Behiç Oktay
Renkli devrimlerin en önemli özelliklerinden biri de genel olarak emperyalizmin “barışçıl” yollarla mevcut ülkelerdeki iktidar değişikliklerine yol açmasıdır. Ancak bu süreçlerin de kendi içinde bir saldırganlık taşıdığını söylemeliyiz
Emperyalizmin müdahale biçimleri içinde belki de en çok tartışmaya açık olanı halk hareketi kılığındaki emperyalist müdahalelerdir. Geçmişte ve özellikle günümüzde bir ülkede halkın sokağa dökülmüş olmasını, bazı kesimlerin hemen “devrim”, bazı kesimlerin ise hemen “emperyalist müdahale” olarak damgalamasıyla sık sık karşılaşıyoruz. Bu ezberci anlayış, bu kesimlerin siyaseten dış politika okumalarında ve sonrasında bu tarz durumların Türkiye’deki yansımalarının hatalı değerlendirilmesine yol açıyor.
Sokağa çıkan halkın ne amaçladığı ile hareketin öncülüğünü yapan örgütlü güç arasında her zaman bağ olmayabilir. Örneğin Mısır’da halkın Hüsnü Mübarek yönetimine karşı sokağa çıkmasının ardındaki sebepler başkayken ülkenin en köklü ve emperyalizm ile bağı güçlü olan hareketi Müslüman Kardeşler, Mübarek’in devrilmesi sonrası iktidarı ele geçirdiler.
Benzer bir durum İran’da da yaşanıyor. Yapılan değerlendirmelerin yine sıkça ezberci tutuma rastlandı. Olayların ne olduğu henüz net olarak anlaşılamazken “devrim” ve “emperyalist müdahale” olarak İran’daki olaylara hızlıca tutum alma ihtiyacı hissedildi. Bir yanda İran’da da halkın, işçi sınıfının ve kadınların taleplerini hiçe sayanlar, diğer yanda ise ABD ve İsrail’in Orta Doğu’da İran’a karşı tavırlarını ve bir müdahale ihtimalini düşünmeyenler.
Bu iki örnekteki anlayışların özünde ise muhafazakarlık ve liberallik yatmaktadır. Bir taraf varolan statükoya yönelik her hareketi dışarıdan, yabancı bir tehdit olarak algılarken, diğer taraf ise bireysel özgürlükler üzerinden ortaya çıkan küçük-burjuva karakterli her hareketi bir ilerleme olarak görmektedir. Ancak her iki görüşün arasındaki bu farklılık kapitalizmin nasıl daha sürdürülebilir olacağına dair anlaşamamalarından başka bir şey değildir. Her iki görüş de kapitalizmin mevcut ülkelerde varlığını sürdürmesi konusunda hem fikirdir.
Bu noktada komünistlere düşen görev ise, özellikle de toplumsal hareketlerde emperyalizmin talepleri ile emekçi sınıfların talepleri arasındaki kopuşu sağlayabilmek ve varolan çelişkileri daha da belirgin hale getirmektir. Ancak günümüzde dünyanın pek çok yerinde kitlesel hareketlere siyasi müdahale gücü oldukça cılız kalan komünist partiler, ortaya çıkan hareketleri istediği şekilde yönlendiremiyor ve halk hareketleri bu sayede dış müdahaleye açık hale geliyor.
Emperyalizmin seçenekleri: Saldırgan mı “barışçıl” mı?
Renkli devrimlerin en önemli özelliklerinden biri de genel olarak emperyalizmin “barışçıl” yollarla mevcut ülkelerdeki iktidar değişikliklerine yol açmasıdır. Ancak bu süreçlerin de kendi içinde bir saldırganlık taşıdığını söylemeliyiz.
Emperyalizmin, özellikle Soğuk Savaş’ın son dönemlerinden başlayarak günümüze kadar gelen neoliberal saldırısı pek çok ülkede varolan düzeni değil, statükoyu değiştirmiş, bu ülkelerin neoliberal küreselleşmeye daha hızlı bir şekilde uyum sağlamasına neden olmuştur. Bu ülkelerdeki “barışcıl” iktidar değişiklikleri, emekçilere yönelik saldırgan bir taraf taşıyor. Bu nedenle emperyalizmin müdahaleleri her ne şekilde olursa olsun saldırgandır ve barışçıl bir yan taşımamaktadır.
