Pusula | IMF-Türkiye: Boyunduruk çıktı mı?
07-10-2018 08:50IMF ile yapılan en son stand-by anlaşmasının 2008’de bitmesi ve son borcun 2013’te ödenmiş olması, Türkiye’de AKP iktidarı döneminde hayata geçirilen yapısal dönüşümleri perdelemek dışında bir anlam taşımıyor.
Emperyalizmin dünya üzerindeki mali egemenlik araçlarından biri olan IMF’nin Türkiye sicili, emperyalist politikalardan ayrıksı düşünülemez. IMF ile yapılan en son stand-by anlaşmasının 2008’de bitmesi ve son borcun 2013’te ödenmiş olması, Türkiye’de AKP iktidarı döneminde hayata geçirilen yapısal dönüşümleri perdelemek dışında bir anlam taşımıyor.
Paylaşım savaşları ve kapitalizmin kriz döngülerinden çeşitli dersler çıkartan emperyalizm, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminde finans kapitalin geleceğini garanti almak için Uluslararası Para Fonu’nun kuruluşu yönünde adım atmıştı. Bu adım uluslararası sermayenin yönelimlerinden bir tanesi olarak görülmelidir. 1945’te kurulan IMF’yi yine aynı yıl kurulan Dünya Bankası takip etmiş, 1949 yılında ise emperyalizm dünya üzerindeki askeri örgütlenmesi olan NATO’nun temellerini atmıştır. Bugünkü Avrupa Birliği’nin atası olan ve 1951 yılında şekillenen Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu da emperyalizmin Avrupa ayağının yeniden yapılandırılması anlamına gelmekteydi. Faşizmin Sovyetler Birliği tarafından ezilmesinden sonra Doğu Avrupa ve Almanya’nın yarısındaki hakimiyetini kaybeden uluslararası sermaye böylece dört koldan sosyalizme saldırı harekatına başlayacaktı.
Tüm emperyalist kurumların şekillenmesinde öncelikle sosyalizmin zayıflatılması hedefi ve Soğuk Savaş döneminde ortaya çıkan dengeler olduğu açık. Ancak bunlarla birlikte NATO ve AB ayrı bir şekilde değerlendirildiğinde IMF ve Dünya Bankası’nın emperyalist kamp açısından özellikle birkaç yönü açığa çıkıyor. Bunlardan birincisi, uluslararası finans kapitalin döngüsel krizlerinin dünya üzerinde kontrol kapasitesinin arttırılması ve bunun için mali bir havuz oluşturulması olarak görülebilir. Bir diğer yan ise emperyalizmin iktisadi yönelimlerinin az ve orta gelişkinlikteki kapitalist ülkelere dayatılarak, bağımlılık ilişkisinin mali düzeyde devamlılığının sağlanması olarak görülebilir. Bu durum adlı adınca bir tefecilik hizmetidir. Son olarak IMF’nin kırılgan ekonomilere destek çıkarak, ilgili ülkelere emperyalizm lehine çeşitli yapısal dönüşümleri dayatması ve siyaseti de belirlemesi ifade edilebilir.
Bu açıdan IMF’ye göre IMF’nin görevi şunlardır: Küresel ekonomiyi ve üye ülkelerin ekonomilerini izlemek, ödemeler dengesinde zorluk yaşayan ülkelere borç vermek ve üyelere pratik yardım sunmak.
Yazılanlar oldukça naif görünüyor. Bunlarla birlikte 1945’teki kuruluşundan itibaren IMF’nin misyonundaki dönüşüm noktalarını da söylemek gerekli. IMF, 1945 yılında kurulduğunda uluslararası para piyasasını düzenleme işlevi gibi bir misyona sahipken, 1970’li yıllarda ise dış borç ödemelerinde sıkıntı yaşayan ülkelere yüksek faiz oranıyla kredi temini işlevini üstlendi. Dünya üzerinde emperyalizmin neo-liberalizmin gazına basması ile 1980’li yıllarda yapısal uyum programlarının icracısı rolüne soyunan IMF, 1990’lı yıllarda eski sosyalist ülkelere “yardım” adı altında kapitalizme uyumlulaştırma mekanizması oldu.
2000’li yıllarda mali başlıktaki tefecilik hizmetlerinde görece geri çekilme görüntüsü veren IMF’ye, özellikle Güneydoğu Asya krizinin sonrasında yeni bir elbise hazırlandı. Emperyalist ülkeler, IMF’nin artık paraya elini pek fazla sürmemesi, az gelişmiş ve orta gelişkinlikteki ülkelere kredi açmamasını istedi. IMF’ye bunun yerine, bu ülkelerin sınıfa saldırı programlarını “izleme” görevi verildi. Gerekli kredileri, çok daha yüksek faizlerle uluslararası sermayedarlar verirken, IMF ise yalnızca bu kredilerin faizleriyle birlikte geri ödenmesinin koşullarını dayattığı ve kendi dağıttığı paraları da yapısal dönüşümlere endekslediği bir dönem geçirdi.
