Zafer Aksel Çekiç
Suriye üzerine çok şey yazılıp çiziliyor, çok şey tartışılıyor. Özellikle Türkiye’nin Afrin bölgesine başlattığı operasyonla birlikte Türkiye-ABD-PYD üçgenindeki karşıtlıklar ve gelişmeler üzerinden
15 Ocak tarihindeki durumu gösteren harita ise Suriye hakkında konuşulanları somutlaştırmaya yarayacak pek çok veriyi bize sunuyor. Bu haritanın en önemli yanını ABD’nin Suriye’deki üsleri ve konumlanışını gösteren tek kaynak olması oluşturuyor. Bunun Türkiye’nin Afrin operasyonunu ve bu arada özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarını anlamlandırmak açısından değeri bulunuyor.
Haritayı yorumlamaya geçmeden önce bazı yaklaşımları netleştirmek gerekiyor. Öncelikle, Türkiye bir NATO üyesi ve emperyalist sistem içerisinde bağımsız olmasa da egemen bir güç. Türkiye sermayesinin Suriye ve Irak’taki savaşlardan ve kaynakların bölüşümünden beklentileri olduğu da not edilmeli. Öte yandan, Ortadoğu’da ABD’nin İsrail’den sonra en önemli müttefiki de Türkiye. İlişkilerin her zaman mutlak uyum içinde gitmeyeceği tartışmasız olsa da Türkiye’den vazgeçilmesinin mümkün olmadığı da bilinmeli.
Haritadaki renklerin anlamı
Haritada kırmızılı bölgeler Suriye devleti ve müttefiklerinin kontrolündeki bölgeleri gösteriyor. Bunların içinde Lübnan sınırındaki turuncu ve kırmızı renklerle taralı alanda Hizbullah’ın ve İran bayrağının zemin olduğu Irak ve Ürdün sınırı ile Halep’teki alanda ise İran tarafından desteklenen milis güçlerinin etkin bir şekilde Suriye devleti güçleriyle birlikte yer aldığını ifade edebiliriz. Bugün bu haritada Halep’in güneyinde yer alan boşluğun Suriye ordusu tarafından kapatılarak o bölgedeki IŞİD güçlerinin tamamen kuşatıldığını biliyoruz.
Haritada siyahla gösterilen alanlar IŞİD’in Suriye’de kontrolünde tuttuğu son alanları gösteriyor. Halep’in güneyindeki kuşatılan bölgenin tamamen IŞİD kontrolüne geçtiğini de not edelim. Ancak bu değişikliğin buradaki değerlendirmeler açısından bir etkisi olmadığını söyleyelim.
Haritadaki yeşil alanlar IŞİD ve El Kaide dışında kalan cihatçı grupların elindeki bölgeleri gösteriyor. Bunların arasındaki mavi-yeşil renkli bölgeler ise El Kaide’nin son hali olan Heyet Tahrir Şam (HTŞ) kontrolündeki bölgeler. Burada dikkat çeken İdlib’in esas olarak HTŞ kontrolünde olduğu. Diğer grupların elindeki çeşitli bölgelerdeki küçük ceplerde ise çatışmaların azaltılması görüşmeleri çerçevesinde genel olarak ateşkes ilan edilmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Son olarak, sarı ile gösterilen bölgeler PYD ve YPG ile onların başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolündeki alanlar. Bunların içinde SDG’nin varlığının bulunduğu bölgenin Kobani, Menbiç ve Ayn Issa arasındaki taralı alan olduğu görülüyor.
Suriye’deki yabancı askeri kontrol bölgeleri ve üsler
Bu haritadan elde edilen bir diğer önemli veri ise Suriye’deki yabancı ülkelere ait askeri üsleri ile askeri kontrol bölgeleri.
Bunların içinde 1971’de Sovyetler Birliği ile Suriye arasında imzalanan anlaşma ile Tartus’ta kurulan deniz üssünün yanı sıra Rusya’nın kullanımına sunulan Lazkiye’deki Hmeymim Hava Üssü başta olmak üzere Rusya tarafından operasyonel olarak kullanılan Lazkiye, Hama, Humus, Şam ve Halep’teki diğer askeri üsler Suriye devletinin izniyle yasal statüde faaliyet gösteriyor.
Yine, açıkça ifade edilmese de Suriye devletinin izniyle İran’ın Şam, Kuneytra ve Hama’da üsleri bulunuyor. Özellikle Şam ve Kuneytra’daki bu üsler zaman zaman İsrail’in düzenlediği saldırılarla gündeme geliyor.
