Jakobenizm‘den sosyalizme: Lenin

Jakobenizm‘den sosyalizme: Lenin

14-07-2018 09:30

''Yirminci yüzyılda Avrupa’da ya da Avrupa ve Asya’nın sınır hattında, devrimci sınıfın, yoksul köylülük tarafından desteklenen ve sosyalizme ilerlemek için mevcut maddi temelden yararlanan proletaryanın yöntemi Jakobenizm olacaktır. (…)

Deniz Tütmez

”Yirminci yüzyılda Avrupa’da ya da Avrupa ve Asya’nın sınır hattında, devrimci sınıfın, yoksul köylülük tarafından desteklenen ve sosyalizme ilerlemek için mevcut maddi temelden yararlanan proletaryanın yöntemi Jakobenizm olacaktır. (…)

Burjuvazinin Jakobenizmden nefret etmesi doğaldır. Küçük burjuvazinin ondan ödünün kopması doğaldır. Sınıf bilinçli işçiler ve genel olarak emekçi halk, iktidarın devrimci, ezilen sınıfa geçişine güvenmektedir ki bu Jakobenizmin de özüdür. Şimdiki krizden çıkışın tek yolu ve ekonomik tükenişin ve savaşın biricik çaresidir.”

Bu alıntı, Lenin’in “Jakobenizm İşçi Sınıfını Korkutabilir mi?” başlıklı makalesinden. Makale ilk kez 7 Temmuz (24 Haziran) 1917 tarihli Pravda’nın 90. sayısında yayımlanmıştır. Ve konumuz itibarıyla Jakobenlerin devrettiği ”devrimcilik” mirasının kendisine dair yeterince açıklayıcı bir giriş sayılabilir.

Jakobenler, insanlık tarihinin en ileri atılımlarından ve devrimler tarihindeki iki olgudan birisi-diğeri Ekim Devrimi- olan görkemli Fransız Devrimi’nin öncülerinin, önder kadrolarının ‘en ileri’ kanadını temsil etmektedir. Jakobenler, Fransız Devrimine gerçek kimliğini kazanması, yani önceki rejimle tüm bağların sökülüp atılması ve yeni bir iktidarın inşa edilmesi doğrultusunda büyük katkı yaptılar, hatta bu kopuşu sadece onların gerçekleştirdiği dahi iddia edilebilir. Jakobenler burjuva devriminin radikalizmini sembolize ediyorlar. Tüm feodal kurumlara en keskin savaş onlar tarafından verildi.

Jakobenler yani Robbespierre, Saint Just, Danton… Fransız Devrimi de tüm devrimler gibi bir çok unsurdan, damardan ve kanattan oluşuyordu. Ve en nihayetinde tüm burjuva devrimleri gibi temelde iki kanattan: tutucu, muhafazakar, korkak kanat ve ilerici, yenilikçi ve cüretkâr kanat. Jakobenler ve özel olarak Jakobenlerin temsiliyetinin biricik önderi Robbespierre’i devrimin tüm farklılıklarından ayırt edici kılan şey ise devrimi akılsal sonucuna vardırma çabası ve cüretidir. Bu cüretin sonu da ‘doğası gereği’ sadece 4 yıl önce kralı gönderdikleri giyotinin kendi başlarını gövdelerinden ayırması gibi trajik bir senaryo ile bitiyordu.

Devrimin akılsal sonucuna doğru sürdürülmesi: Sosyalizm mücadelesi

Aydınlanma ile beraber insan aklının özgürleşmesi ve eylem-pratik- felsefesini; dogmalara, skolastik ortaçağ düşüncelerine karşı laikliği, sekülerizmi, ”tanrının dünyadaki eli” olan feodal devlete karşı cumhuriyeti ve yurttaşlığı, feodal üretim ilişkilerine karşı modern kapitalist toplumu yaratıyordu. Bu sürecin kendisi, tarih sahnesine dünyayı değiştirme, dönüştürme misyonuna sahip tek sınıfı proletaryayı yani işçi sınıfını çıkarıyordu.(işçi sınıfının, ‘sınıf’ unsuru ile tarih sahnesine çıkışı yine Fransa’da 1831’de Lyon’da ipek işçilerinin mücadelesi ile görüyoruz.)

Bu da bağımsız olarak işçi sınıfının mücadelesinin tarihinin kapılarını aralayan süreç olarak sosyalizm fikrini tüm dünya işçi sınıfının saflarına sokuyordu. Bilimsel anlamıyla sosyalizm, bu oranda aydınlanmanın yani aydınlanmanın en ciddi sıçrama noktası olan Fransız Devrimi ile doğuyordu.

Bir Mirastan Devralınan Bayrak

Tarihte, insanlığın eşitlik ve özgürlük arayışındaki tüm cüretkar atılımların, çıkışların ‘sentez’lendiği gelenek ise bu kez kendisini 1900’lerin henüz başlarında Rusya topraklarında Bolşevikler ile karşımıza çıkıyor. 100 yılı aşkın bir süre sonra kendisini Bolşevikler ile gösteren bu gelenek elbetteki dünyamızın bir çok yerinde de kendini gösteriyordu. Lakin Bolşevikleri konu almamızın sebebi ise bu geleneğin başarıya ulaştırılmış olmasıdır.

Bununla beraber de sosyalizm, Jakobenlerden devrim düşüncesini, bağlanma fikrini, devrimci politikayı ve örgütlü iradenin gücünü alıyor ve bunları ileriye taşıyordu. Jakobenizmi bugüne taşıyan şeyin kendisi ise, sahip olduğu değiştirme-dönüştürme tutkusudur.

