Suriye’de Rusya ve ABD arasında bir tercih var mı?

MERCEK | Suriye’de Rusya ve ABD arasında bir tercih var mı?

Suriye’de Rusya ve ABD arasında bir tercih var mı?

H. MURAT YURTTAŞ

Türkiye’de ve dünyada kimi komünist partilerin Rusya’yı emperyalist sayma merakı, özellikle Troçkistlerin başını çektiği Suriye’deki varlığını ABD’nin ülkeyi bölme planlarıyla eşitleme çabasına su taşıyor.

Emperyalizm “Arap Baharı” ile birlikte Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da sınırları da yeniden belirleyecek şekilde bölgeye müdahaleye giriştiği, bu müdahalede Müslüman Kardeşler örgütünün işbirlikçiliğinin cihatçı terörü beslediğinin anlaşılmasıyla yeni seçeneklere yöneldiği ve bu sonuçta Suriye halkının büyük direnişinin tarihsel rolü pek çok kez yazıldı.

Bu bağlamda, Suriye üzerine tartışmalarda emperyalizme karşı mücadelenin önemi Türkiye ve dünyada solun üzerine uzun uzun tartıştığı bir başlık olmayı sürdürüyor. Özellikle Troçkistlerin Suriye’de cihatçı terörden bir “devrim” çıkarma hevesi kafa kesen, ciğer yiyen, pazarlarda kendini patlatarak katliamlar yapanlar karşısında büyük ölçüde etkisiz kaldı. Ancak Rusya’nın Suriye’nin davetiyle savaşa doğrudan dahil olmasının ardından emperyalizmin planlarına hizmet yarışında yeni gerekçe Rusya’nın emperyalist hevesleri oldu.

Bu tartışmadan bağımsız olarak kimi komünist partilerin Rusya’yı teorik temeli olmaksızın emperyalist ilan etme telaşı ise sonuçları itibariyle Suriye tartışmalarında ABD ile Rusya’nın rolünü ve hedeflerini eşitleyen garip bir değerlendirme ortaya çıkarıyor. Bu nedenle hem genel olarak komünistlerin sosyalist sistemin olmadığı ve sosyalist ülkelerin büyük ölçüde yalıtıldığı bir dünyada siyasi gelişmelere nasıl yaklaşacakları hem de Suriye örneği üzerinden Rusya ve ABD’nin konumları üzerine bir değerlendirme yapmak gerekiyor.

ABD EMPERYALİST, RUSYA DEĞİL Mİ?

Öncelikle Rusya’nın emperyalist olduğuna dair tespitlerle başlamak gerekiyor. Bu tespit Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna’da emperyalist müdahalelere karşı askeri cevapları ile Suriye’ye desteği ve aktif olarak savaşa katılmasıyla özellikle emperyalizmin birer aracı olarak işlev gören Troçkist gruplar tarafından ortaya atıldı. Onlara göre zaten Suriye’de bir devrim vardı. Ancak bu tezin sesi Suriye’de “devrimci”lerin kafa kesen, ciğer yiyen, katliamlar yapan cihatçı teröristler olduklarının emperyalizm tarafından da “kabul edilmesi” ile kesildi.

Daha sonra bu tespit, başka bir bağlamda da olsa, bazı komünist partilerin gündemine girdi. Yunanistan Komünist Partisi, SYRIZA hükümetinin Rusya ile yaptığı bazı anlaşmalardan sonra Rusya’nın emperyalist olduğuna kani oldu. Onu çevresinde tuttuğu başka bazı komünist partiler izledi. Türkiye’de de Komünist Parti 2017 yılında “Rusya ve Çin ekseninde emperyalizm üzerine 2017 tezleri” başlığıyla bir belge yayınlayarak bu iki ülkeyi emperyalist ilan etti. Ama aynı belgede “Türkiye Komünist Partisi şu ana kadar emperyalist nitelemesini hâlâ en tehlikeli ve saldırgan unsur olarak sistemin tepesinde duran ABD ve Avrupa Birliği’nin sürükleyici ülkeleri için kullanmıştır. Ancak parti, bir noktadan sonra ve gerektiğinde, sistemin içinde yapısal olarak emperyalist bir pozisyonda duran Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti için yapacağı siyasi değerlendirmelerde emperyalist nitelemesini kullanmaktan çekinmeyecektir.” ifadelerine de yer verildi.

