Emperyalizmin kıskacındaki Ortadoğu’da Kürtler: Yine mi kandırıldılar?
30-12-2018 09:00Türkiye’de 2012 yılında başlatılan “çözüm süreci” Kürt emekçilerini Amerikan barışının kucağına itti. AKP’nin İmralı ile görüşerek başlattığı çözüm süreci, ABD ve AB’nin desteğiyle hayata geçirilmeye çalışıldı.
Gökmen Kılıç
ABD’nin Suriye’den askerlerini çekeceğini açıklamasıyla birlikte, bölgenin geleceği ile ilgili yeni gelişmeler yaşanıyor. Türkiye, Fırat’ın doğusuna yapacağı askeri operasyonu kısa bir süre için askıya aldığını açıklarken, ABD heyetinin bu hafta Ankara’ya geleceği belirtiliyor. Trump’ın çekilme kararının Suriye’deki Kürt güçleri açısından ise “zamansız” kabul edildiğini söylemeliyiz. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve dolayısıyla YPG’nin, çekilme kararın ardından eli daha da zayıflamış görünüyor. Kürtler açısından yeni bir kandırılma hikâyesinin mi yaşanacağını zaman gösterecek, fakat emperyalizmin kendi ajandasıyla hareket edeceğini şimdiden söyleyebiliriz.
Konu Ortadoğu olduğunda tüm aktörler gibi emperyalizmin de önünü tam olarak görebildiği söylenemez. Bu açıdan ABD’nin tek bir plan dahilinde hareket etmediğini belirtmeliyiz. Son yapılan çekilme hamlesinin bir faz değişikliğine denk düştüğü ise çok açık. Türkiye, kendisine yol veren ABD’nin “IŞİD ile mücadele” başta olmak üzere bölgedeki politikalarını ÖSO ile birlikte devam ettirmek durumunda. Kürtlerin ise Türkiye’ye verilen desteğin ardından güç dengelerini korumak ve diğer aktörlerle denge politikasını yürütmek dışında fazla bir seçeneği bulunmuyor.
Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 yılından bu yana, Şam yönetimi ülkenin önemli bir bölümünde hâkimiyet sağlayarak cihatçı çeteleri büyük ölçüde püskürttü. Ülkenin kuzeyinde ise değişen demografik yapıyla birlikte, SDG’nin kontrol ettiği önemli bir alan bulunuyor. Bölgede SDG dışında cihatçı çeteler ve Türkiye’nin de belli kuvvetleri mevcut. ABD ise askeri varlığını şimdiye kadar SDG bölgeleri üzerinden sürdürmeye devam etti.
Mevcut tabloda, kendi öz gücünün ötesinde bir alanı kontrol eden SDG’nin ABD’nin çekilme kararının ardından nasıl bir alan hâkimiyeti sağlayacağı merak konusu. Türkiye’nin yapacağı askeri operasyon da düşünüldüğünde, Kürt siyasetinin değişen dengeler içinde yeniden konum alması kaçınılmaz görünüyor. PYD/YPG’nin Suriye ve Rusya ile sürdürdüğü düşük yoğunluklu ilişki bu aşamadan sonra daha sıcak bir düzlemde devam edebilir. Bir diğer seçenek ise Kürt güçlerinin kendilerine yönelik yapılacak herhangi bir askeri operasyona direnmesi olabilir. Fakat bu seçeneğin çok fazla gerçekliğinin bulunmadığın ifade etmemiz gerekiyor.
Bölgede yaşanan son gelişmeler YPG’nin şimdiden belli alanları Suriye ordusuna terk etmeye başladığını gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde Menbiç’in batı kırsalındaki Arimah beldesinin kontrolü YPG tarafından Suriye ordusuna teslim edildi. Rusya’nın Dışişleri sözcüsü Mariya Zaharova’nın, ABD’li askerlerden boşaltılan alanın Suriye kontrolüne bırakılması yönündeki açıklaması da Suriye-Rusya ekseninin ilk atağı olarak değerlendirilebilir.
Türkiye’nin Suriye’deki Kürt varlığına yönelik yaptığı askeri operasyonlar, kimi gerilimlere rağmen ABD ve Rusya’nın onayıyla sürdürüldü. Türkiye’ye verilen yeni rolün çerçevesini anlamak için ise bir süre daha beklememiz gerekiyor. Ancak net olarak gördüğümüz, Türkiye ile ABD arasında S400 alımıyla başlayan gerilimin büyük ölçüde aşıldığı yönünde. ABD’nin çekilme açıklamasının ardından Türkiye’ye patriot füzelerinin satışına onay vermesi, şimdilik gerilimin azaltıldığı şekilde okunmalıdır.
ABD’nin çekilme kararı sürpriz mi?
Trump’ın geçtiğimiz hafta yaptığı açıklama, ABD’nin mevcut iki bin askerinin Suriye’den çekileceği yönündeydi. Çekilme kararının ardından Barack Obama döneminde göreve getirilen IŞİD ile Mücadele Koalisyonu Özel Temsilcisi Brett McGurk’un istifa ettiği açıklandı. Çekilme kararına NATO’dan ve ABD’den de kimi itirazlar yükseldiğini görebiliriz. AKP’nin diplomasi zaferi olarak pazarladığı çekilme kararı, esasında 2016 başkanlık seçimlerinde Trump’ın seçim vaatleri arasında zaten yer alıyordu. Beklenmedik bir zamanlamaya tekabül etmesine karşın, alınan karar Trump’ın kişisel tercihinden çok, ABD içerisinde temsil edilen bir eğilimin planlı kararı olarak görülmelidir. Bu eğilimin şekilsel olarak Barack Obama’nın izlediği siyasetten farkları olduğu ise açık. Trump’ın Suriye’den çekilme kararı da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Ancak mevcut iki bin askerin çekilmesi, ABD’nin Suriye’deki iddiasının bittiği anlamını kesinlikle taşımıyor. Suriye’deki ABD varlığı, körfez ülkeleri ve Türkiye başta olmak üzere birçok aktör tarafından sürdürülmeye devam edecek.