Bunların dışında bir de emperyalist güçlerin IŞİD ile mücadele bahanesiyle ülkeye yerleştikleri üsler bulunuyor. Bunların içinde Ürdün sınırındaki El Tanf’ta yer alan ABD üsleri ile Kamışlı’nın güneydoğusunda Irak sınırındaki ABD hava üssü dikkat çekiyor. Haritada gösterilmese de ABD’nin Rakka’nın güneyindeki Tabka Hava Üssü’nü de kullandığı söyleniyor. Ayrıca Fransa’nın da Rakka’nın batısında bir askeri üssü bulunduğu görülüyor.
Ayrıca Azez-El Bab-Cerablus arasındaki bölgenin yanı sıra Rusya ve İran ile İdlib üzerine varılan anlaşma sonucunda izleme gücü olarak Afrin’in güney sınırına yerleştirilen Türkiye askerleri bulunuyor.
Haritadaki daha ilginç veriyi ise Rusya ve ABD’nin kontrolündeki alanlar oluşturuyor. Rusya’nın Türkiye’nin daha önce gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı Operasyonu sırasında Afrin’in güneyinde gözlem bölgeleri kurduğu biliniyordu. Türkiye’nin Afrin’e operasyona başlamasından hemen önce Rusya askerleri bu bölgeden çekilmişti.
Ancak daha önemlisi ABD’nin kontrolünde olduğu gösterilen bölgeler. ABD Menbiç’in kuzeyinde Fırat Kalkanı operasyonu bölgesi sınırında ve Fırat’ın doğusunda yerleşik gözüküyor. Münbiç’in kalan sınırlarında ise Suriye sınır güvenlik birliklerinin varlığı söz konusu. Yine ABD Rakka’nın güneybatısındaki Tabka’da da kontrole sahip. Esas ilgi çekici olan ise Tel Abyad ile Ras El-Ayn (Serekaniye) arasında Türkiye’nin Akçakale’den Ceylanpınar’a kadar Şanlıurfa sınırları boyunca uzanan hatta ABD askeri kontrolünün bulunması. Bu veriler hem Türkiye’nin ABD’nin Menbiç’ten çekilmesi talebini hem de ABD ile yaşanan gerilimleri açıklayabilecek nitelikte.
İdlib ve Afrin: Savaşın yeni aşaması
Bu harita 15 Ocak itibariyle olan durumu gösterdiği için Suriye ordusunun Halep ve Hama kırsalında kalan bölgeyi tamamen çevrelemiş olmasını göstermiyor. Ancak bu bölge Türkiye, İran ve Rusya arasında geçtiğimiz Eylül ayında varılan “İdlib anlaşması” gereği Suriye kontrolüne bırakılan bir bölgeydi. Bununla birlikte, Türkiye Suriye ordusunun bu bölgedeki ilerleyişinden duyduğu rahatsızlığı ifade etmekten çekinmedi.
Bununla birlikte, İdlib bölgesinin hemen tüm önemli kentleri ile birlikte neredeyse bütünüyle HTŞ güçlerinin alinde olduğu görülüyor. Zaten İdlib bölgesinde Türkiye ile birlikte Fırat Kalkanı operasyonuna katılan gruplara yönelik bir tutuklama dalgası da yaşanmıştı. Bu çerçevede IŞİD’in Suriye’den temizlenmesinin ardından savaşın ülkedeki cihatçıların elinde kalan son büyük bölge olan İdlib’e yönelmesi zaten bekleniyordu.
Öte yandan, Afrin, Azez-Cerablus-El Bab arasındaki Fırat Kalkanı bölgesi ile İdlib arasında yer alıyor. Bu haliyle Afrin hem PYD-SDG kontrolündeki diğer bölgelerden kopuk durumda hem de Fırat Kalkanı bölgesi ile İdlib’deki güçleri birbirinden ayırıyor. Bu haliyle her an Suriye devletinin de Türkiye’nin de dikkatle izlediği bir bölgede konumundaydı. Nitekim Türkiye’nin başlattığı harekat ile birlikte PYD’nin Suriye devletiyle anlaşacağı yönünde çıkan haberler de temelde bu durumu bir kez daha ortaya koydu.
Suriye’de Türkiye ve ABD karşı karşıya mı?
Bu verilerden hareketle, konunun esasına, Türkiye’nin ABD ile mücadele ettiği iddialarına gelebiliriz. Yine bazı bildiklerimizi hatırlayarak işe başlamakta yarar var.
Öncelikle, ABD öncülüğünde emperyalizmin Ortadoğu’da sınırları yeniden çizmek arzusunda olduğunu hep akılda tutmak gerekiyor. ABD’nin bölgedeki en önemli müttefikleri ise İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır. ABD’nin bu dört ülkeyi de kaybedeceği seçenekleri sonuna kadar götürmesi düşünülmemeli. Bunlarla birlikte emperyalist sistemdeki liderliği sorgulanan ABD’nin bundan rahatsız olduğu ve Suriye’den yenilgiyle çıkacağı bir seçeneği kabul etmeyeceği de açık olmalı. Bunun için asgari koşulların ise Beşşar Esad’ın iktidardan indirilmesi ile Suriye ve Irak arasındaki sınırın ortadan kalkmasına en çok yaklaşılacak sonucun elde edilmesi olacağı söylenebilir.