Rusya’nın emperyalist olup olmadığı ve emperyalist olduğuna ilişkin tezler daha ayrıntılı olarak incelenmeyi hak ediyor kuşkusuz. Ancak en temelde, Rusya’nın ABD ve diğer emperyalist ülkeler ile çatışmaları ve bu çatışmalardaki potansiyel gücü üzerinden bir değerlendirme yapmanın hatalı sonuçlara götürdüğü söylenmeli.

Temel göstergeler açısından Rusya ekonomisinin başta enerji kaynakları olmak üzere doğal kaynakların satışına dayalı olması, sanayinin ve özellikle imalat sektörünün sınırlı olması, ithalatında imalat sektörünün ağırlıklı yeri, diğer emperyalist ülkelerin çok gerisinde kalan sermaye ihracının bu ülkeye yapılan yatırımların gerisinde kalması, eski Sovyet cumhuriyetlerinin bir kısmı ile Suriye dışında siyasi etki alanının sınırlı olması, İran ve Çin ile ilişkilerinin henüz yolun başında olması gibi bir dizi veri Rusya’nın henüz başat emperyalist ülkelerin çok uzağında olduğunu göstermeye yetiyor.

Geçen yüzyılın başında emperyalist olmak için mücadele eden, daha sonra Büyük Ekim Devrimi ile bir “süpergüç” haline gelen ve sosyalizmin çözülmesiyle yağmalanan Rusya’nın yeniden emperyalist kampa dönerek emperyalist ülkelerden rol ve pazar kapmaması için “doğal” etki alanı sayılabilecek eski sosyalist ülkeler ile eski Sovyetler Birliği cumhuriyetleri ile bağı kesilmek istendi. Rusya, 2000’li yılların ikinci yarısından sonra bu çevrelenme siyasetine karşı savaşı da göze alarak direnmeye başladı.

Bu arada 2000’li yıllarda aşırı yükselen emtia fiyatları sayesinde elde ettiği olağanüstü fazlayı Sovyetler Birliği’nden kalan silah sanayinin ayağa kaldırılması ve ordunun modernizasyonuna harcayarak bu kuşatma siyasetine karşı etkili bir direnç geliştirmeyi de başardı. Ancak son tahlilde Rusya’nın imkanlarını korumak üzere savunmada olduğu tartışmasız. Putin’in emperyal hayalleri öngörülebilir gelecekte de ancak bu düzeyde kalabilir. Bunlar ise Rusya’ya emperyalist statüsü tanımak için asla yeterli sayılamaz.

Sadece ABD, Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerle karşı karşıya gelmesi ve bu arada bu ülkeler için başka ülkelere göre daha fazla sorun çıkarmaya gücünün yetmesi üzerinden meseleye yaklaşmak son tahlilde emperyalizmin çıkarlarına hizmet edebilecek bir meşruiyet alanı yaratmak anlamına dahi gelebilir.

Tüm bunların ardından Rusya’nın güçlü bir kapitalist ülke olduğunu, emperyalist sistemin sosyalist sistem sonrasındaki dönemde ortaya çıkan özgün bir parçası olarak değerlendirilmesi gerektiğini ancak bugün için asla emperyalist sayılamayacağı gibi Kanada, İspanya gibi emperyalist sistemin “başaltı” ülkelerinin düzeyinde bile olmadığını ifade etmek gerekiyor.

SOSYALİST SİSTEMİN OLMADIĞI BİR DÜNYA

Bu noktada açılması gereken bir diğer konu artık dünyada sosyalist sistemin olmadığı gerçeği. Ama 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başından farklı olarak dünyada sosyalist sistemin var olduğu bir dönem de yaşandı. Bu bakımdan içinde yaşadığımız dönemin Lenin’in ve Sovyetler Birliği’nin deneyimlerinin üzerine bir değerlendirmeyi gerektirdiği açık. Soruyu sadeleştirerek komünistler tüm kapitalist ülkelere aynı şekilde mi yaklaşır, emperyalist ülkelerle diğer kapitalist ülkeler arasında bir fark var mıdır diye ifade edebiliriz. Ülke kavramından kapitalist toplumsal formasyon içinde burjuvazi ile onun siyasi ve kültürel temsilcileri ve aygıtları üzerinden bir bütün olarak anlaşılması gerektiğini de not edelim. Bu anlamda askeri yeteneklerin siyasi aygıtın bir uzantısı olduğu da açık olmalı.

