PUSULA| Sermaye, işçi sınıfı ve sendikalar
04-11-2018 08:40Bugün sınıf siyaseti anlayışının hem partiler açısından hem de sendikalar açısından tekrardan başa yazılması aynı zaman da sınıfa yönelik saldırıya sınıfsal zeminden karşılık verme zorunluluğu tüm alanlarda oturması ve bunun zorlanması gerekiyor.
Hıdır Özgüç
Sınıf Tavrı kurultayı son derece anlamlı ve önemli bir noktaya oturmaktadır. Sınıf Tavrı hem işçi sınıfının ihtiyaç duyduğu siyasal zemini yaratmak hem de bugün yerleşik hale gelmiş sendikal anlayışı değiştirmek, sınıf sendikacılığı anlayışını tekrardan kazandırmak zorundadır.
Bu yazının konusunu sermaye sınıfı ve işçi sınıfı arasındaki ilişki ve sendika denklemi oluşturacak, bütün bir tarihi ele almak burada olanaksız olduğu için yazının ağırlık noktasını reel sosyalizmin çözülüşü sonrasın da ortaya çıkan ilişkiler noktasına kaydıracağız.
Bu noktada bir dönemlendirme yaparsak eğer, Türkiye’ de 1960-1980 yılları arasında yükselen bir sınıf mücadelesi ve bunun siyasal, sendikal yansımalarının ortaya çıktığı, diğer yandan dünya ölçeğinde reel sosyalizmin basıncı ile kapitalist-emperyalist sistemin görece daha temkinli adım attığı bir tablo çizebiliriz.
Sendikal mücadelenin gerilemesi
Buradan hareketle günümüze doğru bir yol çizersek, 12 Eylül askeri darbesi en önemli uğrak noktası olacaktır. 12 Eylül öncesi, oldukça kitleselleşen sınıf hareketi, sermaye sınıfı için ciddi bir tehdit oluşturması ile birlikte aynı zaman da Türkiye kapitalizminin yaşadığı ekonomik ve siyasi krizde darbenin oluşum zeminini yaratmıştı. Bu durumu şöyle de ifade edebiliriz, sermaye sınıfı yaşanan bu tıkanıklığı aşmak ve bir dönüşüm gerçekleştirmek için askeri darbe istenir hale gelmiştir. O dönemin sermaye temsilcilerinin açıklamalarına bizzat bakarsak bu gerçekliği görmüş oluruz.
Bu dönemden sonra özellikle 24 Ocak kararlarının hayata geçirilip kalıcılaştırılması ile birlikte, işçi sınıfına karşı ciddi bir saldırı dalgası başladı ve işçi sınıfının örgütlülüğünü dağıtmak için, siyasi partiler, sendikalar ve dernekler kapatıldı. Ve böylece sınıfına dönük saldırıyı yükseltmek için zemin hazırlanmış oldu. Asıl uzun vadeli hesap ise sınıfın siyasetten uzaklaştırılması, bölünmesi ve etkisizleştirilmesiydi. Bu konu da sınıf sendikacılığının yerine ikame edilen sarı sendikalar büyük bir rol oynayacaklardı, bu noktaya daha sonra değineceğiz.
Dünya ölçeğinde baktığımız da ise, 90’lı yılların başında reel sosyalizmin çözülüşü ile birlikte tüm dünyada rüzgarı daha hızlı esmeye başlayan neo-liberal hava ile birlikte işçi sınıfın tüm tarihsel ve güncel kazanımlarına karşı ciddi bir saldırı dalgası başlatıldı. Emperyalist – kapitalist sistem tüm vahşiliği ile işçi sınıfına saldırırken aynı zamanda mücadele araçlarının da içini boşaltmaya, etkisizleştirmeye başladı ve işçi sınıfı üzerinde bir ideolojik ve siyasal hegemonya kurma girişimlerine çabaladı.
Hem dünyada hem de ülkemizde sınıfsal mücadelenin ağır darbeler aldığı bu dönemlerden sonra işçi sınıfının hem mücadele düzeyinin hem de örgütlülük düzeyinin oldukça azaldığı bir dönem yaşanmaya başlandı. Bu etki doğal olarak işçi sınıfının mücadele araçlarını da doğrudan etkiledi. Burada bir kıyaslama yapmak gerekirse; 1980 öncesi Türkiye nüfusu 44 milyon civarı iken sendikalı işçi sayısı 2 milyon 400 bin civarındaydı, bugün ise Türkiye nüfusu 80 milyonun üzerinde iken sendikalı işçi sayısı 1 milyon 802 bin civarında. Bu sendikalaşma oranının ise büyük bir bölümünü sarı sendikalar oluşturmakta, sınıf sendikacılığı anlayışı neredeyse ortadan kaldırılmıştır.
