Fransız Devrimi’nden kalan büyük miras: Cumhuriyet ve laiklik
14-07-2018 09:45Büyük Fransız Devrimci J.Paul Marat en az kılıcı kadar keskin olan şu ifadesi ile politik bir mirasın bugüne neleri devretmesi gerektiğini en yalın haliyle şöyle ifade eder: “Özgürlük, güç kullanarak yerleştirilecektir. Kralların hükümranlığını ezmek için özgürlüğün hükümranlığını uygulamanın zamanı gelmiştir.”
Ekin Göçmen
Büyük Fransız Devrimci J.Paul Marat en az kılıcı kadar keskin olan şu ifadesi ile politik bir mirasın bugüne neleri devretmesi gerektiğini en yalın haliyle şöyle ifade eder: “Özgürlük, güç kullanarak yerleştirilecektir. Kralların hükümranlığını ezmek için özgürlüğün hükümranlığını uygulamanın zamanı gelmiştir.”
J.Paul Marat ve siyaseti karşıt fikirlerin en yoğun ve politik çarpışması olarak algılayan müdavimlerinin genel görüşü ile yazıyı devam ettireceğiz. Nesnellik ve kuram ilişkisi arasındaki tarihsel örüntü ve öznel bir siyaset iradesinin bu kaynaktan beslenimi yazımızın genel çerçevesini oluşturacak. Toplumlar tarihini belirli bir tarihsel metod ve bilimsel analiz yöntemiyle ele almanın, Fransız Devrimi ve onun sonuçlarını konuşurken fazlasıyla iktidar kavgasını ele alış biçimi ve devrimin kadro kaynaklarının o işe olan programsal kavrayış halini bize hatırlatır. 18. Yüzyıl’ın bu büyük dönüşümünde yaşanan “karşıtların yoğunlaşmış politik savaşı” iki yüz yılı aşan bir birikimle bugün “yeni insana” politik ve ideolojik karakter aşılama erdemini gösterebilmiştir. Bu büyük cumhuriyet savaşçıları için davalarındaki en büyük amil; programatik doğrultuda ısrar, cesaret ve ileri olanı arama ülküsüdür. 18. Yüzyılın son çeyreğinde devrim kendi insan karakterini böyle yoğurmuştur. Cumhuriyetçi olmak dönemin en büyük erdemi olarak kralların karşısına dikilme özverisi olarak filizlenmiştir.
Bahsettiğimiz kadro tipolojisinin, 17. Yüzyıl’da İngiltere’de Kral 10. Charles’ı deviren Cromwell Devrimi, yine 18. Yüzyıl’da Amerika’da B.Franklin ve Jefferson ile İngiliz ordularını yenerek krallığı alaşağı etmiş burjuva devrimleri ile yakın düşünsel bağıntıları olduğu bilinmektedir. 16. Yy’dan 19. Yy.’ın sonlarına kadar feodalizmin göbeğinde büyüyüp gelişen kapitalist ilk birikim kendi doğum sancısını hızlandırarak ilk burjuva devrimcilerini, belirlediği ilkesel bağlamların(eşitlikçi halk egemenliği, kilise karşısında mutlak idari özgürlük, mülkiyet hakkının kutsallığı ve dokunulmazlığı vb.) içerisinde tutarak kalelerin, şatoların, mabetlerin ve gotik mimarinin üzerine büyük bir hızla itmiş oldu.
Yaşlı Avrupa Kıtası’nın ve daha genel anlamda Batı’nın 20. Yüzyıl’a devrettiği cumhuriyetçi burjuva devrimler çağı, yeni ulus devletlerin doğumuyla belirli bir olgunluk seviyesine ulaşmış oldu.
Cumhuriyet bir devlet biçimi olarak, yeni bir ulus inşasının tüm sancılarını ve kazanımlarını bünyesine orantısız yerleştiren, ancak feodalizmden arda kalan tüm tinsel dokuları üst perdeden bir mekanizmayla zaman zaman törpülemeyi bilen görüntüsünü her daim korudu.
Kazanımlar ve sancılar derken?
Cumhuriyet Devrimini geç yaşamış Türkiye’den küçük bir örnek.
1937 TBMM Dahiliye Vekili Şükra Kaya meclis konuşmasında aynen şunları aktarmaktadır:
“Bizim istediğimiz hürriyet, laiklikten maksadımız dinin memleket işlerinde müessir ve etken olmamasını temin etmektir. Bizde laikçiliğin çerçevesi ve hududu budur… Biz diyoruz ki, dinler, vicdanlarda ve mabetlerde kalsın, maddi hayat ve dünya işlerine karışmasın. Karıştırmıyoruz ve karıştırmayacağız.”
Örneğin aynı iktidar sahiplerinin; Cumhuriyet dediğimizde onun en dokunaklı kumaşı olan laikliği, işçi sınıfı ile sermaye arasındaki hülyalı din perdesinin tutkalı gördüğü için bu geri pozisyonla hesaplaşmaktan kaçındığı da ortadadır. Çünkü Cumhuriyet bütün ilericilik barutunu mutlakıyete, monarşiye veya feodalizme harcadıktan sonra tarihin ilerleyen tekerleğine kapitalizmin temel yasalarınca yapıştırılan fren balatası geri-görevine layık görülmüştür. Sermaye birikiminin güvenlik kemeri; “millet, bayrak ve dinin mukaddes birliğinin devamlılığı” bunun üzerine emniyet edilmiştir…
Yeni Cumhuriyet ülkeleri kendi toplumsal dinamiklerini geliştirirken, insan malzemesini çok katı yoğurur. Mayasında Jakoben pratikçilik, tavizsiz laiklik liyakatı vardır. Edebiyat, felsefe ve diğer tüm toplum bilimlerinde bu tavizsiz öngörü radikal aydınlanmacılığı yaratmıştır. Cumhuriyet büyük bir yapı olarak tuğlalarını din dışı argümanlardan seçerek çimentosunu aydınlanmacı insan birikiminden yana kullanmıştır.
Örneğin Diderot-Rousseau-Voltaire, yükselen cumhuriyetçi yapının halkçı laisizm isteği ile birleştirici çimentosudur demiş oluyoruz. Böylelikle, Yeni Cumhuriyet ve burjuva laisizmin hülyalı insanları, yeni bir dünya düzeninin habercileri olarak sosyalist harekete ilham kaynağı oldular.
Bu esinlenme; Rusya’da halkçı devrimcileri, Batı’da devrim düşüncesi ile egemen sınıfları her saniye tedirgin eden Alman, İngiliz ve İtalyan geleneksel sosyal-demokrat işçi partilerini yarattı. Anadolu coğrafyasında ise eğik düzlemde reform arayışına giren, Yeni-Osmanlıcı, Turancı ve biraz da İslamcı yönelimlerin gelip çattığı yer Osmanlı’dan Cumhuriyet’e dönüşecek yapısal formasyonda bürokratik boşlukları doldurma gayesinden başka bir anlam ifade etmiyordu. Fakat yazımızın başında ifade ettiğimiz Fransız Devrimi’nin teorik mirasından etkilenen ve Saint-Just’in “şartlar sadece ölüm karşısında geri adım atanlar için zordur” şiarını kendilerine rehber edinen Kemalist kadrolar, Cumhuriyet düşlerini ve laik yaşam projeksiyonlarını yeni bir rejim biçiminin altyapısı olarak hazırlama cüretini tek başlarına göğüslemişlerdir. Siyasi iktidarın fethi noktasında, durağan bir süreklemenin yerine gerçek bir sarsıntının sol tarihimize en azından metod olarak kazandırdığı çok şey vardır.
1923 burjuva devrimi, saltanatın kaldırılması ve hilafetin ilgasından öte Türkiye kapitalizminin II. Mahmut ile başlayan ve 1913-1918 İttihat ve Terakki yönetiminin reformlarının gelip getirdiği potansiyel sıkışmanın rahatlatılmasıdır. Yalnız burada, Türkiye solunun önemli bir bölümüne tesir eden liberal yorumdan sıyrılmak gerekir. Bu liberal-sol ve İslamcı yoruma göre Kemalizm Tanzimat’tan bu yana devam eden kazanımların üzerine gökten zembille inercesine oturmuş değil, bir yönetimsel ve kadrosal devamlılığın ürünü olduğu tezidir. Kemalizmin tüm düşün insanları ve siyasi kadrolarının Tanzimat reformcularından önemli bir farkı bulunmaktadır. Namık Kemal’inden, Ziya Gökalp’ine ve hatta İbrahim Temo’lardan, Abdullah Cevdetlere aradaki önemli bir fark; Kemalist kadrolar yeni bir ülke ve hatta cumhuriyet tanımına din ve devlet işleyişleri arasına çarpık ve eklektik olsa da maddeci bir laisizm tanımı getirmeleridir. Anayasal Monarşi’den Cumhuriyet’e geçişte en azından üst-yapısal bağlamda “süreklilik-kopuş diyalektiğinin” doğru yerlere konulması gerektiği kanısındayız.
