İNFOGRAFİK | ABD’nin Türkiye’de askeri varlığı
Sovyetler Birliği ‘tehdidi’ ortadan kalktığından, hem NATO hem ABD’nin bölgedeki varlık gerekçelerinin de ortadan kalkmış olması beklenirken, ABD 11 Eylül saldırısı gibi yeni bahanelerle bölgeden çekilmek bir yana, varlık alanlarını genişletme adımlarını hızlandırdı...
Behzat Ulucan
İkinci Paylaşım Savaşı’nın ardından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) etki alanını sınırlamak amacıyla SSCB’nin yakın komşusu Türkiye de dahil pek çok ülkede emperyalizm, hızla adım atmış, işbirliği veya savunma paravanı altında, devletlerin resmi onayıyla bölgeye yerleşmiştir. Sosyalizme karşı kurulan duvar, Sovyetler Birliği ‘tehlikesi’ ortadan kalkmasına rağmen, kurulduğu ülkelerde geri dönülmez bir bağımlılığa dönüşmüştür.
Emperyalizmin Sovyetler Birliği’ne karşı kurduğu ittifakın adı olan NATO (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü), doğrudan Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. Maddesi’ne dayandırılarak ABD, Birleşik Krallık, Fransa, Hollanda, İtalya, Danimarka, Portekiz, Belçika, Kanada, İzlanda, Lüksemburg ve Norveç’ten oluşan 12 devletin 16 maddelik bir antlaşmaya imzalarıyla 4 Nisan 1948’de Washington’da kuruldu.
İkinci Paylaşım Savaşı’nda tarafsız bir görüntü çizmeye çalışsa da gayrı resmi biçimde Sovyetler Birliği’ne karşı Almanya’yı destekleyen Türkiye, 1945’te Türk-Sovyet Saldırmazlık Paktı’nı yenilememiş, SSCB’nin Saldırmazlık Paktı’nı tek taraflı feshiyle ‘tarafını’ açık etmiştir.
İnönü liderliğindeki CHP İktidarı, 11 Mayıs 1950’de ABD tarafından ret cevabıyla sonuçlanan ilk resmi NATO üyeliği başvurusunu yaptı. Hemen ardından yapılan seçimlerde iktidarını CHP’den ihraç edilen Adnan Menderes’e kaptıran CHP, NATO hayalini de oyların yüzde 57’sini alan Demokrat Parti iktidarına kaptırmıştı. Seçim kampanyasının ana vaadi Türkiye’nin NATO üyeliği olan Demokrat Parti, CHP’nin ABD’den aldığı ret cevabından ders almış olacak ki, Haziran 1950’deki Kore Savaşı’na asker göndermek için kolları sıvadı. BM’den doğan ‘yükümlülüğünü’ yerine getirme sorumluluğuyla hareket ettiğini iddia eden DP iktidarı, Amerika’nın çekildiği bir bölgede (Pusan, Güney Kore) 741 askerinin ölümünün karşılığını 1952’de NATO’ya tam üye kabul edilerek aldı.
Demokrat Parti’ye göre ise “bir avuç kan” kaybedip, büyük devletler arasında yerimizi almıştık. Uluslararası para spekülatörü Soros 2000’lerin başında bu olayı işaret ederek “Türkiye’nin en iyi ihraç ürünü ordusudur” diyecekti. ABD Dışişleri Bakanı Dulles‘e göre Türk askerinin kendilerine maliyeti yalnızca ’23 sent’tir. Emperyalizmle bu ‘ilişki’ öylesine bir gelenek halini almıştır ki, ABD bugün dahi her savaş gündeminde tezkere izni ve asker istemekten ya da kan parası niyetine para teklif etmekten geri durmamaktadır.
