yayın kuruluşlarında da haberler yer aldı. Ancak çoğu haberde bazı detayların atlandığı gözlendi.
Haberde ABD, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan ve Ürdün’ün katıldığı, Suriye’nin bölünmesini ve Ortadoğu’nun sınırlarını yeniden şekillendirmeyi hedeflediklerini açıkça belirttikleri toplantının 11 Ocak tarihinde gerçekleştirildiği söyleniyor. Toplantıda bulunan İngiliz Büyükelçisi’nin tuttuğu notları ele geçiren Richard Labévière adlı Fransız bir gazetecinin Wikileaks’e atıfla “SyrieLeaks” adıyla sızdırmasıyla birlikte ortaya çıkan iddialara göre, 11 Ocak tarihinde Vaşington’da bir toplantı yapılıyor ve bu toplantıya ABD, Fransa, İngiltere, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın temsilcileri katılıyor. “Küçük grup” adı verilen toplantı bileşenleri ise şu şekilde: Hugh Cleary (İngiltere Dışişleri Bakanlığı Yakındoğu ve Ortadoğu Dairesi Başkanı), Jérôme Bonnafont (Fransa Dışişleri Bakanlığı Kuzey Afrika ve Ortadoğu Direktörü ), David Satterfield (ABD Dışişleri Bakanlığı Yardımcısı), Ürdün’den Dışişleri Bakanlığı Danışmanı Nawaf Tell ve Suudi Arabistan’dan Tuğgeneral Jamal al-Aqeel.
Toplantı üzerinden ortaya çıkan iddialar ise emperyalist ülkelerin Suriye’nin bölünmesi ve bu çerçevede yapılması gerekenler ya da ortaya çıkması muhtemel başlıklar üzerinden şekilleniyor. Habere göre Suriye’deki “Batı stratejisinin” detayları şu şekilde: Suriye’nin bölüşülmesi, Soçi’nin sabote edilmesi, Türkiye’nin denetim altına alınması ve BM Özel Temsilcisi Staffan de Mistura’ya Cenevre müzakerelerini başlatması yönünde talimat verilmesi. “Küçük Grubun” ikinci toplantısını 23 Ocak’ta Paris’te gerçekleştirdiği, toplantıda esas olarak kimyasal silahların kullanılmasının ve “Küçük Amerikan Grubu” tarafından Staffan de Mistura’ya gönderilen “talimatlar”ın ele alındığı da Fransız gazetecinin haberinde yer alıyor.
Bundan sonra haberimizde yer alan bazı başlıkların kesinlik yargısı taşıyor gibi görünse de, hepsinin iddia olarak okunmasını salık veriyoruz.
“ABD SURİYE’DE KALACAK”
Toplantıda Amerikan temsilcisi David Satterfield, Başkan Trump’ın IŞİD’in yenilmesi sonrasında Suriye’de büyük bir ABD askeri varlığını sürdürmeye karar verdiğini ve bunun bakım masraflarının yılda 4 milyar doları bulacağını doğruluyor. ABD temsilcisi, Suriye’deki Amerikan askeri varlığının IŞİD’in canlanmasını önlemek ama bundan daha önemli olarak İran’ın bölgeye yerleşmesini ve siyasi çözüm konusunda kendisini dayatmasını engellemek olduğunu söylüyor. Üçüncüsü, Satterfield “Küçük Grubun” ilk toplantıda aldığı karar üzerine Cenevre süreci ile ilgili Mistura’ya basınç yapılması gerektiğini hatırlatıyor. Buna karşılık toplantının diğer bileşenleri kendilerinin 2018 yılında elde edecekleri kazanımların olası bir “Rus zaferinin propagandası”na ön almak açısından önemli olduğunu ifade ediyorlar. Bunun içinse Rusya’nın siyasi çözüm bulma arzusunun “Küçük Grubun” hedeflerinin hayata geçirilmesi için bir fırsat olarak görülebileceği ele alınıyor.
CENEVRE’YE DÖNÜŞ İÇİN BASINÇ
Toplantıda ABD, artık Astana toplantılarına katılmayacaklarını, zaten katılım seviyelerini çok düşürdüklerini ve Cenevre sürecine angajmanlarını daha fazla vurgulayacaklarını ifade ediyor. Kesin olarak “Cenevre’ye dönüşün daha fazla zorlanacağının” vurgulandığı toplantıda, Mistura’nın geçmişte çok çaba sarf ettiği, ateşkes meseleleri konusunda çok hassas davrandığı ama özellikle İdlib ve Doğu Guta’da cihatçıların içinde kaldığı cepleri “Suriye rejiminin kemirmesinin” önüne geçilemediği de söyleniyor.