Sonuç: Marksist Tarih Tezi Işığında Cumhuriyet ve Laiklik
- Burjuvazinin kendi egemenlik sınırlarını korumak adına insan iradesini yok sayma, hayatın insan faktörü dışında bağımsız geliştiğini öne süren tarih tezlerine karşı, Marksist tarih tezi kapitalizmin “işleyiş yasallıkları” olduğunu, maddi altyapının ve üretim ilişkilerinin en önemli parçasının “politik bilinci” içselleştirmiş ve bunu emeğin iktidarı ile taçlandıracak aydınlanma hareketinde ışık aramasıdır. Burjuva Cumhuriyeti ile Emekçi Cumhuriyeti arasındaki en temel fark, ikincisinin tarihsel materyalist yöntemi hayatın her saniyesi ile sınamasıdır.
- Sosyalistlerin yeni bir Cumhuriyet kavrayışında, popülizme alan açmak yoktur. Coğrafyaya ve dinsel farklılıklara uygun laiklik tanımı gibi bir doktriner manevracılığa Marksizmin yasalarında yer yoktur. “Pasif ve Dışlayıcı Laiklik”(1) gibi Türkiye’de sol-liberalizmin üniversite kürsülerinde İslamcı kesime şirin gözükme adına ortaya attığı tezlerin karşısında durmak Jakobenizimin genetik mirasının Marksistlere armağan ettiği en yüce sarsılmaz değerdir. Altı son yıllarda oldukça boşaltılan devrimci cumhuriyetçilik en geri tanımıyla bu özverinin adıdır zaten. Bu bağlamda biz laikliği tartışırken, dinin toplum içinde bu denli yer edinmesinin altındaki nesnel gerçekliklerin ortadan kalkması mücadelesinde oynadığı uzlaşmaz tavrı önemli buluruz. Sermaye devletinin, dini siyasetin en önemli aracı haline getiren politikalarını işçi sınıfına anlatacak sosyalist politikayı öne sürerek, burjuvazinin iki yüzlülüğünü teşhir ederiz. Biz, din alanının kendi argümanları arasından ilericilik mevzisine tuğla taşınmasının karşısında dururuz. Dipsiz karanlık bir kör kuyunun içerisinde gözümüz bağlı ufacık bir mum ışığı aramak, Aristo’dan Hegel’e, oradan Marks ve tüm aydınlanma savaşçılarının aklına savaş açmaktır.
- Tekelci kapitalizmin kendi doğal sınırları içerisinde burjuva cumhuriyetleri, kuruluş misyonlarının bir gereği olarak dine belli sınırlamalar getirmiş, kendi sınıfsal çıkarları ve ihtiyaçları doğrultusunda din alanını kendi denetimi altına almaktan çekinmemiştir. Bu denetim alanı oldukça gevşek ve sunidir. Buna dair şu tespitin altı dikkatlice doldurulmalıdır ve zenginleştirilmelidir: “Cumhuriyet’in kuruluşunda ortaya konan politikalar ve pratiklerin, söz konusu laiklik olunca, sınırları zorlayan bir içeriğe sahip olduğunu söyledik. Bu sınırların, doğal sınırlar haline dönüşmesinin tek yolunun bunun toplumsal yapıdaki ya da başka bir deyişle maddi altyapıdaki değişimlerle mümkün olacağını belirtmek lazım. Bu olmadan ya zorlama olmuş ya da etkisiz kalmıştı.”(2)
1789-1794 Fransız Devrim geleneğinden arda kalan mirasın bugün tekil anlamda Burjuva Cumhuriyetler’e taşıdığı kan, kapitalizmin içerisine yüz yıldan fazla süredir girdiği bunalımla tıkanmıştır. 1917 Büyük Ekim Devrimi bu ataleti yıkacak, tıkanıklığı açacak formülü; sosyalist laikliği kurgu değil özgür bir yaşam biçimi haline getirerek, emekçilerin cumhuriyetini kurarak ve yeni Sovyet insanında yarattığı “işçi sınıfının, fabrikaların jakobenlerini” siyaset sahnesine sürerek gösterdi.
Kazanımlar ortada, görev önümüzdedir…
DİPNOT:
(1)Kuru,Ahmet.(2011). Pasif ve Dışlayıcı Laikilik, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları
(2)Kılçer,K.(2013). Laiklik Üzerine, Gelenek Dergisi, Sayı:119
PUSULA’NIN DİĞER YAZILARI
PUSULA 1 – Fransız Devrimi ve tarihsel önemi
PUSULA 2 – Adı unutulmayacak bir devrimci: Robespierre
PUSULA 3 – Jakobenizm‘den sosyalizme: Lenin