İşçiler seçimin neresinde?: Seçimlerin unutturduğu ve unuttukları
10-06-2018 08:57Seçim süreçlerinde kurun ne olacağı, faiz politikalarının nasıl belirleneceği, bütçenin nasıl oluşturulacağı, hangi kalkınma araçlarının ön plana alınacağının tamamı emekçilerin gözünden oluşturulması dışında başka bir seçenek bulunmuyor. Bu seçenek, ne Güney Kore’den, ne Almanya’dan, ne de ABD’den ithal edilebilir. Bu seçenek ancak Türkiye’nin emekçi halkı tarafından yaratılacak ve hayata geçirilecektir.
İLKER DEMİRER
Her seçim dönemi ekonomik ve sosyal olguların belirleniminde geçer. Seçim meydanına çıkan tüm siyasi partiler o dönemin ana ekonomik ve sosyal temaları üzerinden seçim kampanyalarını, stratejilerini belirleyerek “siyaset” yapmaya çalışır. Çok partili siyasi yaşantı boyunca kısmi dönemler hariç siyasi kampanyaların ana ekseni sermaye sınıfı ve emperyalizmle olan ilişkiler üzerinden şekillendi. Sermaye sınıfının ve emperyalizmle olan ilişkilerin temaları dönemsel olarak farklılık gösterdiği için de seçim kampanyalarında kullanılan slogan ve yaklaşımlar biraz da o “dönemin ruhunu” yansıtır şekilde gerçekleşti.
60’lı ve 70’li yıllarda seçimlerin ana ekseninde kalkınma ve ilerleme başlıkları ele alınırken, başını Süleyman Demirel’in çektiği Türkiye sağı ekonomik ve sosyal başlıklarda “demagojik” bir retorik üzerinden söylemlerini şekillendirmişti. Demirel’in “plan değil, pilav lazım” şeklinde ifade ettiği ekonomik ve sosyal yaklaşım; halkın gözünü boyamaya dayanan, ekonomiyi alabildiğinde sermayeye ve emperyalizme tabii kılmaya çalışan bir yaklaşımın ürünüydü.
80’li yıllarda faşist cuntanın ardından iktidara gelen Özal’la birlikte, düzen siyaseti neo-liberalizmin araçlarını bol bol halkın üzerine boca eder hale geldi. Alabildiğince özelleştirmeci, her şeyi satmaya yeminli, ülkeyi emperyalizmin “basit bir uzantısı” haline getirmeye çalışan anlayış, emekçilerin üzerine karabasan gibi çöktü. İşçi ücretlerinin azaldığı, sermayenin sınırsız sömürüsünün ayyuka çıktığı 80’li yılların ardından 90’lar bu durumu pekiştirdi.
NEO-LİBERALİZM SEÇİM VAATLERİNİN ARKA PLANI HALİNE GELİRKEN…
AKP’nin iktidara gelişiyle beraber seçimler artık “projeler” ile anılır hale geldi. Neo-liberal dönüşüm sermaye düzeninin tüm aktörlerini esir alırken, siyasetin dilinde kalkınma ile sermayenin palazlanması, ilerleme ile “sınırsız sömürü hakkı” ters yüz edilmiş hale gelmiş durumda.
16 yıla yaklaşan AKP iktidarı, rejim değişikliğinde vites arttırdıkça hakim ekonomik ve sosyal yaklaşımların sınırları da zorlanır hale geldi. Özellikle 2015’ten itibaren gelişen siyasal atmosferle birlikte sermaye politikalarının “ince bir hat üzerinde hareket eder” hale gelmesi buzda dansın son perdesini oluşturuyor. 16 yıllık iktidar performansı ile AKP emperyalist ekonomik politikanın ABC’sine harfiyen uymuş ve geldiği aşamada “tıkanma” ile karşı karşıya kalmıştır.
24 Haziran seçimleri böyle bir ekonomik ve sosyal ortama doğarken, düzenin sağlı sollu tüm unsurları 16 yıllık ekonomik ve sosyal mantığın ürünü olan politikaları halkın önüne seçenek olarak koymuş durumda. AKP iktidarı bu noktada belirleyici bir rol oynarken, sermaye sınıfı adına ciddi zorluklarla karşı karşıya olduğunun farkında. Seçim beyannamesinde uluslararası sermayeye güven ve sermaye politikalarında dönüşüm vaat eden AKP, özü itibariyle 90’lı yılların IMF programlarının benzerini uygulayacağının sinyalini veriyor. Dış borç stoğunun giderek artması, cari açıktaki artışın dizginlenememesi, ekonomik alanda sermaye birikiminin farklı sektörlere kanalize edilmekte zorlanması, dış kaynak akışına bağımlı ekonomik alt yapı AKP iktidarını zorunlu bir yörüngenin içine sokuyor. Kurdaki son dalgalanmayla beraber faiz artışına giden AKP, bu faiz artışı ile beraber Türkiye’yi gelişmekte olan ülkeler arasında reel faiz getirisi açısından birinci sıraya getirmiş durumda. Yüzde 4,5’luk reel faiz oranıyla en yakın rakibi olan Rusya’nın üzerine çıkan bu faiz politikası, seçimler öncesinde uluslararası sermayeye ciddi bir fırsat yaratmış durumda.
ŞEYTAN “AYRINTIDA” GİZLİ: AYNI POLİTİKA, FARKLI İSİM
Bu fırsatı seçimler sonrasında “koruma altına” almak zorunda olan AKP, seçim beyannamesinde “iç tasarruf oranlarını” yükseltmekten ve “teşvik politikaları” ile sermayeye yeni ödünler vermekten yana olduğunu gösteriyor. Araya “sanayileşme”, “turizmin önemi” vs.. gibi başlıkları da sıkıştıran AKP, özü itibariyle 16 yılın sonunda sermayenin kazanımlarını korumaya dönük bir ekonomik hat üzerinde olduğunu gösteriyor.