Halbuki, İdlib, Doğu Guta ve Suriye’nin başka bölgelerinde kurulan çatışmasızlık bölgeleri ağırlıklı olarak Astana’da yapılan toplantılara dayanıyor. Dolayısıyla cihatçıların sıkıştığı bu bölgelerin Suriye iktidarı tarafından “tırtıklandığı”nın ifade edilmesi yalandan başka bir şey değil. Bu bölgelerde kimin hangi bölgede, hangi şekilde bulunacağı uluslararası anlaşmalar tarafından belirlenmiş durumda olmasına rağmen ABD bunları yok sayacağını ve kendi hukukunu dayatacağını diğer bileşenlere de söylemekten çekinmiyor. İşte tam da bu yüzden Astana’nın yok sayılması ve Cenevre’nin dayatılması gündeme getiriliyor ve örneğin Doğu Guta’da cihatçı örgütlerin yaptıkları görmezden geliniyor.
“REJİMİ KORKUTMAYALIM…”
Yapılan toplantıdan gelen notlar içerisinde “muhalefetin son zamanlar içerisinde büyük ilerleme kaydettiği ve Suriye rejiminin Cenevre’den kopmaması için daha esnek politikalar içerisine girmesi gerektiği” de yer alıyor. Bununla birlikte, “Amerikalılar’ın BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararında öngörülen geçici hükümet yaklaşımını desteklemediği, muhalefetin de geçici hükümet meselesini gündem yapmayı bırakması ya da rejimi bu başlık üzerinden korkutmayıp daha esnek politikalar geliştirmesi gerektiği” ifade ediliyor. ABD, Suriye’nin paylaşılması ve Beşşar Esad’ın gidişi konusundaki nihai hedefi değiştirmeden, muhalefetin ihtiyatlı ve titiz bir çalışma içerisine girmesi gerektiğini de söylüyor.
“ESAD’IN KAZANAMAYACAĞI SEÇİMİ HAZIRLAMAK”
Toplantıya katılan Fransız temsilci Jérôme Bonnafont, Suriye’deki yapılacak seçimlere Beşşar Esad’ın olası katılımını bir sorun olarak ortaya atıyor. ABD’li David Satterfield, “Hedef, Esad’ın kazanamadığı seçimlere oluşturacak koşullar ve kurumlar yaratmaktı” diyor. Satterfield, “Esad’ın aday olmasını önlemek için ‘bariz’ hiçbir neden yok. Bu koşullarda, Rusya’nın da niyetini ölçmek adına Suriye rejiminin Rusya tarafından yeni bir Anayasa yapmaya doğru sevk edilmesi, BM kontrolü altında serbest seçimlerin yapılması ve bu iki sürecin güçlenmesi için bir ortamın yaratılması gerekiyor” diye ekliyor. Bu stratejinin ana hattı Satterfield tarafından Rusya’nın Esad’ın düşüşüne göz yumması olarak ifade ediliyor. BM Güvenlik Konseyi kararları ve uluslararası toplumun baskısı aracılığı ile Rusya’nın sıkıştırılması ve Suriye’yi yalnız bırakması öngörülüyor.
DOĞU GUTA GERÇEKLERİ
Son süreçte Doğu Guta üzerinden yaşananlar son söylenenleri doğrular nitelikte. Şam’ın büyük bir bölgesi olan Doğu Guta’yı elinde tutan cihatçı örgütlere karşı Suriye Devleti’nin attığı adımları gerek BMGK, gerekse emperyalizm destekli çeşitli kurumlar tarafından gayri meşru ilan ediliyor. Cihatçı örgütlerin gerek Doğu Guta’da sivil halka dönük yaptıkları, gerekse Şam’a dönük yaptıkları saldırılar görmezden gelinirken, Suriye Devleti’nin attığı adımlara karşı uluslararası kampanyalar örgütleniyor. Konu ile ilgili sitemizin MERCEK bölümünde çıkan “Doğu Guta operasyonu: Cihatçıların Şam’da son nefesi –2” başlıklı yazıdaki şu aşağıdaki bölümleri hatırlatmak yararlı olacaktır. (http://gazetemanifesto.com/2018/02/27/dogu-guta-operasyonu-cihatcilarin-samda-son-nefesi-2/)
“Doğu Guta’yla ilgili savaşın başından beri benzer iddialara sıkça başvuran Batı basınının yoğun propaganda faaliyetiyle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) Suriye geneline dönük 1 aylık ateşkes kararı alındı. Fakat özellikle Rusya ve Suriye’nin diplomatik manevraları sonucunda, bu ateşkes kararı Doğu Guta’da egemen olan cihatçı örgütleri kapsamadı. Sonuç olarak hükümsüz bir ateşkes kararı alınmış oldu. Bunun sonucunda Batı basını karalama çalışmalarına devam etmekte.”
