Zafer Aksel Çekiç
Kendine özgü bir sosyalizm yolunda olduğu iddiasındaki Çin, ABD’ye karşı en büyük potansiyeli barındırması nedeniyle genel olarak bir ilgi uyandırsa da, büyük bir montaj imparatorluğundan bir dünya gücüne giden uzun bir yol var
BRICS ülkeleri içinde en öne çıkan ülke kuşkusuz Çin. Dünyanın en büyük nüfusuna ve ekonomisine sahip ülkenin ABD’nin yerine yeni bir lider olarak ortaya çıkıp çıkamayacağı soruları hararetli tartışmalara neden oluyor.
Dünyada, İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan ve Soğuk Savaş koşullarında şekillenen mevcut emperyalist sistemin bu haliyle devam etmesini zorlaştıran bir eğilim var. ABD ve İngiltere arasındaki yakınlık ile Almanya-Fransa-İtalya arasında belirlenen ve Avrupa Birliği arasında artan bir rekabet olduğu görülüyor.
Öte yandan göze çarpan bir diğer durum da, bir yenilik sayılması gereken Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’nın bölgesel güçler olarak öne çıkması. Bunların içinde ise Çin tek başına ve mutlak olarak emperyalist sistemin karşısında bir önem arz ediyor.
Her şeyi büyük “katma değeri” küçük ekonomi
Çin ekonomisine bakıldığında, bugün yaratılanın aslında devasa bir montaj imparatorluğu olduğu fark ediliyor. Çin’in olağanüstü bir hızda aldığı yabancı yatırımlara rağmen ancak son birkaç yıl içinde niteliksel bir büyümeyi hedeflemeye başladığı biliniyor.
Bu açıdan popüler bir örnek açıklayıcı sayılabilir. Çin’in dış ticaret istatistiklerine yansımayan ancak ülkedeki üretimin katma değerinin aslında çok düşük olduğunu gösteren “iPhone” imalatlarına bakıldığında, Çin’in bu ürünlerden ABD’ye karşı sağladığı dış ticaret fazlası 13 milyar doları geçiyor. Ancak, aynı hesaplamayı yaratılan katma değerler üzerinden yaptığınızda ABD sadece Çin’e karşı “iPhone” ürününden 7 milyar dolardan fazla ticaret fazlası veriyor. Bunun nedeni Çin’de yapılan üretimin “iPhone” ürünlerinin toplam maliyeti içindeki payının sadece yüzde 4 olması ve bu ürünlerin yarattığı katma değerin en fazla yüzde 10’u Çin’de kaldığı halde ürünün tüm maliyetlerinin Çin’den ABD’ye ihraç edilirken fiyatın içinde kalması.
Bu durum Çin’in önemini ve potansiyelini küçültmese de bugünkü gücünün abartılmaması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu montaj imparatorluğunun niteliksel bir sıçramayla dönüşmeden beklentileri karşılamasının mümkün olmadığı rahatlıkla söylenebilir.
“Monte et ve sat” ile nereye kadar?
Nominal olarak dünya ikincisi olsa da satın alma gücü bakımından dünyanın en büyüğü olan Çin, 1980’lerden sonra 30 yıl gibi kısa sayılabilecek bir sürede olağanüstü bir büyüme yaşadı. Bununla birlikte, 1,4 milyarlık dünyanın en kalabalık nüfusunun içinden 807 milyonluk devasa bir işgücüne sahip ülkede, nüfusunun yüzde 29’u tarımda, yüzde 30’u sanayide ve yüzde 41’i hizmet sektöründe çalışıyor. Bu nüfusa göre milli gelirin yüzde 9’u tarım, yüzde 40’ı sanayi ve yüzde 51’i ise hizmet sektöründen sağlanıyor.
Öte yandan, 9,6 milyon kilometrekarelik yüzölçümü ile kıyaslandığında Çin’in doğal kaynaklar açısından zengin sayılamayacağı söylenebilir. Hızlı büyüyen ekonominin ihtiyaçlarını karşılamak üzere, doğal kaynaklarını büyük miktarlarda üretmekle birlikte pek çok alanda büyük bir hammadde ihtiyacına sahip bir durumda.