Tüm kapitalist ülkelerin emperyalist sisteme bir şekilde bağlandığını kabul edebiliriz. Ancak sistemin yürütücülerinin emperyalist ülkeler olduğunu da unutmamak gerekiyor. Komünistler açısından tüm ülkelerin burjuva sınıfları arasında bir fark yoktur. Bununla birlikte kapitalizm ve onun en üst aşaması olarak emperyalizm çelişkilerden, çatışmalardan ve krizlerden ari olmadığından ortaya çıkan durumlardan yararlanmayı bilmek gerekir. Bu asla bir taraf seçmeyi meşrulaştırmayacak ama dönemsel olarak devrimin çıkarlarına en uygun koşulların zorlanmasını gerektirecek bir yaklaşımı gerektirir. Yine gerçekten siyaset yapabilmenin yolunun da buradan geçmekte olduğu söylenebilir. Bu dengeyi kaçırarak taraf seçmek sizi ne kadar düzen içine çekerse devrimin çıkarlarını gözetmeden bazı doğruları tekrar etmekten ibaret kalan bir yaklaşım da sizi o kadar gerçeklikten kopartacaktır.

Bu açıdan bakıldığında bir emperyalist ülkenin müdahaleleri ve planları ile bunun karşısındaki bir kapitalist ülkenin çıkarları arasında bir denklik kurmak sonuç olarak sizi emperyalizmin müdahalelerinin yanına koyabilir. Sizinle aynı şeyleri söyleyenlerin kimler oldukları, söylediklerinizin mantıksal sonuçlarına varmaktan kaçınsanız da bunun sağlamasını yapar.

Keza, tersinden, ne kadar çaba harcarsanız harcayın düzenin parçalarıyla aynılaşan hedeflere daraldığınız sürece bunu ne kadar süslü bir şekilde ifade ederseniz edin düzenin bir parçası haline gelirsiniz.

Dolayısıyla, komünistler uluslararası alanda süregiden düzen içi mücadelelere bakarken akıllarından asla devrimin çıkarlarını çıkartmamak zorunda. Bu temel belirleyen üzerinden emperyalist bir ülkenin veya daha genel bir düzlemde emperyalist sistemin bir bölgeyi şekillendirme, bölme ve işgal planlarıyla bir kapitalist ülkenin bunu çıkarlarına uygun görmeyerek müdahalesi arasında bir nitelik farkı var.

Bunu kabul etmez ve tüm ülkeler için kapitalist mi diye bakacak olursak o zaman Suriye’yi, Irak’ı ve hatta Libya’yı, Afganistan’ı nereye koyacağız? Hele Yugoslavya, Gürcistan, Ukrayna gibi ülkeler söz konusu olunca “yesinler birbirlerini” deyip sırtımızı mı döneceğiz? Kuşkusuz komünistler için böyle bir şey söz konusu olamaz. Hele bir tarafta emperyalist bir işgal, emperyalist planlarla ülkelerin sınırlarının yeniden çizilmesi söz konusuysa.

ULUSLARARASI SİYASETE SIRT DÖNMEK

Komünistlerin de içinde bulunduğu dünya, dönmeyi ve değişmeyi sürdürüyor. Bu dünya üzerindeki gerçekler ve veriler komünistlerin ayakları basacakları zeminin tarif edilebilmesi için temelleri oluşturuyor. Bu anlamda gerçekçi olunması da gerekir.

Uluslararası alanda yürüyen siyasete sırt dönmek anlamına gelecek şekilde hiçbir meşru siyaset alanı tanımamak çok radikal bir tavır gibi gözükse de esasında işçi sınıfı üzerinde hiçbir etki bırakmayan bir “laf ebeliğinden” ibaret kalıyor.