(…)
“Doğu Guta’daki cihatçı güçlerin en büyüğü durumundaki İslam Ordusu, Suudi devletinden açıkça destek aldığını belirten bir örgüt. 2013 yılında sözde Suriye devriminin 2. yılı şerefine Suudiler’den aldığı yüzlerce ton patlayıcıyı Şam’da sivillerin üzerine günlerce yağdıran ve çok sayıda sivilin hayatını kaybetmesine sebep olan örgüt. Aynı zamanda Alevi kadınları kafeslerde canlı kalkan yapan ve köle pazarlarında satan grup. Rahman kolorduları isimli ikinci en büyük grup ise Katar’dan para aldığını açıkça itiraf eden ve Şam merkezine dönük füze saldırılarına imza atan bir grup. Üçüncü en büyük grup konumundaki HTŞ ise El Kaide’nin Suriye kolu durumunda ve Şam merkezine dönük sürekli canlı bomba saldırıları gerçekleştirmekte. “
(…)
“Bölgeyi cihatçılardan temizlemek amacıyla operasyona başlayan Suriye ordusu, cihatçı mevzileri zayıflatmak için yoğun top ve füze saldırıları düzenlemekte. Bu durumu “Esad rejimi sivilleri katlediyor” yalanına malzeme yapmaya çalışan Batı basını ise başka yerlerde çekilmiş görüntüler ve El Kaide menşeli Beyaz Baretliler grubunun üçüncü sınıf kurgudan oluşan görüntülerini kullanarak yeni bir emperyalist provokasyona zemin hazırlamaya çalışıyor. Yıllar önce BM gözetiminde kimyasal silah stoğunu ve kimyasal silah üretecek teçhizatını yok etmiş olan Suriye ordusunu kimyasal silah kullanmakla suçluyor. Fakat bölgedeki cihatçıların her gün büyük bir şov içinde yayınladıkları Şam merkezine dönük ağır roketlerin de kullanıldığı saldırı videolarını görmezden geliyorlar. Hem de bu videolarda cihatçılar sivillere dönük saldırıda bulunduğunu açıkça belirtirken.
“Bütün bu duruma rağmen Suriye ordusu bölgede kalan sivillerin tahliyesi için azami çaba gösteriyor. Koridorlar açarak bu bölgeden sivilleri tahliye etmeye çalışıyor. Günün önceden duyurulmuş saatlerinde operasyonu durdurarak sivillerin kaçmasına yardımcı olmaya çalışıyor. Fakat cihatçılar daha önce Halep’te yaptıkları gibi sivilleri ölümle tehdit ederek hatta bazı durumlarda bu tehditlerini gerçekleştirerek sivillerin bölgeden kaçmasını engelliyor.”
SOÇİ’NİN SABOTE EDİLMESİ
Haberde “Küçük Grubun” ilk toplantısının sonuçlarından birinin çok net olduğu yazılıyor. O da “Cenevre’yi yeniden canlandırarak Soçi’nin önemi ortadan kaldırılması”. Fransa, “Rusya’nın konumunun daha fazla şeffaf olması” gerektiğini ifade ediyor. Ancak tüm bunlarla birlikte Soçi’nin tamamen karşıya alınmaması, oranın Suriye’deki muhalefetin en geniş zeminde toparlanması için değerlendirilmesi ve Cenevre’ye olumlu katkılar sağlayarak, Cenevre’yi yeniden başlatılması da toplantıda ele alınıyor.
