Dimitrov’dan bugüne: Faşizm ezberine karşı
PUSULA | Dimitrov’dan bugüne: Faşizm ezberine karşı
Zafer Aksel Çekiç
Bugün sosyalist mücadelenin önündeki en büyük sorunlardan biri, artık bir hastalık halini alan tarihsel deneyimleri içeriğinden ve dönemin koşullarından bağımsız olarak her duruma uygulanması gereken bir şablon haline getirmektir. Tarihsel olmaktan uzak şablonların her seferinde duvara toslamasının arkasında da bu hastalık yatıyor
Biraz zihnimizi yoklasak Türkiye’de “sol” olarak tanımlanan hemen her siyasi hareketin Türkiye’nin içinden geçtiği her 5-10 yıllık politik dönemlerde en az bir kere faşizme karşı birleşik bir cephe veya Komintern “çağrışımı” olmasın diye ortak mücadele çağrısında bulunduğunu görebiliriz. Öyle ki, basit bir araştırma ile Halkların Demokratik Partisi’nin önde gelen isimlerinden Ahmet Türk’ten Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir il başkanı adayına, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’nden Emek Partisi’ne, Halkevleri’nden Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ne kadar pek çok siyasi yapının bu yöndeki çağrılarına erişmek mümkün.
Özellikle Haziran Direnişi’nin sandıkta boğulduğu 2014-2015 yıllarından sonra ve özellikle de Kürt siyasi hareketinin AKP ve devletle karşı karşıya gelmesiyle söylemlerini değiştirmesinin ardından herkesin faşizm “tespitleri” ile açıklamalar geliştirdiği Türkiye’de teşhis ve öngörüler hatalı olunca çözüm ve sonuçlar da ilerletici olmuyor. Bugün, sürekli olarak bahsedilen bu faşizm tahlilinin de bunun üzerine “birleşik cephe” veya “ortak mücadele” adlarıyla inşa edilen siyasi hatların da yanlışlıklarının ortaya konulması gerekiyor.
Faşizm yanılgısı: Burjuvaziden demokrasi beklentisi
Her şeyden önce faşizmin basitçe egemen sınıf ve onun zor aygıtının işleyişiyle ilişkisi sağlıklı olarak tarif edilmeli. Günümüzde tüm dünyada ve ülkemizde egemen üretim biçiminin kapitalizm ve egemen sınıfın burjuvazi olduğunda tartışılacak bir yan kalmadığı açık olmalı. Devletin ise liberalizmin çokça gözden kaçırmaya çalışsa da egemen sınıfın yönetim aygıtı olduğu da vurgulanmalı. Kuşkusuz zor kullanma tekeli devlete bırakılsa bile bunun esasında sermaye sınıfının zor kullanma tekeli olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Bu çerçevede bakıldığında sermaye düzeninin zaman zaman devletin zor kullanma rolünü öne çıkarmasının bir faşizm tahlili için yeterli olamayacağı sonucunu da görmek gerekiyor. Günümüzde sermaye düzeninin tüm dünyada sağa kaydığını, yeni zenginlikler yaratmakta giderek daha fazla zorlanırken sermaye ve zenginliğin az sayıda elde giderek artan şekilde biriktiğini biliyoruz. Bu tablonun burjuva sınıfının sömürmeye devam etmek için biraz daha fazla pay verip rıza üretmek yerine daha “sert” yöntemlere ihtiyaç duyduğu bir tablo olduğu söylenebilir. Zaten esas olarak sağa kayış da bu nedenle oluyor.
Bu çerçeveden bakıldığından liberal demokrasi masallarının yutturulamamasının onu aklayacak bir noktaya vardırılmasına da neden olan bu faşizm tahlillerine şüpheyle yaklaşmak gerekiyor. Zira, bugün yaşadığımız süreç özünde kapitalizmin ve onun en son aşaması olarak emperyalizmin ihtiyaçlarıyla doğrudan bağlantılı.