Kürtler, Ortadoğu, Türkiye
Ortadoğu’da kalıcı mevziler elde etmek, dahası bunu emperyalizmin ihtiyaçlarına göre belirlemek birçok bakımdan kimi açmazlara gebe. ABD’nin çekilmesiyle Kürt siyasetinin bu açmazlarla daha çok boğuşacağını görebiliriz. ABD’nin çekilme kararından sonra boşa düşen bir diğer kuvvet Suriye’deki Fransız varlığı oldu. PYD/YPG’nin AB emperyalizminin bile ayak sürüdüğü bir coğrafyada ABD’nin bakiyesi olarak devam etmesini gerçekçi görünmüyor.
Bu gelişmelerin tamamını emperyalist planların oyun alanı içerisinde değerlendirdiğimizi unutmayalım. Bizim açımızdan ise bu planlardan daha önemlisi, Kürt halkının geniş Ortadoğu coğrafyasındaki diğer halklara düşman edilmesi olacaktır.
Kürt siyasi hareketinin emperyalizmle ilişkisi ilk kez Suriye’de bu kadar açık bir işbirliğine dönüştürüldü; askeri eğitimlerinin ABD tarafından verilmesi, ortak askeri operasyonlar, ortak komuta merkezleri, silah ve lojistik desteği gibi birçok başlıkta doğrudan işbirliğine gidildi.
Bu işbirliğinin Kürt emekçileri açısında nasıl bir karşılığı olduğunu bugün herkesin sorgulaması gerekiyor. Yalnızca PYD/YPG üzerinden değil, geniş anlamda Kürt coğrafyası ve Kürt siyaseti için de aynı soruyu sormak gerektiğini düşünüyoruz. Kürtler adına yürütülen pragmatik siyasetin, Suriye dışındaki sonuçlarını da iyi anlamamız gerekiyor. Irak ve Türkiye’deki örnekler bu açıdan önemli dersler barındırıyor.
Irak’ta Kerkük için IKYB Başkanı Barzani tarafından 25 Eylül 2017 yapılan “bağımsızlık referandumu” yakın tarihteki örneklerden biri sayılabilir. Araplar, Türkmenler ve Kürtlerin yaşadığı Kerkük, Barzani’nin nüfus kaydırarak yaptığı referandum sonrası Irak merkezi hükümeti tarafından askeri operasyonla alındı. Emperyalizmin Kerkük petrolleri için yol verdiği Barzani, referandum sonrası güçlerini Kerkük’ten çekerek, yönetimini Bağdat’a teslim etti. Dayatılan referandum Kürtleri, diğer uluslarla karşı karşıya getirirken, emperyalizmden beklenen destek burada da sağlanamadı.
Aynı şekilde Türkiye’de 2012 yılında başlatılan “çözüm süreci” Kürt emekçilerini Amerikan barışının kucağına itti. AKP’nin İmralı ile görüşerek başlattığı çözüm süreci, ABD ve AB’nin desteğiyle hayata geçirilmeye çalışıldı. Kürt halkının düzen içi çözümlere mahkûm bırakıldığı sürecin sonuçlarını bugün daha iyi görebiliyoruz. Gezi gibi ülke tarihinin en görkemli eylemlerinin yaşandığı dönemi Kürt siyaseti “hükümete karşı sivil darbe girişimi” diyerek elinin tersiyle itmişti. Sokaklarda sol adına binlerce Kürt emekçisi direnirken, kapalı kapılarda ardında sorun “çözmeye” odaklanmış Kürt siyasi hareketi, kitleleri yalnız bırakarak devlet ile görüşme telaşına düşmüş, Leyla Zana “bu sorunu çözerse Erdoğan çözer” diyerek umudu yanlış kapıda aramıştı. Gelinen noktada HDP’nin beledilerine kayyum atanmış, milletvekilleri tutuklanmış, Cumhurbaşkanı adayı olan Demirtaş parmaklıklar arkasına gönderilmiştir.
Son söz emperyalizmin değil, Kürt emekçilerinin olacak
Kürt sorunu başlığında komünistlere yöneltilen eleştirilerden biri kolaycı ve kestirme çözümler üretildiği iddiasıydı. Evet, komünistlerin Kürt sorununda çözüm için nihai hedeflerini doğrudan aşikâr etmesi kolaycılık olarak görülebilir. Ancak Kürt sorunu, kimlik siyaseti bulamacıyla, emperyalist çözüm planlarının aparatı olmamalıdır. Siyasi “realite” uğruna sağ politikalardan medet umanlar, Kürt emekçilerini çözümün değil, çözümsüzlüğün parçası haline getirmektedirler. Komünistler bu konuda samimi ve gerçekçidir: Kürtler emperyalizmin beyhude vaatleriyle değil, sosyalizmle eşit ve özgür yurttaşlar olabilirler.