PUSULA | Bugünden Lozan’a
22-07-2018 08:33AKP uzun yıllar açıktan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi Lozan Antlaşması’nı tartıştırdı...
H. Murat Yurttaş
AKP uzun yıllar açıktan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi Lozan Antlaşması’nı tartıştırdı. Halifeliğin kaldırılmasına ilişkin gizli maddeler gibi safsataların ötesinde 12 Adalar’ın İtalya’ya bırakıldığına dair yalanlar ve Boğazlar’ın tartışmaya açılması gibi izansızlıklar da bu tartışmanın gündeminde yer aldı. AKP’nin duvara toslayan Ortadoğu politikasının bir parçası olan Lozan tartışmaları aynı zamanda AKP ve siyasal İslam’ın bu topraklara ne kadar düşman olduğunun da bir göstergesi.
Tüm dünyada komplo teorileri en fazla sağın “kasabalı” tabanı arasında taraftar bulur. Doğrudan veya dolaylı olarak büyük sermaye tarafından finanse edilen kanallardan yayılan dünyanın aslında birkaç aile tarafından nasıl yönetildiğine ilişkin kimi gerçeklerle harmanlanan saçmalıklarla bir yandan sermaye karşıtı mücadele manipüle edilirken bir yandan da bir gölge dövüşü sayılabilecek bu hikayeler arasında gerçeği gizleme imkanı da elde ediliyor.
Türkiye’de siyasal İslamcıların bu açıdan temel hedeflerinden biri her zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi olan Lozan Antlaşması oldu. Gizli maddelerden memleket topraklarının nasıl terk edildiğine halifelikten son dönemdeki “Kanal İstanbul” deliliğini kabul ettirmek için Boğazlar’ın tartışmaya açılmasına kadar pek çok yalan, safsata ve izansızlık ortaya saçılıp duruyor.
Gericiliğin Türkiye tarihindeki yeri
Türkiye modernleşmesinde iki ana akım tespit edebiliriz. Jön Türkler’den başlayan modernleşme serüveninin bir kolu İttihat ve Terakki ile 2. Meşrutiyet ve Kemalizm ile Cumhuriyet uğraklarından geçmiştir. Bu kol merkeziyetçi, kamucu, kalkınmacı, laik ve bağımsızlıkçıdır. Bugün tarihsel olarak komünistlerin içerip aştığı veya aşacağı çizgi budur. Diğer bir kol ise Hürriyet ve İtilaf, Serbest Fırka, Demokrat Parti, Anavatan Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nde kendini bulan ademi merkeziyetçi, piyasacı, liberal, mandacı ve işbirlikçidir. Bugün bu karşı devrimci kol belki de ilk defa bütünüyle üstünlük sağlamış görünmektedir.
Bu tarihsel kanatlardan birinin imzaladığı Mondros Ateşkesi ve Serv Antlaşması’na karşı Türkiye’nin kurtuluş ve kuruluş metinleri sayılması gereken Mudanya Ateşkesi ve Lozan Antlaşması imzalanır. Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına engel olamayan askerler en azından Anadolu’nun bütünlüğünü koruyarak anayurdu kurtarmış olurlar. Bağımsız bir ülkenin kuruluşu anlamına gelen Lozan Antlaşması’nın değeri ve anlamı budur. Türkiye Cumhuriyeti’nin sonraki yolculuğundaki tercihlerine rağmen bu değer ve anlam vurgulanmalı.
Öte yandan bir başka nokta daha vurgulanmalı. Kurtuluş Savaşı’nın hemen öncesinde gerçekleşen Büyük Ekim Devrimi emperyalizmin Birinci Dünya Savaşı’ndaki çok uluslu imparatorlukları parçalama emelinin önüne dikilmişti. Lenin’in ve genç Sovyet Devrimi’nin ulusların kendi kaderini tayin hakkı siyaseti ile incelikli bir şekilde ördükleri direnç Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşması için de önemli bir dayanak oluşturdu. Sovyet iktidarının anti-emperyalist siyaseti Lozan Antlaşması’nda da onun tamamlayıcısı Montrö Antlaşması’nda da Türkiye’nin yanında yer aldı. Elbette bu durum emperyalizmin gönüllülüğünden ziyade mecburiyetlerine ilişkindi.