Bolşevikler diplomasinin ve uluslararası anlaşmaların gizliliğine karşı çıkarken esasında bunların ülkelerin egemen sınıfları arasındaki bir oyun olarak görülmesine karşı çıkıyor ve işçi sınıfının bilinçlenmesinin de egemen sınıflar arasındaki ilişkilerin ifşa edilmesinin de önemini görüyordu. Ama bunun ötesinde bir uluslararası anlaşmanın değerlendirilmesinde komünistler açısından önemli olan yine ve her zaman devrimin çıkarları olmalı.

Uluslararası anlaşmaları hele hemen hemen bütün ülkelerin kapitalist olduğu bir çağda sırf kapitalist devletler imzaladı diye külliyen yok saymak ancak en güçlülerin diledikleri gibi at koşturmasına imkan verir.

Somutlayalım. Suriye’deki Rusya varlığı ile Türkiye’deki NATO varlığını aynı görmek bir akıl tutulması olmalı. Bu ikisi arasında çok temel bir fark var. İlkinde iki ülkenin ittifakı ikincisinde ise esas olarak sosyalist sisteme karşı kurulmuş ve bugün de emperyalist planların uygulayıcısı bir savaş aygıtı söz konusu. Tarihsellikten ve teoriden nasiplenmemiş bir anlayış bunları eşitleyerek bölgemizde emperyalizmin en fazla zorlandığı ve taraflaşma yarattığı bir müdahale planına da söz söylemekten vazgeçme noktasına götürür.

SURİYE’DE ABD VE RUSYA BİR Mİ?

Bu noktadan sonra artık Suriye üzerinden daha somut konuşabiliriz.

Suriye’ye öncesinde Libya’da olduğu gibi dünyanın dört bir yanından toplanan kiralık cihatçı katiller doluşturuldu. Bu tıpkı Libya’da olduğu gibi NATO ülkelerinin ve bölgedeki müttefiklerinin başını çektiği bir destekle yapıldı.

2015 yılında Suriye devleti nüfusun büyük kısmini elinde tutsa bile Şam, Hama ve Humus’ta ancak kısmen, Halep’in yalnızca batı yarısında vardı. Ülkenin neredeyse tüm doğu yarısı ve Türkiye sınırları IŞİD ve diğer cihatçıların elindeydi. Öyle ki Lazkiye ve Tartus doğrudan tehdit ediliyor ve cihatçılar Akdeniz kıyılarında poz veriyordu. Tablo savaşın kazanılabileceği bir noktada sayılamazdı. Aradan geçen 2,5 yılın ardından bugünkü tablo kazanılması hala zor olan bir noktada dahi olsa ülkenin IŞİD belasından kurtulduğu ve Suriye devletinin Fırat’a kadar pek çok bölgeyi kurtardığını ve ülkenin pek çok önemli kentinde güvenliği sağladığını görüyoruz.

Kuşkusuz Rusya bu desteği yüksek amaçlar ve insanlık için vermedi. Elbette kendisi açısından temel belirleyen Sovyetler Birliği döneminde kurulan iyi ilişkiler çerçevesinde etkisi olan Suriye’nin savunulmasında kendi güvenliği açısından önemli gördükleriydi. Rusya’nın Suriye’deki varlığı ve yapacakları kendi çıkarları ile belirlenmeye devam edecek.

Daha ilerisini de söyleyebiliriz. Bu savaş bir gün sonuçlanacak ve sonuçları olacak. Görünen o ki, emperyalizmin Suriye’yi bölme planının ilk hesaplara ve masa başındaki planlara uymasa da bir biçimde gerçekleşmesi olasılığı da fazlasıyla yüksek. Suriye devletinin rıza göstermediği noktada Rusya’nın devreye gireceği de beklenmeli. Bu noktada, tüm tarafların bazı şeylere razı olmak zorunda kalacakları da bilinmeli. Ancak bunların tümü nasıl gerçekleşeceğini hep beraber göreceğimiz sonuçlar olacaktır.

