Mizah ve Markopaşa üzerine, Aziz Nesin anısına…
Şimdi tam yüz üç yaşında, iyi ki geçtin bu topraklardan, iyi ki doğdun Aziz Nesin…
Ali Akif Ece
Mizah, asırlar boyunca insanoğlunun en yüce marifetlerinden biri oldu. Yüzyıllar boyunca bizi besledi, hayatta tuttu ve var etti. Türlü farkındalıklar kazandığımız, yaşamımızın her alanına temas eden, ürettiğimiz sanatların tümüne renk katan bu ince ayrım aslında neydi?
Tarihsel olarak ilk ortaya çıkışı M.Ö. 4. yy’a dayanıyor, en azından kayıtlara geçen en erken tarih bu. Eski Yunan medeniyetinde Dionysos şenliklerinde eleştirel bir gülmece olarak tanımlanıyor. (O dönemde insan vücudunda bulunan zararlı dört sıvının, mizah yoluyla kontrol altında tutulduğu düşüncesi Rönesans’a kadar sürüyor.) Batı kültüründe “Humour” olarak geçen mizah, toplumsal işlevi ile değerlendirilmekte, güldürürken sorgulamayı hatta yakıcılığı içermektedir. Keza tarih boyunca eleştiriden beslenen mizah, insanlığın özgürleşebilme, özne olma bilincini ve ideal insan olma özlemini ayakta tutan bir praksistir. En kaba şakadan en ince espriye kadar tüm mizah türleri dikkatli bakıldığında birbirileriyle uyum içindeki olaylar arasındaki çelişkinin aniden ortaya çıkarılmasına dayanır. Diyalektiğin karşıtların birliği kuralıyla da sabit olduğu gibi, gülmek ve ağlamak arasında da zorunlu bir bağlantı vardır. Bu sebeple aslında mizah, diyalektik bir başkaldırıdır.
Süreç içerisinde bugüne kadar yüzün üzerinde mizah teorisi ortaya atılmıştır, bugün ise mizah “Uyuşmazlık Teorisi” üzerinden yorumlanır. Uyuşmazlık teorisi kişilerin mantıksız, münasebetsiz ya da beklenmedik bir durumla karşılaştığında ortaya çıkan komik durumu açıklamaktadır. Kurallara veya beklentilere uymayan bir durumla karşılaşıldığında mizah ortaya çıkmaktadır. Birbirinden farklı iki fikir, düşünce ya da durumun sürpriz bir şekilde bir araya getirilmesiyle mizah meydana gelmektedir. İnsanlar aniden ortaya çıkan bir durumu, farklılıkları not ederler; eğer ortada korkulacak bir durum yoksa bu teoriye göre mizahın oluşmasına ortam sağlanabilir. Bu teori idrak edebilme yetisine önem vermektedir. Kişi, farklılığı kavramadan önce olayın normal seyrine hâkim olmalı ve akli yeteneği değerlendirme yapabilecek kadar yeterli olmalıdır…
Yaşanan olaylara dikkatli baktığımızda mizahın verimsiz, niteliksiz dönemleri aynı zamandan insanlığın en karanlık dönemleridir. Örneğin Ortaçağ’da skolastik düşüncenin hüküm sürdüğü günlerde mizah kilise denetimi altına alınarak oluşturulmaya çalışıldı. Elbette ki mizahın doğasına aykırı bu durum insanlığı düşünmekten yoksun hale getirmiş oldu. Yine ülkemizde mizahın en karanlık dönemleri ise II. Abdülhamid’in otuz üç yıllık istibdat rejiminde yaşanmıştır, tabii bugünleri saymazsak… Mizah hem egemen sınıfların baskısıyla doğar, hem de kendisi doğrudan egemen sınıfların baskısını çağırır. Fakat tarihte görülmüştür ki egemenlere karşı mizah daima galip gelmiştir.
Mizahın güçlü sesi: Markopaşa
Sanatın en fonetik formundan en plastik formuna kadar sızabilmiş mizahı, en fazla birçok sanatın da temeli olan edebiyatta görüyoruz. Dünya edebiyatında, özellikle Reform döneminden sonra edebiyat üzerindeki etkisini iyiden iyiye gösteren mizah için Rıfat Ilgaz şöyle diyor; “Mizah bir biçemdir. Topluma bakış açısıdır. Mizah şiir, öykü, roman olabilir: Tür değil, biçimdir. Mizacımızdan gelen bir özelliktir, bir çeşnidir. Yazı türleri beceri ister, teknik ister. Bunları sağladın mı başarı tamdır. Mizah ne ister? Mizah insanın mizacından geldiği için bilgi değildir, edinilemez. Teknik de değildir. İnsanın yaradılışında bu özellik varsa mizah başarılı olabilir.” Bu söylem aslında edebiyatımızın en kaliteli mizah yaratısı olan Markopaşa’yı anlatıyordu…
1945 yılına girerken Türkiye “demokrasi” arayışı içerisindedir ve çok partili hayata geçmenin yollarını arıyordur. Bu yeni kurulacak düzende sol kesim öngörülmez “Milletin Karakteri” ile uyumsuz olduğu gerekçesiyle adım adım yurt içerisinde solun tasfiyesi başlar. CHP gençlik kolları tarafından bir sokak hareketiyle Tan gazetesi bertaraf edilir, solcu öğretim üyeleri üniversiteden uzaklaştırılır. Bir yıl içinde de İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı, Sendika, Ses, Gün, Yığın, Dost gibi sol eğilimli gazete ve dergileri kapatır. O günlerde Tan gazetesinde en genç köşe yazarı ise Aziz Nesin’dir.