Kendiliğindenlik ve Onun Panzehiri Olarak Öncülük

Fransız Devrimi’nin o görkemli yılları (1789 Bastille baskınından, 1794 Jakobenlerin tasfiyesine kadar) içerisinde ne değişti de Jakobenler iktidarı kaybetti sorusuna bir çok cevap verilebilir, bir çok parametre bulunan bir meseledir. Ama Fransa halkının daha dün tanrı gibi saydığı Robbespierre’in idamını çılgınca desteklemesi, geriye kalanların ise neredeyse hiçbir şey yapmamış olması bize acı bir şeyi gösteriyor. Aynı durumun farklı bir tablosunu Bolşeviklerin kurduğu Sovyet Birliği’nin çözülüşten önceki son yılında binlerce kişiden oluşan McDonalds kuyruğunda görüyoruz. İkisin de ortak noktası olarak ”örgütsüz toplum”un karşımızda durduğunu söylemek sanıyorum çok uçuk bir iddia olmayacaktır. Birisinde feodalizmden yani bir köylü toplumunun, bir halk olarak, yurttaş olarak yaşadığı dönüşümle beraber ”kendiliğinden hareketli” ve radikal bir kitle olmasının sonucu; diğeri ise sosyalist düzen içerisinde ”kendiliğindenliğe” mahkum edilmiş, örgütsüzleştirilmiş, yani toplumsal dönüşümünü sağlayamamış bir ülkenin işçi sınıfının savruluşu, geriye gidişinin ve çözülüşünün sonucu olmuştur.

Örgütsüz, öncüsüz ve kendiliğinden hareketli kitlenin verebileceği güven sınırlıdır. Rüzgar nereden daha güçlü eserse, kitle onun etkisine girer. Popülizm, bu niteliğe teslim olmak ve yenilgiye en başından mahkum olmak anlamına geliyor. Bu popülizm bugünün dünyasında ve ülkemizde çokça rastladığımız bir durum. Bugün ülkemizde 24 Haziran seçimleri ve sonrasında yaşananlar da bu durumu bir kez daha ortaya koymuştur. Ülkemizde sosyalizm mücadelesi için çok değerli olan örgütsüz kitlenin kendisi bu rüzgar ile beraber büyük bir hayal kırıklığı ve umutsuzluk içerisine girmiş durumda. Sosyalistlerin ise yapması gereken popülizm yaparak kendiliğindenliğin parçası haline gelmek değil, bu çürümüş düzenin bütününe karşı örgütlü öncü gücünü yaratmaktır. Bunun için de Jakobenlerden ve Bolşeviklerden devraldığı öncülük fikriyatını ete kemiğe kavuşturması ihtiyaç olandır. Bu dün de böyleydi, bugün de böyledir…

Bir hareketin öncü hale gelebilmesi için, kitlenin içgüdüselliğine-kendiliğindenliğine- müdahale ederek bilinç sıçraması yaşatmasını gerektirir. Öncü, ilk önce kendisini kendiliğindenliğin tepkisel sınırlılığından kurtarması gerekir bunun için de ideolojik olarak net olmasını mecburi kılar. Bunu ise, öncü olmanın ete kemiğe bürünmesi izler. Kısa vadeli ve tepkisel içgüdülerin esiri kitle yönlendirilir, biçimlendirilir. Öncülük, mevcut nesnelliğin-güncelliğin- sınırlarından, uzun vadeli bir projenin taşıyıcılığını üstlenmiş hale gelmek zorundadır.

Bu zorundalılık, öncülüğü ve toplumsal bir dönüşümü sağlayacak güç olan öncü bir Parti için ısrar etmekten geçmekte. Sonuç olarak görkemli Fransız Devrimi’nin Jakobenlerinden devralınan bayrağın Bolşevikler ile taşınmasını anlayabilmek ve bugün de bu bayrağın 21.yüzyılın dünyasında ve memlekette nasıl taşınabileceğini görmek tek bir yerden geçiyor: Jakobenlere Lenin gözüyle bakmak…

”Jakobenlerde döneminde devrimin ideallerine (Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik) sıkı bir bağlılık ve devrimi sürdürmek, ileriye taşımak için kararlı ve örgütlü bir öznel müdahale pratiği görmekteyiz. Bu müdahale verili nesnelliği daha iyiye taşımak için yapılmıştır. Jakobenler halka karşı ve halk için iktidarı ellerinde tutmak istemişler ve bu anlamda belli bir öncülük misyonunu kendilerine biçmişlerdir. Bu onların mirasını bizim taşıyor olmamızın ve burjuvazinin onları kendi devriminden defetmek istemesinin açıklayıcı nedenidir. Jakobenler, yukarıda belirtilen bir çok eksiklerine rağmen devrimci geleneğimizin bir parçası olma konumunu, devrimi ileri taşımak konusundaki tavizsiz tutumlarına borçludurlar.” (Lenin- Bir Adım İleri İki Adım Geri, Akselrod ile tartışma)

PUSULA’NIN DİĞER YAZILARI

PUSULA 1 – Fransız Devrimi ve tarihsel önemi

PUSULA 2 – Adı unutulmayacak bir devrimci: Robespierre

PUSULA 4 – Fransız Devrimi’nden kalan büyük miras: Cumhuriyet ve laiklik