ABD’DEN SUUDİLERE FIRÇA: OTELLERDE KONAKLAYACAĞINIZA SİYASİ ÇÖZÜM İÇİN ÇALIŞIN
Yapılan toplantıda Suudi Arabistan temsilcisi Suriye’deki muhalefetin parçalanma riskinden bahsederek, bunların birlikte tutulması için yardım talep ediyor. Bunun üzerinde söz alanın Amerikalı David Satterfield Suudilere, “büyük paralar içinde yüzmekten ve otellerde geçirdikleri uzun zamanlardan ziyade siyasi çözüme odaklanmaları” gerektiğini söylüyor. Fransa’nın muhalefetin kendi içindeki iletişime vurgu yaparak Suudileri desteklemesi üzerine, İngiliz temsilcinin yorumu ise ilginç. Alınan notlarda, “Beşinci Fransız Cumhuriyeti muhalefetin iletişimini ve propagandasını finanse etmek adına bugüne kadar kılını kıpırdatmadı. Muhalefetin iletişiminin finansmanı için bugüne kadar Birleşik Krallık’ın yaptıkları unutulmayacaktır.” ifadeleri de yer alıyor.
Tabii ki burada bahsedilenin Suriye’deki cihatçı, şeriatçı muhalefet olduğuna dair bir şüphe bulunmaması gerekiyor.
ABD, KÜRTLER, TÜRKİYE…
Görüşmelerin devamında Satterfield, Türkiye’nin YPG’ye dönük karşıtlığının Kürtlerin Cenevre’ye katılmasını engellediğini, Türkiye’nin bu konudaki pozisyonunu anlamakla birlikte, IŞİD’e karşı mücadelede öne çıkan ve Suriye’nin üçte birini kontrol eden bir grubun varlığını reddedemeyeceklerini söylüyor. Konuşmasının devamında Satterfield, Amerika’nın, Suriye’nin kuzeydoğusunda YPG’nin liderliğinin biraz seyreltilerek çok-etnisiteli bir liderlik kurma arayışında olduğunu, bu sayede Suriye Demokratik Güçleri’nin (çoğunluğu Kürtler’den oluşan ve Amerika’nın kontrolünde bulunan yapılanma) Cenevre’ye katılımının yolunun yapılabileceğinden bahsediyor.
Bu noktada toplantı notlarını tutan İngiliz temsilcinin kendi yorumu, ABD’nin, Suriye Demokratik Güçleri’nin başına eski Bahreyn Büyükelçisi William (Bill) Roebuck’ı özel temsilci sıfatıyla geçireceği yönünde. Adı geçen kişinin ABD’nin Ortadoğu ve Suriye politikası konusunda söz sahibi olduğu biliniyor. Wikileaks belgelerinde çokça adı geçen bu kişi 2006 yılında Şam’da ABD büyükelçiliğinde görevli iken, Suriye iktidarının nasıl istikrarsızlaştırılacağına dair yazdıkları ve mezhep savaşlarının tetiklenmesi önerisini getirmesi ile hatırlanıyor.
“Küçük Grup” toplantısına dönersek, Amerika’nın Türkiye ile bozulan ilişkilerinin gelişmesi yönünde özel bir beklentisi olmadığını vurgulayan temsilci, Amerika’nın işlerini sadece Türkiye ya da SDG’ye gördürmek gibi bir niyeti olmadığını, Cenevre öncesinde Suriye’de çözüm için Staffan de Mistura’ya üçlü bir yapının net olarak dayatılacağının hedeflendiğini söylüyor: Esad, muhalefet ve Suriye Demokratik Güçleri…
Bu durumun Suriye’nin net olarak üçe bölünme planının adı olduğunu görmek çok zor değil. Siyasi gelişmeler ve atılan adımlar ile birlikte bu tablo daha da netleşecektir.
TÜRKİYE, MISIR VE ALMANYA DAVET EDİLECEK Mİ?
