12 Eylül: Askeri cuntadan AKP’ye süreklilik
04-03-2018 12:04Diğer yandan bugünkü gerici tablonun ve AKP’nin uygulamalarının 12 Eylül ile ne kadar bağlantılı olduğu çok daha net bir şekilde gözükmektedir. AKP’nin teorik, ideolojik çerçevesi ve politik adımlarının ilksel uygulamaları 12 Eylül ve 12 Eylül sonrasının ilk iktidarları ile başlamıştır. Geride bırakılan 37 yılda ise, Cumhuriyet’in kazanımlarının tasfiyesi, solun tasfiyesi ile istenilen piyasacı, tekelci, gerici, emperyalizme daha bağımlı bir Türkiye’nin ortaya çıkması olmuştur.
Bayram Öztürk
12 Eylül 1980 darbesi üzerinden hemen hemen 37 yıl geçmiş olmasına rağmen hem darbeyi hem de etkilerini halen konuşmakta ve tartışmaktayız. Herkesin üzerinde hem fikir olacağı şey 12 Eylül’ün sadece askerlerin darbe yapıp yönetimi ele aldıkları, sıkıyönetim ilan ettikleri, insanları tutuklayıp onlara işkence ettikleri bir tarihsel olay olarak ele alınamayacağıdır. 12 Eylül’ü bunun çok ötesinde ekonomi-politik ihtiyaçların ürünü olan ve etkileri 2018 Türkiye’sine kadar uzanan bir müdahale olarak tanımlamak genel geçer bir doğru olacaktır. En azından 12 Eylül’ün AKP ile sürdüğünü söylemek bugünkü sonuçları açısından bir örnek olacaktır.
12 Eylül dinci-gericilik, faşizm ve AKP
2010 referandumunda sabah akşam 12 Eylül’ün ne kadar kötü olduğunu hem iktidar sahiplerinden, hem ittifaklarından, hem de fikirleri iktidarda kendileri içeride olmuş olan faşist ve yobazlardan fazlasıyla dinledik. Hatta dönemin başbakanı mektupları okuyup ağlamıştı. Bu duruma tav olan “solcuları” da unutmamak gerek. Bugün onlar da kandırıldık deseler de, bizce görevlerini ifa ettiler. Peki gerçekten bundan 8 yıl önce hüngür hüngür ağlatacak kadar kötü olan 12 Eylül’e dinci-gericiler ve faşistler karşı mıydı ya da aralarındaki ilişki nasıldı?
Emperyalizmin desteği ile gerçekleşen 12 Eylül darbesi, sonrasında milyonlarca insanın fişlendiği yüzbinlercesinin gözaltına alındığı, binlercesinin onyıllarca yıla mahkum olduğu, 50 kişinin asıldığı ve sonuçları karanlık bir Türkiye olan bu darbeye öncesinde ve sonrasında yobazlardan ve faşistlerden ne gibi tepkiler geldiğine kimi alıntılarla bakmakta fayda olacaktır.
İlki, emperyalizmin Türkiye’deki önemli taşeronu 15 Temmuz darbe girişiminin örgütleyicilerinden şu an ise ABD’de saklanan Fethullah Gülen’den. Kendisi Komünizmle Mücadele Derneği’nin Erzurum’daki kurucularından olan F. Gülen, aslında şu anki iktidar sahiplerinden farklı bir geçmişe sahip değil. Sosyalizm düşmanlığı, dincilik, sermaye ve emperyalizme uşaklıkta farklı olmayan ve maklubeli toplantılarda müritlerinin Atatürk için “malum şahıs” ifadesini kullandıkları bu kişi Sızıntı dergisindeki yazılarında müdahale sonrasında şunları kaleme alıyor;
“Ve işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tulûu (ışığı) saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekâsına alâmet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihâlelerin (dönüşüm) son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.” (F. Gülen, SızıntıDergisi, Cilt 2, Sayı 21, 1 Ekim 1980.)
