Program ve plan

Plan mı? Planın basit versiyonları terk edileli çok uzun süre olmuş olup, bir kez daha başvurulacak bir araç olarak iktidar ve sermaye çevreleri tarafından değerlendirilmemektedir...

Planlı ve programlı yaşam yaşı büyük olanların küçük olanlara verdiği tavsiyelerin başında gelir. Haksız da sayılmazlar, karmaşık ilişkilerin hâkim olduğu günümüzde zaman kayıplarını ve hataları engellemenin biricik yolu plan ve program yapmaktan geçiyor. Peki, ama gündelik yaşantımızda bir arada kullanılan bu kavram siyaset dilinde de aynı şekilde kullanılabilir mi?

Kullanılabilir ama bazı farklılıkları başa yazmak gerekiyor. Program ve plan birbirini tamamlasa da, birinde temel ilkeler ve çerçeve çizilir, diğerinde ise hedefe ulaşılacak adımlar belirlenir. Biri yol göstericidir, diğeri ise kapsadığı konu itibariyle belirleyicidir. O nedenle siyasette, özellikle ekonomik meselelerde bu ikisinin ayrımını yapabilmek ve araçları ona göre kullanmak gerekiyor.

Bu anlamda geçtiğimiz hafta Bakan Albayrak tarafından açıklanan program çerçeve çizici bir özelliğe sahip. Detay bilgiler içermesi, bazı hedeflerin belirlenmiş olması ise sadece bir “temenni” özelliğinden fazlasına sahip değildir. Yeni Ekonomik Program adıyla açıklanan metnin içeriği bu anlamda kriz ortamında sermaye sınıfının beklediği çerçevenin genel hatlarıyla ifade edilmesinden başka bir şey değildir.

Plan mı? Planın basit versiyonları terk edileli çok uzun süre olmuş olup, bir kez daha başvurulacak bir araç olarak iktidar ve sermaye çevreleri tarafından değerlendirilmemektedir.

Yeni Ekonomik Program bu anlamıyla piyasacı ekonominin ve sermaye sınıfının çıkarlarını temsil etmektedir. İçeriğindeki tutarsızlıklar ve çizdiği “iyimser” hava ile bir kez daha hedefi tutturamayan bir metin çıkartıldığı yazılıp çizilebilir. Ama esas belirleyici nokta programın içeriğidir. Programda, belirleyici içerik kriz koşullarında sermayenin iç dönüşümünün gerçekleştirilmesi, krizin yarattığı maliyetlerin emekçilere yansıtılması ve pazar farklılaşmasının, bu anlamıyla dış kaynak transferinin, sağlanmasıdır.

Programın detaylarında bu üç özelliğin birden var edildiği rahatlıkla gözlemlenebilir. Sermaye sınıfının uzun bir süredir tasavvur ettiği yeni sektörleri yaratılması gündeme alınmış durumda. Bunun arkasında yatan neden krizin nedenlerinden biri olan iki maliyet kaleminin, enerji ve makine ithalatının, ciddi anlamda kendini hissettirmesinden kaynaklanmasıdır. 90’lardan bu yana her kriz döneminin sermayenin iç bileşeninde belirleyicilikleri değiştirdiği düşünüldüğünde bu adımın atılmasının zorunlu olduğu görülecektir.

İlaç, kimya, petrokimya, enerji, makine/teçhizat, yazılım gibi sektörlerin öncelik olarak belirlendiği programda, bu sektörlere dönük olarak dış kaynak transferi gerçekleştirilmek istenecektir. [1] Bu nedenle de Çin, G.Kore vb.. Asya ülkelerine açılmak istendiği anlaşılıyor. Ancak burada esas önemli olan, önümüzdeki dönem adı geçen sektörlerde sömürü mekanizmasının katmerlenerek artacağı anlamına gelmektedir. Kriz koşullarında ve daha sonraki dönemlerde bu sektörlerde canlı bir işçi sınıfı mücadelesi verilmesi olasıdır.

***

Buna ek olarak bütün emekçilerin hayatını doğrudan etkileyecek adımların da atılacağı görülmekte. Yeni Ekonomik Programın vitrine koyduğu “tasarruf tedbirleri” kavramının altını kazıyınca ortaya çıkan reel ücretlerin düşürülmesi, sosyal hakların gaspı ve kitlesel işsizliğin artışıdır. Özellikle işsizlik oranlarının çift haneli olarak kabul edilmesi, kıdem tazminatı fonunun uygulamaya konulacağının beyanı, zorunlu bireysel emeklilik uygulamasının üç yıla çıkartılması bu adımların birer göstergesidir.

Bu göstergelerden feyz alan sermaye sınıfı da daha cüretli adımlar atma fırsatı buluyor. Ankara Sanayi Odası Başkanı’nın “sanayici maaşları ödeyemiyor, maaşlar İşsizlik Fonu’ndan karşılansın” talebi bu programın ruhundan kaynaklanmaktadır. Hâlbuki İşsizlik Fonu’nun oluşumu zaten işçilerin ücretlerinden kesilen katkılarla oluşturulmaktadır. İçindeki işveren ve devlet katkıları ise gene işçinin ücreti üzerinden değerlendirildiği için fon tamamen işçilerin ücretleriyle kurulmuş durumda.

Uzun yıllardır bu fonun farklı amaçlarla yağma edildiği bir gerçek. Birleşik Metal Sendikası’nın Araştırma Merkezi’nin yayınladığı rapora göre fonun amaç dışı kullanımı yüzde 60’lara dayanmış durumda. Bu durumda sermaye sınıfının ücretleri fondan kullanma önerisi sömürünün daha sert bir biçimde devam etmesini sağlamak için.

Dolayısıyla böyle bir ortamda işçi sınıfı için ciddi bir mücadelenin ortaya konulması bir zorunluluk haline gelmiş durumda. Bu mücadelenin bazı çevrelerin iddia ettiği gibi Ekonomik Sosyal Konseyin toplanmasını istemekle mümkün değil. Bu istek, kriz koşullarında işçi sınıfını sermayenin etrafında toplamak anlamına gelir.

Hâlbuki sendikalaşma mücadelesi veren Flormar, Cargill işçilerinin, insanca bir çalışma ortamı için mücadele eden üçüncü havalimanı işçilerinin talepleri böyle karşılanamaz. Bu taleplerin mantıki sonuçlarına varması ise yeni bir programla ve planlı ekonomiyle mümkün olur.

Esas tartışmaya başlamamız gereken nokta burasıdır. Bu tartışmayı başlatmaya hazır mıyız?

Notlar

[1] Ayrıntılı bilgi için: Yeni Ekonomik Program, Hazine ve Maliye Bakanlığı, s.13-16