O dönemin heyulası, Sovyetler Birliği’nin toprak talebi söylentileri veya Boğazlar Meselesi gibi sebepler olsa da (Sovyetler Birliği resmi olarak böyle bir taleplerinin olmadığını bildirmiş olsa da) hatta ABD, Türkiye’nin NATO’ya üyelik başvurusunu reddederken ‘böylesi bir saldırı tehdidi olmadığını’ gerekçe sunsa da; Türkiye Kore’deki ‘bir avuç kan’ın nişanesi olarak NATO üyeliğine kabul görüldü. 10 Mayıs 1954 tarihinde imzalanan 20 maddelik anlaşma ile Türkiye topraklarında ABD’nin üs kurması ve asker bulundurmasına müsaade edilmiş, emperyalizmin tesisleri inşa edilmeye başlamıştı. Türkiyeli herhangi bir resmi yetkilinin dahi girmesinin yasak olduğu, 1976 ve 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından yapılan yeni antlaşmalarla üsler, “NATO adına ancak ABD tarafından kullanılması” maddesiyle ABD’nin arka bahçesi halini aldı.
Sovyetler Birliği ‘tehdidi’ ortadan kalktığından, hem NATO hem ABD’nin bölgedeki varlık gerekçelerinin de ortadan kalkmış olması beklenirken, ABD 11 Eylül saldırısı gibi yeni bahanelerle bölgeden çekilmek bir yana, varlık alanlarını genişletme adımlarını hızlandırdı.
Sovyetler Birliği tehdidine karşı, ‘stratejik’ olarak tarif edilen Türkiye toprakları ve hava sahası yeni bahanelerle emperyalizm tarafından etkin olarak kullanılmakta, onların ‘nükleer ve konvansiyonel silahlarının deposu’ görevine devam etmektedir. Emperyalizmin Türkiye’ye biçtiği “ileri karakol ülkesi” misyonu bitmemiş, artarak devam etmiştir.
ABD, 11 Eylül 2001’deki saldırı bahanesiyle askeri gücünü SSCB’nin eski nüfuz alanlarına çevirmiş, 7 Ekim 2001’de Afganistan’ı işgal etme operasyonuna başlamıştı. 14 Kasım 2001’de NATO’nun askeri müdahalesi ile başlayan bu operasyonlar, 20 Mart 2003’te Irak işgali ve ile devam etmiş, bugün Suriye topraklarına kadar sürdürülmüştür.
Çoğu TBMM’ye dahi sunulmamış antlaşmalar gereği Türkiye bir biçimde bu operasyonlara ortak edilmiştir. Örneğin ‘Askeri Tesis Anlaşması’ uyarınca, ABD Türkiye’de istediği yerde üs ve tesis açabilecek ve personeli doğrudan kendisine bağlı olarak çalışacaktır. Dahası, ABD’ye kurduğu bu üsleri genişletme ve malzeme yığma hakkı tanınmış, üsler için kira ödememesi karara bağlanmış, ‘personel’ gereksinimi maksadıyla ABD’den gelen mallara gümrük muafiyeti tanınmıştır. ABD askerlerine kendi posta servislerini, kendi radyolarını ve iletişim kanallarını kurma ve kullanma imtiyazları verilmiş, ilgili Amerikalı personelin Türkiye’de işledikleri suçların Türk yargısınca yargılanamayacağı kabul edilmiş, suç unsuru olup olmadığını belirlemek de, yargılamak da ABD makamlarına bırakılmıştır.
1950’den bu yana verilen imtiyazlara, ABD’nin insafına terkedilmiş ekonomik ve siyasi bağımlılığa, ABD’nin bölgedeki ve ülkedeki ölüm kokan etkisine son verilmesinin biricik yolu ABD’nin bu topraklardan üsleriyle birlikte defedilmesidir. ‘Göstermelik’ olduğunu düşündüğümüz, ABD karşıtlığının doruk noktaya ulaştığı şu günlerde ABD’nin ülkemizdeki askeri varlığını yeniden hatırlatmak isteriz.
İnfografik için görsele tıklayınız: