Evdeki hesap çarşıda neden uymadı?: Siyaset, matematik ve HDP
29-06-2018 11:2024 Haziran seçimleri olağanüstü koşullar altında gerçekleşti. 1 Kasım 2015 seçimlerinden bu yana devam eden "siyaset rallisi" sona erdi...
İlker Demirer
24 Haziran seçimleri olağanüstü koşullar altında gerçekleşti. 1 Kasım 2015 seçimlerinden bu yana devam eden “siyaset rallisi” sona erdi. Bu “ralli” içerisinde oyunun kuralları, egemen olanın lehine değiştirilirken, AKP’nin kuruculuğunda ortaya çıkan düzenin köşe taşları da sivrilmiş oldu. Yeni kurulan düzenin bir yanını merkezi siyasi iktidarın güçlendirilmesi, sermayenin önünün açılması, emperyalizmle olan bağların yeni bir içeriğe kavuşturulması oluşturuyor. Diğer yanını ise düzenin çelişkilerinin matematik ve sosyoloji ile süslenmiş seçeneklere sıkıştırıldığı gerçeği duruyor. Bu gerçeğin ilki 16 Nisan referandumunda ortaya çıkarken, ikincisi ise 24 Haziran seçimlerinde ortaya çıktı.
24 Haziran seçimlerinde kurulan siyaset-matematik denkliği bir yandan bilimsel gibi gözüken bir akıl yürütmesine dayanırken, öbür yandan geniş kesimlerin ihtiyaçlarını “akıllı tercih” derekesine düşüren bir anlayışı içeriyordu. Bu denkliğin ana düğüm noktası, meclis seçimlerinde HDP’nin barajı geçmesine odaklanmış durumdaydı. Aslında bu düğüm noktası HDP’nin “çözüm” getiren bir parti olmasından kaynaklı değildi.
Yeni kurulan sistemdeki ittifaklar politikası, mümkün olan en fazla sayıda sağcıyı meclise taşımayı sağlarken, bunun dışında kalan HDP’nin “barajı aşması” zorunlu hale geldi. Dolayısıyla, 24 Haziran seçimlerinin en çok merak edilen partisi HDP haline geldi. HDP’nin barajı aşması, baskıcı düzenin sonunu getirmek açısından eksik kalan halkanın tamamlanması anlamına geldiği iddia ediliyordu. Ancak, ne bu iddia doğru bir akıl yürütmesine dayanıyordu, ne de bu iddianın siyasi içeriği “baskıcı rejimin sonunu” getirme stratejisini içeriyordu.
Barajı aşma matematiğinin yanlışı nerede?
HDP’nin barajı aşma sorunu “akılcı tercih” düşüncesi ile açıklanmaya çalışılırken, unutulan nokta siyasetin matematiğinin “dört işlem” seviyesinde olmadığı gerçeğiydi. HDP’nin barajı aşmasının matematiğinde “diğer tüm değişkenler sabitken” (ceteris paribus) yapılan bir işlem değil, diğer değişkenlerinde beraber değiştiği (mutadis mutandis) bir koşulda ele alınmalıydı.
Daha açık ifade etmek gerekirse AKP’den HDP’ye oy kayarak değil, CHP’den HDP’ye oy kayarak bu işlem gerçekleşmiştir. Bununla birlikte, MHP ve İP gibi iki faşist partinin toplam oylarının yüzde 20’yi bulmasıyla, HDP’nin barajı aşmasının hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmamıştır. HDP’nin seçim süreci boyunca dillendirdiği tek propaganda olan “biz barajı geçmezsek AKP tek başına 400 milletvekili kazanır, kaybederse 300’ün altına düşer” tezinin sadece matematiksel olarak bir tarafı doğrudur. HDP’nin barajı aşması ile HDP 67 milletvekilliği kazanmış ve AKP 300 milletvekilliğinin altında kalmıştır. Ancak aynı şekilde MHP’de oyunu arttırmış ve AKP-MHP ittifakı 300 milletvekilliğinden fazlasını kazanmıştır.
Temel bilimlerden uzak durmaya çalışan kapitalist toplumun bir yansıması olarak matematik ile kurulan bağın dört işlem seviyesinde olması, böyle bir akıl yürütmenin kolay bir biçimde kabul edilmesine neden oldu. Geniş kesimleri böyle bir bilgiden yoksun oldukları için suçlayamayız. Mesele asla bilgi sahibi olmamak değil. Mesele görünen ile öz arasındaki farkı açığa çıkartmakla yükümlü olanların aynı hataya düşmesindedir. Siyaset diliyle söyleyecek olursak; solun görevlerini yerine getirmemesindedir.