12 Eylül sonrasında 24 Ocak kararlarının uygulanabileceği Türkiye’yi dinci-gericilik ile oluşturmaya çalışanların bu işi uygulayacakların önünü açmaması beklenemezdi. 12 Eylül sonrasında İmam Hatip okulları sayılarındaki artış, sola karşı dini kullanarak camii ve mahalle arası ilegal Kur’an kurslarının artışı ve görmezden gelinişi, faşist General Evren’in mitinglerinde bile din propagandası yapıyor oluşu toplumsal alanın biçimlendirilmesi açısından önem arz etmektedir. Devrimciler, işçiler, öğrenciler ve 12 Eylül öncesinde sol safta yer alanlarçeşitli derecelerde cazlandırılırken dinci parti ve yöneticilerinin birkaç yıl hafif hapis cezaları sonrası siyaset ve ekonomi hayatlarına geri dönüşleri sağlanmıştır. MSP’de siyaset yapan Süleyman Arif Emre, Siyasette 35 Yıl adlı kitabında şunları ifade etmekte;
“Bizler 12 Eylül hareketi olunca, gelen askeri yönetimin, bizim ilk defa yeni bir yörüngeye oturttuğumuz dış politikayı değiştireceğinden endişe ediyorduk. (…) Ama tam tersine, bizim bu konuda başlattığımız ve geliştirdiğimiz münasebetleri daha da geliştirmek için çaba sarf ediyorlardı. (…) Askeri yönetim, bir taraftan bizleri bu işleri yaptık diye yargılatırken, diğer taraftan çizdiğimiz dış politika çerçevesi dışına çıkmamışlardı. Bizler onların cezaevinden çıkamazken onlar da bizim fikir çerçevemiz içerisinde hapis olup kalmışlardı.”
“Mahkemede ilk ifademizi vermeye başladık. (…) Beyanlarımızda, Milli Görüş’ün unsurları olan 7 prensibin (12 Eylül döneminde) devlet politikası haline geldiğini.(…) anlattık, açıkladık. (…) 12 Eylül hareketinden sonar suçlanan kapatılan siyasi partilerden sadece Milli Selamet Partisi ve onu temsil eden kadrolar aklanarak, yüzüak, alnı açık olarak çıkmışlardı.” (Aktaran Cengiz Özakıncı, s.229–230).”
Yukarıdaki alıntılara bakarak aslında Soğuk Savaş dönemi Yeşil Kuşak projesi ile Ortadoğu ve Yakın Asya’da Sovyetlere karşı cephe oluşturan emperyalizmin politikaları ile önü açılan dinci-gericiliğin asker eli ile ana yönelim politika haline nasıl getirildiğini görmekteyiz. Bugün AKP’yi kuran kadroların kökenleri itibari ile MNP-MSP-RP-Fazilet geleneğinden geliyor olmaları bu uluslararası ve ulusal gericileşme politikalarının önemli parçaları olduğu gerçeğini bir kere daha akılda tutmak gerekiyor.
Faşist hareketin 12 Eylül sonrasına uyum sağlaması da pek sıkıntılı olmayacaktı, çünkü ideolojik ve politik motifler örtüşmekteydi. Hatta o kadar örtüşmekteydiki, biz içerideyiz ama fikirlerimiz iktidarda diyebiliyorlardı.
1987 yılında yapılan liderlerin siyaset yasağının kalkması yönündeki referandum sonrasında Alparslan Türkeş tekrar siyasete girmişti. Eski MHP’lilerin bir kısmı davadan dönmüş ve paranın partisi ANAP’a girmişlerdi. Diğer yandan MHP içindeki tartışma ise oldukça ideolojik ve politik idi, çünkü taraflardan biri daha İslamcı tonu taşımaktaydı ve daha ileride BBP’yi kuracak ekibi içeriyordu. Bu ekibin çizgisi ise, Türkiye’nin daha da İslamcılaşmasını savunuyordu.
12 Eylül sonucu üzerine
12 Eylül sonrası devlet iktidarını ellerinde bulunduranlar 24 Ocak karakları ile beraber daha dışa bağımlı, sömürgeleştirilen bir Türkiye’yi yaratırken bunu sorgulamayacak, tartışmayacak ve karşı gelmeyecek halk kitleleri yaratmak istiyorlardı. Bu da geçmişden o güne gelene kadar sorgulayan kitlelerin ortaya çıkaran kanalların ortadan kaldırılması ile mümkün olabilirdi. Sol bu şekilde tasfiye edilirken, solun boşalttığı alana dinci-gerici, Türk-İslam sentezci unsurlar doldurulmaya çalışılıyordu. Bu açıdan FETÖ terör örgütünün kadro kaynaklarının artması, genişlemesi, eğitim alanında, silahlı kuvvetler ve güvenlik alanında ve bürokraside örgütlenmesinin böyle bir döneme denk gelmesi sürpriz değildir.
Diğer yandan bugünkü gerici tablonun ve AKP’nin uygulamalarının 12 Eylül ile ne kadar bağlantılı olduğu çok daha net bir şekilde gözükmektedir. AKP’nin teorik, ideolojik çerçevesi ve politik adımlarının ilksel uygulamaları 12 Eylül ve 12 Eylül sonrasının ilk iktidarları ile başlamıştır. Geride bırakılan 37 yılda ise, Cumhuriyet’in kazanımlarının tasfiyesi, solun tasfiyesi ile istenilen piyasacı, tekelci, gerici, emperyalizme daha bağımlı bir Türkiye’nin ortaya çıkması olmuştur.