İngiltere’nin Ortadoğu’daki acentesi olduğu bilinen Ürdün temsilcisinin toplantıda söyledikleri ise ilginç: “Küçük Grubu” ve yapılan toplantıyı “tüm zamanların en önemli gizli toplantısı” olarak tanımlıyor. İngiliz temsilcinin yorumu ise şimdilik bu grubun ABD, İngiltere, Ürdün, Fransa ve Suudi Arabistan ile sınırlı kalması gerektiği yönünde. Bunun dışında Almanya, Mısır ve Türkiye’nin toplantıya gelecekte davet edilebileceği ancak Türkiye’nin Kürt sorunu üzerinden Astana’nın etkisizleştirilmesini zayıflatabileceğine dikkat çekiliyor. Sonuçta yapılan vurguda ise bu üç ülkenin toplantıya çağırılmasının şu an için aciliyet taşımadığı söyleniyor. (Türkiye’de basında çıkan haberlerde sadece Türkiye’nin gelecekte davet edilmeyeceği yazıldı. Oysa ki Almanya ve Mısır’ın da yakın vadede davet edilmeyeceği anlaşılıyor. Bu durum, ABD’nin liderliğinde gelişen Ortadoğu politikasının Almanya’yı dışarıda bırakma eğilimi taşıdığının ve bundan yüz yıl önce Ortadoğu’yu paylaşmaya çalışan İngiltere ve Fransa’nın bu işi günümüzde Amerika’nın önderliğinde yapmaya çalıştıklarının bir yansıması olarak görülebilir.)
SAVAŞ KIŞKIRTICISI YORUMLAR
Toplantıya katılan ve yorumlarını ileten İngiltere temsilcisi şu önemli sonuçlardan bahsediyor:
– ABD’nin gerçek liderliğinin perde arkasında oluşması.
– Suriye rejimini gözden çıkarmasa bile Rusya üzerindeki baskıyı devam ettirmek.
– Bununla ilgili olarak Rusya’nın sivilleri öldürdüğünün propagandasına devam etmek.
Bunlarla birlikte aşağıda yer alan bazı başlıklar da Suriye’de yeni bir krizin oluşmasını tetikleyecek nitelikte görünüyor.
1-) ABD minyatürize edilmiş bazı nükleer silahları devreye sokacağını ifade ediyor. Uluslararası tehlikelerden korunmak için kullanacaklarını söyledikleri bu silahlar örneğin İran tarafından tepkiyle karşılandı.
2-) NATO bünyesindeki ülkelerin Savunma Bakanları 14-15 Şubat tarihinde Atlantik İttifakı’nın komutasının yeni yapılanması üzerine bir anlaşma yaptılar. Soğuk Savaş sonrasında ilk defa yapılan bu yenilenmenin Amerikalı askeri temsilciler tarafından hazırlandığı söyleniyor. Bu durum NATO’nun yeni bir savaş konseptine geçmesi olarak ifade ediliyor. Bu konseptin ise ittifakı tehdit eden ülkelere ve özelde Rusya’ya karşı bir önlem almak ve tepki vermek amaçlı olduğu söyleniyor.
3-) İsrail, İran’ı Suriye içerisine askeri olarak yerleşmekle suçluyor. Ülke içerisinde yolsuzluk iddiaları üzerinden zor durumda olan Benyamin Netanyahu durumu kurtarmak ve İsrail’in aşırı sağı ile ittifakını korumak için İran karşıtlığını yükseltmeye devam ediyor.
4-) ABD’nin Suriye’deki Kürtlere olan desteği Ankara’nın tepkisini çekmeye devam ediyor.
Sonuç olarak, “Küçük Grup” toplantısına katılan İngiliz diplomatın notları emperyalist ülkelerin Ortadoğu politikasını gözler önüne seriyor: Soçi’de ortaya çıkan barış çabalarının sabote edilmesi, Suriye’deki emperyalist işgal ve savaş ortamına Türk-Kürt ve İsrail-İran/Hizbullah savaşlarının eklenmesi.
ABD’nin Suriye’nin doğusundaki ele geçirdiği kaynakları terk etmek gibi bir niyeti olmadığının vurgulandığı metinlerde, Kürtlere olan desteğin de devam edeceği söyleniyor. Bunu Soçi toplantısının hemen öncesinde ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde 30 bin kişilik bir askeri gücü yetiştireceğini ifade etmesinden de hatırlamak mümkün.
Dolayısıyla emperyalist işgalin olduğu yerde barış ve bağımsızlığın olamayacağını görmek zor değil. Ortaya çıkan bu iddialar da emperyalizmin güncel yönelimlerini doğrular nitelikte görünüyor.
http://gazetemanifesto.com/2018/03/07/mercek-emperyalizmin-guncellenen-suriye-politikalari-degismeyen-paradigma-bol-parcala-yonet-1/