AKP’nin rakibi konumunda olan ve “değişim” vaadi ile yaklaşan muhalefet ise özü itibariyle AKP politikalarından ayrışmıyor. Ülkede sermaye düzeninin “kötü” yönetilmesinden yakınan İyi Parti (İP) ve CHP, getirdikleri önermeler ile sermaye sınıfına “biz daha iyi yönetiriz” mesajı veriyor. Özellikle İP’in seçim beyannamesi mali sermayenin araçlarına özerklik tanınması, Merkez Bankası’nın özerkleştirilmesi, faiz politikalarında sadeleştirilmeye gidilmesi vs. gibi, üzerinden şekillendirilmesiyle sermayeye hizmet konusunda AKP’den aşağı kalır yanı olmadığını gösteriyor.
İP’in ve CHP’nin seçim beyannamelerinde “teknoloji unsurunun” öne çıkartılarak sermaye sınıfının bileşiminde dönüşüm yapılacağı sinyalinin verilmesi ise herhangi bir özgün yaklaşım içermiyor. Bu noktada AKP’nin Orta Vadeli Planları (OVP) ile benzer bir ruha sahip bu yaklaşımların, göz boyamak dışında bir sonuca sahip olmayacağını ifade etmek gerekiyor.
“ÇELİŞKİLİ” SOSYAL DEMOKRASİ, HEDEFSİZ MUHALEFET
Bunun haricinde ana siyasi unsurların işçi sınıfı ve emekçileri seçim süresi boyunca fazla ele almadığı gözlemleniyor. AKP açısından işçi ve emekçiler yalnızca basit birer tüketiciler olarak kodlanırken, muhalefet partilerinin ise “çelişkili” yaklaşımlar geliştirdiği gözlemleniyor. İP’in seçim beyannamesinde çeşitli sosyal hak vurguları bulunuyor olsa da bunların en fazla yoğunlaştığı alanlar kamuoyunda yakından takip edilen iş sağlığı ve güvenliği gibi noktalarda. Denetim mekanizmasının fazlaca öne çıkartıldığı yaklaşımlarda genel olarak işçi ve emekçilerin sosyal taleplerine fazla değinilmemesi dikkat çekiyor.
Bu noktada düzen partileri arasında en fazla sıyrılanlar ise CHP ve HDP oldu. Grev hakkından, işçi ve emekçilerin ücretlerinin artışından, kamusal kaynakların daha düzenli kullanılmasından söz eden her iki siyasi partinin geçmiş özelleştirmelere, planlı ekonominin unsurlarına fazlaca değinmemesi dikkat çekiyor. Kapitalizmin nedenlerine değil, sonuçlarına odaklanan her iki siyasi parti en fazla AKP’nin ayyuka çıkan uygulamaları üzerinden işçi sınıfına seslenmeyi tercih etmiş durumda.
ÇÖZÜMÜN ANAHTARI İŞÇİ SINIFININ ELİNDE
Düzen partilerinin sağlı sollu unsurlarının işçi sınıfı ve emekçiler adına genel geçer şeylerden öte bir şey söylememesi onların sınıfsal konumlarıyla uyumlu. Öte yandan işçi sınıfı için seçimlerde dahil olmak üzere tüm siyasal süreçler kendi penceresinden örülmesi gereken dönemlerdir. O nedenle işçi sınıfının tarihsel ve güncel çıkarları penceresinden bakan bir bakış açısının planlı, kamu mülkiyeti esaslarına dayanan, bölgesel ve sosyal eşitsizlikleri hızla törpüleyen bir içeriğe dayandığını söylemek gerekiyor.
İşçi sınıfının bugün daha iyi şartlar altında, insanca bir düzende yaşaması aynı zamanda bütüncül bir ekonomik ve sosyal programı içeriyor. Borçların daha iyi yönetilmesini, uluslararası sermayenin hangi kesimine, nasıl entegre olacağının tartışılması işçi sınıfının genel çıkarlarına ters. Bu nedenle iş cinayetlerine karşı mücadeleden, emekçilerin sosyal haklarının güvence altına alınmasına, ücretlerde yaşanacak artıştan, temel insani ihtiyaçların karşılanmasına, çalışma saatlerinin azaltılmasından, iş güvencesinin sağlanmasına kadar pek çok başlıkta işçi sınıfının “ilerleme” kaydedebilmesi başka bir program altında gerçekleşebilir. Bunun için örgütlü, mücadele eden bir işçi sınıfına ve onun siyasal partisinin gücüne ihtiyaç duyuluyor.
Seçim süreçlerinde kurun ne olacağı, faiz politikalarının nasıl belirleneceği, bütçenin nasıl oluşturulacağı, hangi kalkınma araçlarının ön plana alınacağının tamamı emekçilerin gözünden oluşturulması dışında başka bir seçenek bulunmuyor. Bu seçenek, ne Güney Kore’den, ne Almanya’dan, ne de ABD’den ithal edilebilir. Bu seçenek ancak Türkiye’nin emekçi halkı tarafından yaratılacak ve hayata geçirilecektir.
Böyle bir “Türkiye modeli” dışında emekçiler için başka bir seçenek bulunmuyor.
PUSULA | DÜZEN PARTİLERİNİN SEÇİM BEYANNAMELERİNDE NE VAR?
Düzen siyasetinde taşlar yerine oturuyor: Laikliğin tasfiyesinde mutabakat
Emperyalizmle işbirliğinin perdesi
Düzen muhalefetinin ufku sermaye politikaları ile sınırlı: Restorasyon mu dediniz?