Bütün bunlara rağmen, Rusya’nın Suriye’deki varlığı da Rusya’nın ön ayak olduğu diplomatik çabalar ve anlaşmalar da Suriye’nin emperyalizmle ve onun desteklediği piyonlarla olan mücadelesinde elini güçlendirdiği, destek sağladığı ve zaman kazandırdığı gerçeğini yadsıyamayız. Hele sahadaki gerçeklikte başkaca bir alternatif yoksa ya da ortada böyle bir alternatifi de kapsayan bir cephe varsa.

Zira, Suriye’de emperyalizmin, cihatçıların ve işbirlikçilerin yenilmesi Türkiye Devrimi için “olmazsa olmaz” noktasına gelmiş bir önem taşımakta. Bu sonuca mümkün olduğunca yaklaşılması ise komünistlerin nesnelliği olarak karşımıza çıkacak. Ancak Suriye’nin yenilgisi Türkiye Devrimi için büyük bir engel olarak karşımızda olacak.

Böyle olmadığını iddia edenler, Rusya ile ABD’yi bir sayanlar ancak bir hayal dünyasında olabilir. Hatta, Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığına bakıp bunu ABD’nin varlığıyla kıyaslarken sadece resmi davet üzerine savaşa dahil olmalarının dahi her gücü yetenin dilediği yere dilediği gibi asker çıkardığı bir dünyada bir değeri bulunuyor.

SİYASET YAPMAK VE TERCİH YAPMAK

Rusya’nın veya Suriye’nin günün sonunda belirli bir bölünme senaryosuna razı olacak olmaları bu bölünmenin sorumluları olarak onları işaret etmek için yeterli sayılamaz. Çok somut iki örnekle biraz daha açalım.

Türkiye’de İslamcılar Kemalistleri ve 1923 Cumhuriyeti’ni en çok Osmanlı topraklarının dörtte üçünü kaybetmekle suçlar. Onlara göre Osmanlı olmaktan vazgeçmektir bu. Oysa tarihi ve askeri gerçekler her şeyden önce Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında kabul edilen Misak-ı Milli ile ortadadır. Kemalistler emekçi halkı örgütleyerek Misak-ı Milli için mücadele etmiş ve İslamcılar ile eşraf emperyalistlere sevgilerini ilan ederken ülkenin önemli bir parçasını işgalden kurtarmışlardır.

Bugün Suriye’ye bakıp Rusya’nın Suriye’yi kendi çıkarlarına göre bölmek istediğini söylemek, bu gerçekten böyle olsa bile, Suriye’nin karşısında emperyalizm olduğunu unutmak ve tıpkı İslamcılar gibi tarih dışı bir okuma yapmak demektir.

Bir başka örnek ise 2008 yılından itibaren Türkiye Komünist Partisi’nin yükselttiği “AKP’yi İstemiyoruz” çalışmasıdır. Türkiye’de sol diye bilinen bütün gruplar o dönemde TKP’yi düzen yerine AKP karşıtlığı yapmakla, böylelikle mücadelenin esasını etkisizleştirmekle suçluyordu. Oysa, o dönemde AKP henüz rüştünü ispat etmiş ve ülkenin geleceğine ilişkin “2. Cumhuriyet” projesinin yegane sahibi konumundaydı. AKP’nin başarısızlığı Türkiye sermaye sınıfının en azından bir kısmının planlarının başarısızlığı olacaktı. Dahası kendi içinden müdahaleler görerek sarsılan düzen yeni kararlar almak zorunda kalacak, doğal olarak zayıflayacaktı. Türkiye Devrimi’nin önüne yeni bir engel konulması engellenebilecekti.

Aradan yıllar geçti. Sermaye düzeni projesinin temellerini attı, diğer tüm düzen partilerini bu projeye ikna etti ve parçası haline getirdi. Türkiye solu, “Saray rejimi” gibi sıfatlarla AKP’yi keşfetti. Bu sefer geç kalmış bir AKP karşıtlığına soyundu. Ama bu kez “2. Cumhuriyet” rejiminin sermaye sınıfının rejimi olduğu, sermaye sınıfının siyasi temsilcilerinin bir bütün olarak unutuldu, görülmedi. Yıllardır AKP karşıtlığı içinde ülkenin en büyük patronu Koçlar’dan bile medet umulan savruk bir çizgiyle düzenin işine gelen bir hat kuruldu ve başarısız olundu.