Türkiye açısından ise temel verilerin, Türkiye burjuvazisinin Irak’ta özellikle Kürt bölgesinde önemli yatırımları olduğunu ve bu bölgeyle birlikte Suriye’nin de yeni döneminden ciddi beklenti içinde oldukları, ABD’den kopmalarının mümkün olmadığı, kendi Kürt sorununu çözememiş Türkiye için Irak ve Suriye’deki Kürtlerin statü kazanmasının kendi sınırlarını da tartışmaya açması başta olmak üzere ciddi sorunlar yarattığı, siyasi söylemdeki tüm gerilime rağmen ekonomik ilişkilerde olumsuz bir değişim görülmediği olarak kabul edilmesi gerekiyor.
Bu çerçeveden bakıldığında, AKP’nin Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinliği” ile sponsorluğunu üstlendiği Müslüman Kardeşler projesinin başarısızlığa uğramasının ardından yeni duruma uyum sağlayamaması bir gerçek olmakla birlikte bunun 80 milyonluk bir pazar ve önemli bir kara gücüne sahip bir orduya sahip Türkiye’nin yerinin Suriye’nin kuzeyindeki Kürt özerk bölgesi ya da Irak’ın kuzeyindeki “bağımsız” bir Kürdistan devletiyle doldurulabileceğini düşünmek cahillik olur.
Şimdi Türkiye’nin Afrin operasyonu, bu bölgeye ülkede bulunan 3,5 milyon sığınmacının yerleştirilmesi planı ve esas olarak Fırat’ın batısını diline dolaması bir arada düşünüldüğünde Türkiye’nin bugüne kadar desteklediği cihatçı grupları Suriye’den çıkartmak gibi bir sorunu defetmek ve Suriye’nin kuzeybatısında nüfus olarak kalabalık bir alternatif yaratmak amacına yönelik olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu operasyona gelen NATO desteği de bu “alternatif”in karşılığının olduğunu gösteriyor.
Üstelik Türkiye son olarak Soçi’de Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin toplanacağı gün Halep kırsalına birlik gönderip kısa süreli de olsa Suriye ve Rusya ile bir çatışma içine girerek Rusya ve İran ile süren diyalogun sınırlarını da göstermiş oldu.
Yine, Türkiye ile ABD’nin karşı karşıya gelişin esas olarak iki ülkenin öncelikleri açısından yaşandığını söyleyebiliriz. Ancak Suriye’de son birkaç yılda sahada değişen tablo ABD’nin kendi öncelikleriyle hareket ederken Türkiye’nin tehdit algısını, biraz da önceki başarısızlıkların faturası olarak, ikincil sayar görünüyor. Bir başka ifadeyle, ABD Türkiye bölmek istemese de sahada Kürtleri daha uygun bir seçenek olarak belirlemesinin kendi kontrolünde olduğu sürece Türkiye’yi “o kadar da” tehdit etmemesi gerektiğinin kabul edilmesini bekliyor.
Türkiye’nin bir yandan sürecin kontrolden çıkma ihtimali bir yandan da hala etkin ve yararlı olabileceğini gösterme çabası ise hiçbir zaman taban tabana zıt bir çıkış yaşanmasa da sürekli olarak bir tartışmanın sürmesine neden oluyor. ABD’nin Menbiç’in kuzeyinde ve Şanlıurfa sınırı boyunca PYD’ye kalkan olması Türkiye’yi sınırlıyor.
Bu dönemde Afrin operasyonu ABD için taraflara sınırlarını göstermek, tansiyonu dengelemek ve bu arada Fırat’ın doğusunu “güvence”ye almak gibi faydalar sağlayacak gibi görünüyor. ABD’nin operasyona desteği, Kürtlere karşı kayıtsızlığı ve yıllardır reddettiği “güvenli bölge” söylemini kabul eder gözükmesine rağmen Menbiç’ten çekilmeyi açıkça reddetmesi bu tabloyu perçinliyor.
Tüm bunlar bir arada değerlendirildiğinde Türkiye’nin ABD ile mutlak karşıtlığı üzerinden bir mücadele yerine öncelikler üzerinden sürdürülen bir pazarlığın sürdüğüne işaret ediyor. Öyleyse, Afrin operasyonunun ne ABD’ye rağmen ne de ABD’ye karşı yapılmadığını söylemek gerekiyor.