Aziz Nesin Tan gazetesinde başarılı bir köşe yazarıyken, çeşitli gazetelerden teklif almakta ve yazdıklarıyla günden güne ün kazanmaktaydı. Daha sonra Tan gazetesi kapatılınca Aziz Nesin işsiz kaldı, köşe yazarı olduğu günlerde her gün tekliflerle kapısına gelen gazeteler artık Nesin’in mektuplarını dahi yanıtlamadı. Çok zor günler geçirdi, ne yapacağından bihaber geçimini sağlamak adına esnaflığa dahi soyundu. Birkaç ay sonra “Parti Kurmak Parti Vurmak” adlı on altı sayfalık bir broşür çıkarttı, bu broşürleri o zamanlar tütün, su, kâğıt ve benzeri ürünler satan seyyar tezgâhlara bıraktı ve bu yolla uzun süre geçimini sağladı. Aziz Nesin hep bir gülmece dergisi çıkartmak istemekteydi o günlerde, bu dergiyi çıkartabilirse çok satacağını biliyordu. Meseleyi Sabahattin Ali’ye anlattı ve Sabahattin Ali projeye ortak oldu. İlk başlarda Aziz Nesin’in sırtında tomarla bayilere dağıttığı dergi üç ay içinde altmış bin baskı sayısına ulaşmıştı. Kasım 1946’da ilk sayı çıktı. Sabahattin Ali gazetenin sahibi ve neşriyat müdürü, Aziz Nesin ise idare ve yazı işlerinden sorumluydu. Rıfat Ilgaz, 1947 Şubat ayından itibaren kadroya katılacaktı. Markopaşa söylemi var olan mizah anlayışını kökten etkiledi. Muhalif tavrı, meydan okuyan, açık, provoke edici mizahi üslubu, yıkıcı tartışmaları dönemin siyasal ortamını etkileyecek bunun sonucunda siyasal edebiyatımızda “kökü dışarıda” terimi ilk kez Markopaşa için söylenecekti. Tabi ki hal böyle olunca dergi sürekli baskı ve sansür altına girdi, yazarlar birçok kez tutuklandı, dergi sekiz farklı isim değiştirdi (Merhumpaşa, Malumpaşa, Yedi-Sekiz Hasan Paşa, Hür Marko Paşa, Bizim Paşa, Ali Baba ve Kırk Haramiler). Bir süre sonra kendilerini “haftalık dergi” yerine “yazarları içeride olmadıkça çıkan dergi” olarak tanımladılar. Siyasal mizahta bir dönemi açan dergide Mustafa Mim Uykusuz çizerliği üstlendi. Bu denli niteliğe sahip bir derginin dünyada sayılı benzeri vardır. Bugün Türkiye çağdaş edebiyatında, tiyatrosunda ve sinemasında halen Markopaşa’ da yaratılan mizah biçemleri kullanılıyor.
Bugün etrafımızda traji-komik bir olay yaşadığımızda, bürokrasinin yozlaşmasını, kişi ve kurumların yolsuzluklarını, halkımızın umursamazlığını gördüğümüz anda söylediğimiz “tam Aziz Nesinlik” deyimi de boş yere değil elbet. Ülkemizin gördüğü en güçlü mizah kalemi için Mina Urgan anılarında şöyle diyor; “Aziz Nesin üzerine çok yazıldığından, ileride de daha çok yazılacağından kısaca söz edeceğim ondan. Aziz Nesin Türkiye aydınlarının onuruydu. Çünkü hepimizin düşündüğünü, ama dile getirmekten çekindiğini, ancak o söylerdi hiç korkmadan, açıkça. Örneğin çoğumuz tanrıtanımazdık. Bir tek Aziz Nesin “ben tanrıtanımazım” derdi dobra dobra.” Bugün ise ülkemizde popüler kültür ve medyanın aydın diye önümüze koyduğu kişiler maalesef ki cuntacı akademisyenler, İslamcı tarihçiler ve din tüccarı gazetecilerden başkaları değil. İçlerinden bir tarih profesörünün kütüphanesini “Cumhurbaşkanlığı Külliyesi” adlı kaçak bir yapıya bağışlamış olması da tam Aziz Nesinlik doğrusu…
Şimdi tam yüz üç yaşında, iyi ki geçtin bu topraklardan, iyi ki doğdun Aziz Nesin…