Bu iki örnek üzerinden bakınca Suriye’nin emperyalizme karşı mücadelesinin ulaşacağı sonuçları tarihsellikten uzak olarak değerlendirmenin doğru olmayacağı ve bazı mücadele uğraklarında öne çıkartılması ve öncelikli sayılması gereken başlıklar olacağı anlaşılmalı.

ABD GİTSİN DE NE OLURSA OLSUN MU?

Bu çerçevede Suriye’deki Rusya ve ABD varlıklarına ilişkin değerlendirmede bir tercih değil öncelik görmek siyasetin gereği görülmeli. Verili koşulları niyetlerimizle okuyamayacağımıza göre emperyalizmin bölgeye dönük planlarının mümkün olduğunca akamete uğraması Rusya’nın çıkarlarından daha önceliklidir.

Peki ABD gitsin de ne olursa olsun mu denecek? Elbette hayır. Ancak ya ABD gidince “sosyalizm gelmezse” diyerek de mücadele edilemez. ABD’ye karşı sürdürülen mücadele sonuç olarak Rusya’nın Suriye’deki etkinliğini, gücünü arttıracaktır. Ama bu sonuçların ortaya çıkmasına karşı bugünden söylenecekler ABD’nin ekmeğine yağ sürer. Bir başka açıdan, bugün Rusya’nın ve İran’ın Suriye’de işgalci olduğunu, emperyalist olduğunu söyleyenler ise esas olarak İsrail ve ABD.

Dolayısıyla Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğinin uluslararası meşruiyeti önemli görülmek zorunda. Dünyada, hele kapitalist dünyada, yüce değerlerle hareket eden beyaz atlı prensler olmadığına göre esas her durumda emperyalizme karşı sürdürülen bir mücadelenin meşruiyetinin yükseltilmesi olmalı.

Bu açıdan bakınca, Astana Anlaşması gibi Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğini tanıyan ve bir NATO ülkesi olan Türkiye tarafından imzalanan bir anlaşmanın Suriye’ye müdahale eden emperyalizm ve işbirlikçilerine karşı kullanılmamasını istemek tam da bu tür bir anlaşmadan öncelikle kurtulmak isteyecek AKP iktidarına hayat öpücüğü olabilir.

Üstelik Astana Anlaşması ile başlayan süreçte Suriye devletine karşı cihatçı çetelerin dizginlenmesi sağlanmış ve Deyr ez Zor’un IŞİD’den temizlenmesi, Suriye’nin Halep, Hama ve İdlib kırsalında belirli bölgeleri kurtarması, Doğu Guta’nın kurtarılması gibi kritik kazanımların elde edilmesi mümkün oldu ve Suriye devletinin egemenliği altı ay içinde çok daha sağlamlaştırılmış oldu. Bu anlaşmanın sonuçları itibariyle yararları olduğu aşikar.

Üstelik bu anlaşma Türkiye’nin güvenlik kaygılarını da karşılamayı gözetirken elimize bir araç da sağlamış oldu. AKP, Türkiye bölünmesin diye kamuoyunda sağladığı meşruiyeti attığı imzaya rağmen Suriye’yi bölerek ve bu arada yeni çatışmalara neden olacak şekilde yok sayacaksa bu bizim sermaye düzeninin çıkarları ile emekçi halkın çıkarlarının aynı olmadığını göstermek için bir fırsatımız daha olduğunu gösterir. Bu yüzden Türkiye’nin emperyalizmle ortaklığını ifşa edecek adımları, Rusya’nın çıkarları, Rusya tercihi diyerek yok saymak bir siyasi akıl göstergesi olarak kabul edilemez.

Emperyalizme karşı direniş hareketlerinin meşruiyetini, hareket ve nefes alanlarını, ama her şeyden önemlisi emperyalizmin planlarının mümkün olduğunca bozulmasını gözetmemenin bedeli ağır olur.