Zarraf, Brunson, Kaşıkçı
Yandaş kalemler büyük bir manipülasyona imza atıyorlar. Zarraf, Brunson ve Kaşıkçı üzerinden şekillenen ülke dış politikası, başarı değil, tam tersine içine çekildiği çukurdan çıkma girişimidir. Ülkemiz bu çukura bizzat AKP’nin yanlış dış politikaları nedeniyle düşmüştür.
Üçü de yabancı. Birincisi İranlı, ikincisi Amerikalı ve üçüncüsü ise Suudi Arabistanlı. Üç isim ne ülkemiz vatandaşı ne de ülkemizin “resmi” iş yaptığı kişiler… Ama bir başka açıdan bakarsak Monşerler dönemini bitirmek isteyen AKP, burnunu soktuğu yanlış dış politikanın sonuçlarını bu üç isimde cisimleşen bir şekilde gündeme getiriyor. Bu üç ismin gündem olması bu açıdan önemli sayılmalı.
Zarraf üzerinden gayri resmi bir biçimde İran ile petrol ve altın ticareti işi yapan AKP, bunu resmi kılıfına uydurmaya çalışmış, ancak 4 bakanının istifasını getirecek bir yolsuzluk ve rüşvet gerçeğiyle karşı karşıya kalmıştır. Bugün 25 Aralık tezgahı olarak toplumda yer ettirmeye çalıştığı bu olgu, bir başka açıdan bakınca dört bakanının koltuğundan olmasına neden olan bir sonuç yaratmıştı. Asıl üzerinde düşünülmesi gereken olgu bu.
Brunson ise bambaşka. ABD ile özellikle Zarraf üzerinden bir pazarlığın kozu olarak kullanıldı. Türkiye’ye yaptırım ve doların Türk lirası özelinde değer kazanmasının en önemli nedeni bizzat Brunson krizi oldu. AKP, Zarraf ile girdiği ilişkinin faturasını bir Halk Bankası yöneticisine kesilmesini, koz olarak Brunson ile takas yöntemi ile çözmeye çalıştı. Sonuç ülkemiz açısından zarar, elde edilen sonuç itibariyle ise Hakan Atilla’nın hala içeride kalmasıyla sonuçlandı.
AKP, özellikle Ortadoğu’da ABD emperyalizminin hizmetinde girdiği Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanlığı konusunda Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri ile girdiği işbirliğinde karşısında çıkan sorunları
bu sefer bir başka Suudi Arabistan vatandaşı üzerinden çözmeye kalkıyor. ABD siyasetinde güç çekişmesinden
yararlanan AKP, Kaşıkçı olayı ile birlikte özellikle şimdiki ABD yönetimi ve dün kardeş olduğu bugün karşı karşıya geldiği Körfez ülkeleri karşısında elini güçlendirmek üzere bir enstrüman olarak kullanıyor.
Bu üç isim, AKP iktidarının ülkemizi nasıl belalarla baş başa bıraktığının somut durumları olarak görülmeli. Özellikle yandaş medya ve kalemler, bu durumu Türkiye’nin pazarlık kozu, pazarlık gücü ya da “boyun eğmeyişi”
olarak görebilir. Ancak bu zahiri bir durum, başka bir açıdan baktığınızda AKP iktidarının ne yaptığını bilmediği
ve piyasacı ve çıkarcı dış politikasının bir sonucunun yansımasından başka bir şey olmadığı görülecektir.
Örneğin Zarraf’ın önünde yatarım diyen bir İçişleri Bakanı olduğunu hatırlayan var mı? Zarraf ile kurulan ağ
İran üzerinden ticaret hukuku dışına çıkan yöntemlerle İran’dan petrol ve altın üzerine kurulu bir tezgah örgütlenmişti. AKP, çıkarcı ve sermaye seven bir parti olarak her türlü yolu ve yöntemi kendisine meşru gören
ve bu uğurda ‘önünde yatmaktan’ çekinmeyen bakanlar çıkaran bir parti olarak tarihe geçmedi mi? Eğer bu yol
ve yöntemleri kullanmasaydı Zarraf gibi bir olgu, Hakan Atilla-Halk Bank davası bugün ülkemizin gündeminde
olur muydu?