Yine baktığımızda faşizm tarihte ortaya çıktığı ülkelerdeki haliyle bugünü kıyasladığımızda da nitelik farklarını görüyoruz. Emperyalist ülkelerin paylaşım kavgasında öne çıkma enerjisini biriktiren Almanya’nın dünyanın yeniden paylaşılması talebinin altında Alman sermayesinin yayılma ihtiyaçları yatıyordu. Bunun için bir savaş aygıtı yaratılırken bunun ideolojisi de Nazizm/faşizm oluyordu.Bugün Türkiye’de bölgedeki Kürt sorunu bağlamındaki dış politik gelişmeler üzerine yükselen politikaların faşizm diye tahlil edilmesi esas olarak bir kolaycılık sayılmalı.
Faşizme karşı mücadelenin tarihi
Peki faşizme karşı birleşik cephe pratiğinin ortaya çıktığı 2. Dünya Savaşı öncesiyle bugünün koşulları aynı mı? Bu soruya tarih dışı bir cevap vermeyeceksek savaşagiden koşulları değerlendirmemiz gerekiyor.
Alman sermaye sınıfının yayılma ihtiyaçları Nazi Partisi’nin ideolojisiyle birleşirken temel hedef sosyalist Sovyetler Birliği idi. Hitler’in “yaşam alanı” diye tarif edip hak iddia ettiği topraklar Sovyetler Birliği’nindi. Esasında Almanya’daki sınıf mücadelesine bir cevap olarak işe başlayan Nazilerin hedefinde öncelikle komünistlerin olması da bu açıdan kendini kanıtlama ve burjuvazinin siyasi programını kabul ettirme dönemi sayılmalıdır. Bunun diğer ülkelerin sermaye sınıflarını da etkilediğini biliyoruz.
Dolayısıyla, en temelde birleşik cephe pratiğinin kaçınılmaz olduğu bilinen Alman saldırganlığına karşı insanlığın en büyük kazanımı Sovyetler Birliği’nin korunması siyasetinin bir uzantısı olduğu hep akılda tutulmalı.
Bir başka açıdan, anılan dönemde birleşik cephelerin temel özelliği komünist partilerin öncü rolünün belirgin olmasıdır. Faşizm, finans-kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğü olarak tanımlanırken komünistler tüm Avrupa’yı tehdit eden Alman işgaline karşı ulusal direnci örgütlüyordu. Bu çerçevede burjuvazi içerisinden kimi unsurlarla kurulan ittifakların işgal tehdidi gibi özgün bir durumun sonucu olduğu da görülmeli.
Son olarak, birleşik cephe pratiklerinin Batı Avrupa’da düzene eklemlenen, oportünist bir hatta denk gelmesinin de nedenleri dikkatle anlaşılmalı. Sosyalizmi hedeflemeyip sadece burjuva demokrasisinin yeniden tesisinden ibaret kalan hedeflerin komünist partiler içerisindeki kadroların oportünist sapmalar ile düzen partilerinin peşine takılması ve bu komünist partilerin devrimciliklerini yitirmeleriyle sonuçlandığını da görmek gerekiyor.
Düzene eklemlenmenin siyaseti reddedilmeli
Bu durumda, bugün yapılan faşizm tahlilleri ve birleşik cephe ya da ortak mücadele önerilerinin yanlışlığı açık olmalı. Bambaşka bir tarihsel kesitte ortaya çıkan bir siyasetin bugüne aynen uygulanmak istenmesindeki siyasi körlük bir yana esasında önerilenin “burjuva demokrasisinin yeniden tesisi”nden öteye bir anlam taşımadığı da söylenebilir.
Kuşkusuz, birleşik cephe pratiğinin sadece burjuva demokrasisinin yeniden tesisiyle sonuçlanma ihtimali böyle bir cepheye karşı çıkmak için yeterli sayılmamalı. Lakin amacın bundan ibaret olması ve en baştan böyle belirlenmesinin sınıf işbirlikçiliği dışında sonuçlar üretmediği de unutulmamalıdır.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de sosyalist solun makus talihinin önemli bir parçasını oluşturan faşizm tespitleri ve birleşik cephe çağrılarının özünde düzene eklemlenmeden öteye bir anlam taşımadıkları görülmeli ve bu hat reddedilmelidir.