Peaky Blinders ve dönemin işçi sınıfı hareketlerine bakış - I
Daha çok müzikleri, oyuncuları ve sinetografisiyle öne çıkarılan Peaky Blinders dizisi, aslında dönemin İngiltere toplumsallığına ve işçi sınıfı hareketlerine de bir bakış sunuyor...
Daha çok müzikleri, oyuncuları ve sinetografisiyle öne çıkarılan Peaky Blinders dizisi, aslında dönemin İngiltere toplumsallığına ve işçi sınıfı hareketlerine de bir bakış sunuyor…
Özer Aydoğdu
Dizinin ilk sezonunun birinci bölümü aile liderimiz, Tommy Shelby’nin atın üzerindeki sahnesiyle başlıyor. İllegal at yarışı düzenleyen çetenin liderinin ilk oyunu da atı sanki büyülenmiş gibi göstermek oluyor. Aslında herkese daha ilk sahneden ana karakterimizin güç için neleri yapabileceğine dair birkaç ipucu verebilir bu sahne.
Dizi içeriği hakkında daha fazla ilerlemeden sizlere ailemiz (çetemiz) hakkında biraz bilgi vermem gerekiyor. Shelby ailesi, yarı Kuzey İrlandalı yarı Roman bir kökenle karşımıza çıkıyor. Ailenin erkeklerinin en temel ayırt edici özelliğiyse, arasına dikilmiş jiletler kullandıkları birer kasket giymeleri. Bu kasketleri kavga ederken, rakip çetelerin üyelerini kör etmek için kullanmaları ise ailemize (çetemize) adını veriyor: Peaky Blinders. Kabaca Türkçe’ye çevirecek olursak; “Sivri Kör Ediciler.”
Ailemiz dört erkek kardeş, bir kız kardeş ve bir teyzeden oluşmakta: Arthur Shelby ailenin en delisi ve en büyük abi olarak karşımızda. Tommy Shelby, zeki ve cesur bir lider; John Shelby, aklı başında ve pek sorumluluk sahibi olmayan üçüncü erkek kardeş ve son olarak Finn Shelby ise dizinin dört sezonu boyunca çocukluktan ergenliğe, ‘Peaky Blinder’ oluşuna şahit olduğumuz en küçük erkek kardeş. Ailenin teyzesi Polly Gray, Tommy’nin hem muhalifi hem de iç sesi. Bir de Finn’den büyük olmasına rağmen aile işlerine hiç bulaşmak istemeyen ve Tommy’nin çocukluk arkadaşı komünist işçi lideri Freddie Thorn’un biricik aşkı Ada Shelby var.
BEYAZ ORDU’YA GÖNDERİLEN SİLAHLAR
Dizinin ilk sezonu, bizlere aslında nasıl bir hikâye anlatılmaya çalışıldığı hakkında çok fikir veriyor. İlk bölümde Chester Campbell isimli askeri kumandan, bizzat Winston Churchill’in emriyle Sovyet devrim tarihinin karşı devrimci tarafı olan Beyaz Ordu’ya gönderilmesi gereken silahların çalınmasının ardından, silahları bulması için görevlendirilir. Kumandan Campbell’ın Birmingham şehrinin komünistlerine, işçi sınıfına ve çetelerine karşı savaşı tam yetki ile başlar. Ama burada önemli bir dip not var, İngiliz hükümetinin çeteleri ya da çete savaşlarını bitirmek gibi bir derdi kesinlikle yoktur. Nitekim Campbell’ın kişisel düşmanlığına rağmen, Churchill ile olan sahnelerinde görürüz ki İngiliz politikacı kumandana çetenin üzerine giderken temkinli davranmasını çünkü gelecekte onlara ihtiyaç duyabileceğini birkaç kez belirtir. Ve ne zaman kumandan çetenin üzerine oynasa, hep Churchill tarafından dizginlenir.
Özellikle Birmingham gibi gün geçtikçe sanayinin büyüdüğü ve işçi sınıfının da, zamanının konjonktürü içinde güçlendiği bir şehri göz önüne alırsak, Churchill ve İngiliz hükümetinin, Sovyet devriminden oldukça etkilenen İngiliz işçi sınıfının bir kolunu, çalınan silahları bahane ederek vahşice alaşağı etmeye çalışması dizide alenen işlenmiştir. Tabii ki en son tahlilde bu bir dizi ve bir kurgudan oluşmakta ama bizleri ilk sezondan diziye bağlayan nokta, çete savaşlarının ya da yozlaşmış çeteci anlayışın yanında, 1919 İngiltere’sinin toplumsal olaylarını atlamadan, bütün çıplaklığı ile yansıtıyor oluşu.
CHURCHILL’IN SINIF DÜŞMANLIĞI
İlk sezondan başlayarak diğer sezonlarda da devam eden, Winston Churchill isimli sınıf düşmanının Hollywood ve İngiliz burjuva medyasının övdüğü gibi bir kahraman olmadığını, tam tersine kalleş ve alçak bir sınıf düşmanı olduğunun anlatılması ise dizinin başka bir artısı.
Dizinin ilk sezonundaki bir başka güzellik ise komünist işçi lideri Thorn ile çete liderimiz Tommy arasında geçen diyaloglar. Tommy ve Thorn çocukluk arkadaşlığının yanında bir de Birinci Dünya Paylaşım Savaş’ı sırasında Fransa–Almanya sınırında tünel kazıcısı olarak asker arkadaşlığı yapmışlar. Diyaloglardan anlayabildiğimiz üzere Tommy askere gitmeden önce, Thorn ile benzer akla sahip. O dönemlerde zulüm ve yoksulluk içinde yaşayan insanları koruyan ve ailesi için dönemin vahşi kapitalizmine direnen bir karakterken; savaştan sonraysa hali hazırda illegal işler yapan aile üyelerine hem akli hem de fiili olarak liderlik eden birine dönüşüyor. Gücün sınıftan geldiğine değilde gücü elinde tutanları köşeye sıkıştırarak ele edildiğine inanmaya başlıyor. Dizi, Tommy Shelby karakteri üzerinden, hem Cillian Murphy’nin usta oyunculuğu hem de senaryonun kusursuz kurgusuyla savaşın bir karakteri nasıl değiştirebileceğini harikulade bir şekilde işliyor.
Toparlayacak olursak, tabii ki bu dizi bir BBC dizisi; yani İngiliz devlet kanalının yapımcılığı altında ve sosyalizm propagandası yapmak gibi bir derdi yok. Ama birçok izleyenin sandığı üzere, sadece bir çetenin gelişimini anlatan bir dizi de değil. Çeteleri ve kendi aralarındaki savaşmalarını anlatılırken, İngiliz toplumunun bu şekilde yozlaştırılıp, komünist mücadele ve sınıf siyasetinden uzaklaştırılmak istenilmesi bütün çıplaklığıyla işleniyor. Dizi, Tommy karakterinden hiçbir şekilde kahraman yaratmaya çalışmıyor, tam tersine karakterin güç için ne kadar iğrenç işlere imza atabileceğini de açıkça anlatılıyor…
Yazının ikinci bölümünde görüşmek üzere.