ABD emperyalizmi, Suriye’nin kuzeyinde Kürt kartına oynarken bu davaları ülkemizin başına açan bir iktidarın emperyalizme nasıl mücadele edebileceğini bilen var mı? AKP elini ABD’ye kaptırmış, kaptırdığı eli kurtarmaya çalışıyor. Ancak bu durum bize dış politikada “dik duruş” olarak pazarlanıyor.
ABD emperyalizminin Zarraf kartı ile iyice köşeye sıkıştırdığı AKP iktidarıyla köşe kapmaca oynaması büyük
bir başarı değil, tersine, AKP’nin yanlış dış politikasının sonucundan başka bir şey değildir. ABD emperyalizminin
bu sıkıştırma hamlesine karşı Brunson takas politikası sizce AKP’nin başarısı mı yoksa ABD tarafından çekildiği kuyudan çıkamaması mı? Üstüne üstlük Brunson yüzünden iki bakana yaptırım uygulanması ve doların değer kazanarak ekonominin kriz fay hatlarını harekete geçirdiğini de hesaba katarsak, ortada kimin kazandığı, kimin kaybettiği, kimin hayal dünyasında “kahramanlık” oynadığı açığa çıkacaktır. Hatta daha ileri gidilmiş Fethullah ve Hakan Atilla karşılığı olarak Brunson tutuluyordu, niye verdik eleştirileri bile MHP’den gelmişti. Bugün Gülen
ABD’de villasında, Hakan Atilla ise hapiste yaşamını sürdürüyor, Brunson ise memleketine giderek Trump’ın
seçim yarışına katkıda bulunacak bir kahraman haline geliyor. AKP’nin dış politikada “dik duruş”u işte bu gerçeklerle tuz buz oluyor.
Kaşıkçı ise yine AKP’nin Ortadoğu’ya burnunun bizzat ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda sokmasının bir sonucu değil midir? AKP’nin emperyalizminin çıkarları doğrultusunda misyon edindiği Ortadoğu politikasının özünde Sünni cephe yaratılarak İran’ın etkisinin azaltılmasından başka bir şey değil. Bu politikanı özü, bugün hala ABD ve İsrail tarafından taşınıyor. Müslüman Kardeşler üzerinden Ortadoğu’ya balıklama atlayan AKP iktidarı,
Suudi Arabistan, BAE, Katar ile birlikte bilumum şeriatçı cihatçı çetenin hamiliğini üstlenmek istemiş, evdeki
hesap çarşıya uymayınca ABD eliyle İran’a karşı kurulan Sünni cephe parçalanmıştı. Mısır, Tunus, Libya, Yemen, Suriye’de ortaya çıkan tablo, bölge dinamikleri açısından emperyalist merkezler tarafından yapılan planları alt üst etmiş, AKP ise bu sefer ABD’nin yerleştiği ve Kürt kartına oynadığı Suriye’nin kuzeyi sorunuyla karşı karşıya kalmıştı. Hatta Suudi Arabistan’ın Suriye’nin kuzeyinde ABD destekli Kürt siyasi oluşumuna siyasi ve askeri destek vermesi işin cabası…
Nereden nereye…
Bugün yandaş kalemler, dün İran düşmanlığına bugün Suudi düşmanlığına evrilirken daha dün İslam Ordusu adıyla Suudi Arabistan’daki tatbikata katılan Türk askerinin görüntülerinin üzerini kapatamıyor. Şimdi Kaşıkcı cinayetiyle ortaya çıkan durumdan nemalanmaya çalışan bir AKP iktidarı var. Sizce bu bir başarı öyküsü mü, yoksa yanlışların
ortaya çıkardığı sonucu düzeltmek mi?
Yandaş kalemler büyük bir manipülasyona imza atıyorlar. Zarraf, Brunson ve Kaşıkçı üzerinden şekillenen ülke dış politikası, başarı değil, tam tersine içine çekildiği çukurdan çıkma girişimidir.
Ülkemiz bu çukura bizzat AKP’nin yanlış dış politikaları nedeniyle düşmüştür.