Çin çok büyük ölçekte dış ticaret fazlası vererek büyüyor. İhracatı 2010’daki 1,75 trilyon dolardan 2015 yılında 2,37 trilyon dolara yükselirken, aynı yıllarda ithalatı sırasıyla 1,1 trilyon dolar ve 1,27 trilyon dolar olarak gerçekleşti. İhracat kalemlerinin yüzde 48’ini makineler, yüzde 13’ünü giyim ve tekstil, yüzde 8,7’sini metaller ve mineraller, yüzde 5’ini kimyasal ürünler, yüzde 4’ünü taşıtlar, yüzde 4’ünü plastik ürünler ve yüzde 3’ünü aletler olurken ithalat kalemleri ise yüzde 32,5 ile mineral ve değerli metaller de dahil olmak üzere metal hammaddeler, yüzde 25 ile makineler, yüzde 13 ile taşıtlar ve aletler, yüzde 8 ile kimyasal ürünler, yüzde 5 ile plastik ürünler, yüzde 8 ile hayvansal ve bitkisel ürünler oldu.
Çin 2011’de ABD’ye karşı 275 milyar dolar ve Avrupa Birliği’ne karşı 92 milyar dolar dış ticaret fazlası verdi. Benzer şekilde Meksika, Hindistan, Kanada ile birlikte İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya ve Türkiye gibi ülkelere bakıldığında da 20 ile 35 milyar dolar arasında dış ticaret fazlası bulunuyor. Bununla birlikte Güney Kore’ye 88, Tayvan’a 87, Malezya’ya 37, Avustralya’ya 35, Almanya’ya 32, Suudi Arabistan’a 30 ve Japonya’ya 21 milyar dolar ticaret açığı verdi.
Bu haliyle Çin’in bir montaj imparatorluğu olduğu tespiti abartılı görülmemeli. Özellikle Güney Kore, Tayvan ve Malezya’ya karşı verilen dış ticaret açıkları da büyük ölçüde bu ülkelerde imal edilen parçaların Çin’de birleştirilmesine dayalı üretim modelinin bir sonucu.
Çin ekonomisi aynı zamanda, 2016 yılı itibariyle, 2,9 trilyon dolarlık bir yabancı sermaye yatırımı çekerken Çin’in doğrudan yatırım stoku 1,3 trilyon doları buluyor. Gelen yabancı yatırımların neredeyse yarısı ise imalat sektörüne yapılıyor.
Büyüyen ekonomi büyüyen gerilimler
Sosyalizmden devralınan planlama, ülkenin ekonomik kalkınmasına katkı sunuyor. Son birkaç yılda büyüme oranının düşürülerek daha niteliksel bir hal almasına öncelik verilmesi gibi “Tek Kuşak Tek Yol” projesi de Çin’in etkisini arttıracak.
Fakat Çin’in sanayi odaklı ekonomisi geliştikçe sorunları da artıyor. ABD’nin dünya ticaretini şekillendirme çabaları ile en fazla çatışmayı Çin yaşıyor. Çin’in hammaddelere sürekli erişimini sağlamak için yaptığı yatırımları koruması gerekiyor. Bu hem dünya ticaretine ilişkin tartışmaları hem de yaşanan gerilimleri büyütüyor. Son yıllarda gösterilen tercihler Çin’in planının iktisadi göstergelerini bu rekabete hazırladığını açıkça ortaya koyuyor.
Çin’in en büyük gücü devasa nüfusu olsa da, nüfusu yaşlandıkça sorunları da artıyor. Yaşlanan nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak kadar genç ve çalışabilir nüfus bulunamaması tehlikesine karşı “tek çocuk” politikası ikinci çocuğa izin verecek şekilde gevşetildi. Ayrıca Çin’de bir eksik istihdam sorunu yaşanıyor. Düşük ücretler, esnek istihdam modelleri gibi nedenler ciddi bir işsizlik olasılığını barındırıyor.
Çin’in tarihsel sınır sorunlarının yanı sıra giderek artan ve derinleşen yeni sorunlarla da mücadele etmesi gerekiyor. Çin’in enerji kaynaklarına erişimini en azından maliyetleri arttırarak zorlaştırmak üzere Myanmar’da “Arakan”, ülke içinde “Doğu Türkistan” gibi cihatçı terör sorununun başına bela edilmek istendiği görülüyor.
Çin, BRICS ülkeleri içinde “en çok gelecek vaat eden” ülke. Emperyalist sisteme liderlik etmesinden çok ayrı bir kutup oluşturma potansiyelinin daha öne çıktığı görülüyor. Ancak Çin’in attığı her adımda daha büyük sorunları çözmesi gerekiyor.
Pusula 1: Brezilya: Latin Amerika’nın makus talih
Pusula 2: Rusya: Sovyet mirası ve doğal kaynaklar yeter mi?
Pusula 3: Hindistan: Kastların ekonomisi
Pusula 5: Güney Afrika: Irkçılıktan BRICS’e