AKP Türkiye’yi IMF’den kurtardı mı?
Bu tartışmanın sadece AKP iktidarı ve dış güçler bağlamında ele alınmasının eksikli kalacağı aşikar. O yüzden Türkiye kapitalizminin tarihsel gelişimi ve yaşadığı krizlere paralel olarak, Türkiye sermaye sınıfının yönelimlerinin, bunun siyasete yansımalarının ve oluşan bağımlılık ilişkilerinin penceresinden IMF ile Türkiye ilişkilerini irdelemek gerekmektedir.
Bununla birlikte, bir önceki bölümün son kısmında IMF’nin dünya üzerindeki yönelimlerinin farklılaşmasının Türkiye’ye dönük yansımalarını da tarih içerisine tanımlamak mümkündür. O açıdan 1961’den günümüze kadar IMF ile Türkiye arasında yapılan 19 stand-by anlaşmasından özellikle 1980, 1999, 2000, 2002 ve 2005 yılında en büyük miktardaki kredilerin verildiğini görüyoruz. (Bakınız Tablo 1) Buradan bazı çıkarsamaları yapmak mümkün görünmektedir:
- Türkiye’de 1960’lı yıllardaki ithal ikameci politikalar esnasında mali açıdan bir düzeyde bağımlılığın adı olan IMF anlaşmaları, 1970’li yıllarda bir dönem kesintiye uğrasa da, 1980’li yıllara giriş oldukça gümbürtülü olmuştur.
- Bilindiği üzere 24 Ocak 1980 tarihinde alınan kararlar Türkiye’nin IMF’nin ekonomi politikalarına tam boy girmesinin adı olmuş, bunun ödülü ise birkaç ay sonrasında Türkiye burjuvazisine verilmiştir.
- 12 Eylül sonrasında neo-liberal ekonomi politikalarına tam boy geçiş ile birlikte, IMF ile ilişkiler yeni bir düzleme taşınırken, 90’ların sonu ve 2000’li yılların başında Türkiye kapitalizminin biriktirdiği kriz dinamikleri yine emperyalist reçeteler ve IMF ile çözülmeye çalışılmış, ülke tarihinde gördüğü en büyük IMF borçlanmaları içine girmiştir.
- Borç tablosu dikkatli bir şekilde incelendiğinde AKP’nin “IMF’den kurtulduk” söyleminin yalan olduğu ortaya çıkacaktır. Türkiye tarihinde IMF’ye ödenen toplam paranın beşte birine denk gelen 19. Stand-by anlaşması AKP iktidarı tarafından yapılmıştır. Devamında ise IMF’nin misyonunda ortaya çıkan farklılaşma gündeme gelmeye başlamıştır. Türkiye’nin mali anlamda dışa bağımlılığında AKP sayesine azalma olduğu doğru değildir. Bağımlı olunan emperyalist odaklarda farklılaşma olmuştur.
- AKP iktidarı tam da IMF tarafından denetlenen sosyal devletin tasfiyesi, işçi sınıfının en temel haklarının budanması, esnek çalışma modeline geçiş, özelleştirmelerin tam gaz hayata geçirilmesi ve tarıma dönük devlet desteğinin kaldırılması gibi politikalarda ikirciksiz bir şekilde adım atmıştır. Bu politikalara emperyalizm tarafından verilen ad “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”dır. Bu program hatırlanacağı üzere krizden çıkış adı altında Kemal Derviş tarafından hazırlanmış, AKP iktidarı tarafından kararlı bir şekilde sürdürülmüştür. 3 Kasım 2002 seçimlerinde Kemal Derviş’in milletvekili seçildiği CHP ile aynı seçimlerde tek başına iktidar olan AKP’nin konu IMF’ye yaklaşım olunca yollarının nasıl kesiştiğinin görülmesi açısından son verdiğimiz örnek ise önemli sayılabilir.
Türkiye ekonomisinde son dönemde yaşanan kriz tablosunun IMF ile ilişkilere nasıl yansıyacağı, yine IMF’nin mi kurtarıcı olacağı, yoksa IMF’siz IMF programları ile mi devam edileceği güncel olarak önem taşıyan bir soru olarak ortada duruyor. En son yapılan McKinsey anlaşmasının bu açıdan emperyalizme boyunduruğun türlerinden biri olduğu ve krizin faturasının yine emekçilerin sırtına bindirileceği açık bir gerçek olarak görünür hale geldi. Ancak bu sefer burjuvazinin işi tereyağından kıl çeker gibi halletmesinin sınırları olduğunu da ifade etmek gerekiyor… İşçi sınıfının örgütlü mücadelesi emperyalist güçleri de işbirlikçisi olan sınıfı ve siyasetçileri de tarihin çöplüğüne gönderebilecek güce sahip.