20. yüzyılın başına dönüş
Sovyetler Birliği ve sosyalist blokun çözülüşü ile birlikte emperyalizm yeni bir saldırı dalgası başlatırken esasında Sovyetler Birliği nedeniyle kabullenmek zorunda kaldığı dünyayı da yeniden şekillendirecekti. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu, Orta Asya ve Afrika’da ülkelerin sınırları yeniden çizilip yeni devletler kuruldu ve kurulmaya devam ediyor.
Artık çok uluslu imparatorluklar olmasa da her etnik, dinsel veya bölgesel kimliğe bir devlet verilmesi gündemdeydi. Bu anlamda, farklı bir düzlemde de olsa tekrar 20. yüzyılın başına dönen bir dünya ortaya çıktı. Bu çerçevede emperyalist ülkeler dışında tüm ülkelerin sınırları da tartışmaya açıldı.
Türkiye de bu anlamda emperyalizmin hedefinde sayılması gereken bir ülke. Sovyetler Birliği’nin desteğinin de büyük katkısıyla bağımsızlığını ve Boğazlar üzerindeki egemenliğini sağlayan bir ülke olarak Türkiye’nin özellikle son 20 yılda kendisine dayatılan dönüşümü yerine getirmesi onu daha ağır saldırılardan azade tutsa da Lozan Antlaşması’nın ortadan kaldırılmasının emperyalizmin bir “düşü” olduğu söylenebilir.
AKP’nin Lozan “sorunu”
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), sadece özellikle 2007 sonrasında emperyalizmin Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Orta Asya planlarında aktif rol üstlenmeye çalışmasıyla değil Türkiye’ye dayatılan bu dönüşümün yürütücüsü olmasıyla da bu anlamda öne çıkan bir siyasi özne oldu. Ahmet Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” diye pazarladığı “Yeni Osmanlıcı” dış politikanın duvara tosladığını ve Türkiye’nin bu süreçten büyüyerek çıkmayacağı anlaşıldı.
Ancak bu anlaşılıncaya kadar yaşanan süreçte AKP’nin Lozan Antlaşması ile uğraşırken söylemek istediği bu sınırları büyütme ihtimalinin bir yansımasıydı. Nitekim Türkiye’nin bu yoldan geri dönmesiyle AKP’nin de ağız değiştirerek Lozan Antlaşması’na sarılmaya başladığını gördük.
Türkiye’de gericilerin binbir yalan ve safsatayla saldırdıkları Lozan Antlaşması’nın bir “Osmanlı-Türkiye” hesaplaşması olduğu açık olmalı. AKP emperyalizmin dayattığı dönüşüm sırasında gördüğü genişleme hülyalarının etkisiyle saldırdığı Lozan Antlaşması’nın “kıymetini” sonradan anlaması da aslında yukarıdaki tabloyu doğruluyor. Bugün Boğazlar rejimini Türkiye’nin egemenlik haklarını tartışmaya açtıracak şekilde “Kanal İstanbul” adıyla pazarlanmaya çalışılan projenin de sonuçta uğrayacağı akıbetin benzer olacağı söylenebilir.
Yerli ve milli olduğu iddiasında olanların Türkiye’nin tapusu niteliğindeki bu uluslararası antlaşmaları tartışmaya açmalarının bu iddialarının samimiyetinin en büyük ölçütü olduğu kabul edilmeli.
PUSULANIN DİĞER YAZILARI
PUSULA 1 – Emperyalist Paylaşım Savaşı ve Osmanlı
PUSULA 2 – Lozan’dan önce Lozan’dan sonra
PUSULA 4 – Ekim’den Lozan’a Sovyetlerin Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’na Bakışı