Unutulan siyaset, abartılan inanç
HDP’nin barajı geçmesiyle AKP’nin meclisteki çoğunluğu yitireceğine dair olan inanç matematiksel gerekçeler ve “Erdoğan karşıtlığı” ile dayandırılmaya çalışılsa da, bu tercihin gerçekte siyasal bir yanı bulunmaktadır. İlki, Kürt siyasetinin Meclis’te temsil edilmesi zorunluluğudur. Ortadoğu’daki gelişmelerde düşünüldüğünde, Kürt siyasetinin Meclis’te bir karşılığının bulunması bir tercih değildir. AKP’nin HDP’yi baraj altında bırakma stratejisi bu anlamda pragmatist ama geçicidir.
İkincisi ise geleneksel kentli, önemli bir çoğunluğu emekçi olan ancak sınıfsal geçişkenlikleri itibariyle küçük burjuva karaktere yakın olan kesimlerin AKP’nin kurduğu düzende temsil edilme zorunluluğudur. Bu temsiliyetin önemli bir çoğunluğunu CHP üstlense de, bu kesimler üzerindeki liberal düşüncenin ağırlığı HDP’nin de önünü açmaktadır. 24 Haziran seçimlerinde Beşiktaş, Şişli Kadıköy, Konak, Çankaya gibi merkezlerde HDP’nin “oy patlaması” yapması “stratejik oy kullanma” alışkanlığı ile açıklanamaz. HDP radikal demokrat kimliği ile liberal solu da kendi bünyesinde temsil etmektedir. Bu partinin barajı aşması, bu kesimlerin bir nevi “sınıfsal refleksini” yansıtmaktadır.
Üçüncüsü ise sistemin geçiş seçiminde meşruiyetinin artması zorunluluğudur. HDP üzerinde üç yıldır kurulan her türlü baskı, bu partinin baraj altında bırakılmasını da içeren bir stratejiyi güdüyordu. Bu anlamda Kürt hareketinin geleneksel kesimlerinin tepkisel olarak oy kullanmama tercihine sapmasını içerebilirdi. Ayrıca 16 Nisan referandumundaki şaibeler özellikle yukarıda bahsedilen kesimlerde bir kafa karışıklığı yaratmıştı.
Bu anlamda oy oranlarının düşmesi, boykot tutumunun giderek bir toplumsal karşılığının oluşması AKP açısından da, düzen açısından da istenmeyecek bir olguydu. Dolayısıyla HDP’nin barajı aşma zorunluluğu bu kesimleri ikna etmek için kullanılacak bir siyasal argümana dönüştü. Sonucunda ise yüzde 87’lik bir seçmen katılımıyla gerçekleşen 24 Haziran’ın Erdoğan’ın istediği “demokrasi süsünün” verilmesine de katkı sağlamıştır. Bu sayede Erdoğan emperyalist merkezlerin siyasal Demokles’in kılıcı dönüşen diktatörlük söylemine karşı önemli bir cephanelik elde etmiş oldu.
Figüran olmak mı, aktör olmak mı?
Bu üç neden HDP’nin barajı geçmesinin siyasal arka planını oluştururken, bir kesim solun burada oynadığı rol ise kötü bir figüranlıktan öteye geçememiş durumda. Nitekim Yeşilçam filmlerinin unutulup gidilen aktörleri misali, bu seçimlerde öne çıkan bazı isimlerin tek işlevi de benzer bir konumda yer almak olmuştur. Ancak, Kemal Sunal filmlerinin unutulmaz yönetmeni Natuk Baytan’ın absürd komedilerinde yer alan Yeşilçam emekçilerinin hiç değilse bizleri bugün dahi güldürdükleri unutulmamalı.
Bu durumdaki bir sol ise ne yazık ki güldürmüyor, üzüyor. Türkiye’nin geleceğinin yeniden oluştuğu günlerde sol, unutulup giden bir figüran olmaktansa, gelecek filmin unutulmaz yönetmeni olmayı hedeflemek zorunda. Bunun için ise siyaset madrabazlığına değil, emekçiliğine ihtiyaç var.
Emekçilerin kaderi ancak bu şekilde aydınlatılabilir.
PUSULANIN DİĞER YAZILARI
PUSULA 1 – Birleşik kaplar yasası
PUSULA 2 – 24 Haziran’ın bir başka yüzü: Millet İttifakı çökerken kazanan yine sağ oldu
PUSULA 4- Komünist Parti’nin seçim ezberi