Neoliberal devrimler
Renkli devrimler adıyla bilinen emperyalizmin eski Sovyetler Birliği coğrafyasındaki ülkelere yönelik iktidar değişikliği için yapılan müdahaleler de bunun bir sonucu gibi görülebilir. Mevcut yönetimden bezmiş, yoksul ve örgütsüz oldukları için kolaylıkla propaganda ve vaatlerle seferber edilebilen kitleler, birkaç yıl iktidarda kalmış hükümetleri devirmek için harekete geçmişlerdi.
Ancak bu hareketliliğin ve sonucunda gelen iktidar değişikliklerinin, halkın taleplerini yerine getirmek ve ihtiyaçlarını gidermek gibi bir amacı yoktu. Asıl amaç, kapitalizm açısından o dönemde hala tam olarak yerleşemediği eski Sovyet ülkelerine yerleşmek için koşulları kendi açısından ideal hale getirmek istemesiydi. Renkli devrimler denilen süreç, eski Sovyet coğrafyasında neoliberal politikaların hayata geçirilmesini kolaylaştıracak düzenlemelerin gerçekleştirilmesi ve toplumların böyle bir siyasi hedefin gerçekleştirilmesi doğrultusunda yeniden konumlandırma çabasıdır.
Bunun yanında, yeraltı kaynakları açısından da oldukça zengin olan bu bölgelerde emperyalizmin hakim güç olması oldukça önemliydi. Bölgedeki hammadde kaynaklarının ve enerji ulaşım yollarının kontrolünün sağlanması ve renkli devrimlerin zamanlama olarak ABD’nin Irak ve Afganistan’ı işgal ettiği tarihlerde gerçekleştiğinin göz önünde bulundurulması gereklidir. Renkli devrimlerin Orta Doğu’daki saldırının bir başka ayağı olarak değerlendirmek isabetli olacaktır.
Soros parmağı
Renkli devrimlerdeki müdahalelerini asla saklamayan George Soros, emperyalizmin halk hareketine sızarak gerçekleştirdiği iktidar değişikliklerinin de en önemli kanıtıdır. Hayırsever bir burjuva görüntüsünde, bu ülkelerdeki “baskıcı” rejimlere karşı “demokratik” güçlere maddi yardımı esirgemeyen Soros’un bunu yapmasının arkasındaki gerçek sebep, kapitalizmin küresel boyutta sorunsuz işleyebilmesi, uluslararası sermayenin önündeki tüm engelleri kaldırılması ve emperyalizmin tüm ihtiyaçlarının karşılanması için iktidarların değiştirilmesidir. ABD’nin çıkarlarının, bütün dünyanın çıkarları haline gelmesi ve bunun için halkın onayının alınmasıdır.
Öncüsüz kitle, kaybetmeye mahkûmdur
Geçmişte sosyalizm ile bağdaşan devrim kavramı, bugün emperyalizm eliyle piyasacı, liberal ve işbirlikçi iktidarların mottosu olmuş durumda. Yalnızca devrim kavramı değil, demokrasi, özgürlük vb. kavramlar da bugün emperyalizm tarafından kendi hedefleri doğrultusunda yaptıkları müdahaleleri örtmek için kullandıkları süslü örtüler haline geldi.
Emperyalizmin toplumsal olaylara müdahil olup iktidarları devirmesi ve yerine daha piyasacı, daha Amerikancı iktidarların yerleşmesi devrim değildir. Devrim emekçiler için olur, halk için olur. Bu nedenle komünistlerin dünyanın her yerinde güçlenmesi ve kitlelere öncülük etmesi bir zorunluluktur. Aksi takdirde baskıcı, sömürücü ve gerici iktidarlara karşı ayağa kalkan kitleler ne olursa olsun kaybetmeye mahkûmdur.