Darbe sonrası, DİSK ve ona bağlı 28 sendikanın faaliyetleri durduruldu, binlerce sendikacı gözaltına alındı ve tutuklandı, diğer yandan Türk-İş darbeye açık destek vermiş hatta daha da ileri giderek dönemin Türk-İş Genel Sekreteri Sadık Şide cunta yönetiminde Çalışma Bakanı olarak görev almıştır.
Sonuç olarak buraya kadar olan durumu özetlemek gerekirse, günümüzde sınıf sendikacılığı anlayışı, işçi sınıfının örgütlü hareket etme anlayışı ve işçi sınıfının tarihsel kazanımları ciddi anlamda saldırıya uğramış ve geriletilmiştir.
İşçi sınıfı bugün ne yapacak?
Peki bugün ne yapılmalı sorusuna gelirsek eğer öncelikli olarak içerisinde bulunduğumuz nesnel koşulları doğru şekilde tahlil etmemiz ve konum almamız gerekiyor. Bu noktadan hareketle başa yazmamız gereken gerçeklik öncelikli olarak sosyalist hareketin bağımsız hattının kurulması ve sınıf mücadelesinin her alanına bu etkiyi yaymak gerekliliği olmalıdır.
Bugün dünyanın ve ülkenin mevcut durumuna ve bunun işçi sınıfı üzerinde ki etkilerine baktığımızda reel sosyalizm sonrası neo-liberal politikalar ekseninde oluşturulan büyük “özgürleşme” yalanı ve bunun tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yansıması sınıfa saldırı olarak somutlaşmış oldu.
İçinden geçtiğimiz nesnel koşullarda sınıfın ideolojik, siyasal ve örgütsel kuşatılmışlığını tekrardan bir kenara not ederek devam edersek, bugün Türkiye ekonomisi ciddi bir krizin eşiğine gelmiş bulunuyor hatta bu eşiği geçmeye başladı da. Bu durumun ortaya çıkmasının birçok sebebi bulunuyorken altını çizmemiz gereken en önemli nokta AKP iktidarı dönemi uygulanan ekonomi politikaları sonucu başlayan tekellere teslim olma ve bu durumda ortaya çıkan yağma politikası sonucu oluşan özelleştirme dalgasının etkisidir.
AKP iktidarı boyunca 21 bin 208 işçinin iş cinayetine kurban gitmesi hem işçi sınıfının çalışma koşullarını ortaya koyuyorken hem de yaşadığımız ekonomik kriz dönemde faturanın doğrudan işçi sınıfına kesileceğinin bir göstergesidir. Bu noktada sendikalar sınıf sendikacılığı işlevini kaybettiği oranda işçi sınıfı arasında ki bölünmüşlük ve umutsuzluk havası daha da kuvvetleniyor. Burada tabi ki sınıf mücadelesini sadece sendikalar ile verilmesi gibi bir durum anlaşılmamalı, bir öncü gücün yaratılmasını en başa yazmamız gerekiyor.
Yukarı da bahsettiğimiz kriz döneminde olmamız, önemli bir mücadele zemini yaratmaktadır ve buraya hazırlanmak, sınıfa karşı saldırıyı göğüslemek ve mücadele araçlarını kuvvetlendirmek durumundayız.
Bu noktada bir not olarak, geçen Pazar günü yapılan Sınıf Tavrı kurultayı son derece anlamlı ve önemli bir noktaya oturmaktadır. İnsanca bir yaşam, eşitlikçi bir düzen için yeter söz işçinin sloganı ile yola çıkan ve ikinci kurultayını gerçekleştiren Sınıf Tavrı, Türkiye işçi sınıfının önemli bir mevzisi olmak için yola çıktı. Sınıf Tavrı hem işçi sınıfının ihtiyaç duyduğu siyasal zemini yaratmak hem de bugün yerleşik hale gelmiş sendikal anlayışı değiştirmek, sınıf sendikacılığı anlayışını tekrardan kazandırmak zorundadır. Sınıf Tavrı sarı sendikacılığa karşı da bir mücadele aracı haline getirilmelidir.
Sonuç olarak, bugün sınıf siyaseti anlayışının hem partiler açısından hem de sendikalar açısından tekrardan başa yazılması aynı zaman da sınıfa yönelik saldırıya sınıfsal zeminden karşılık verme zorunluluğu tüm alanlarda oturması ve bunun zorlanması gerekiyor.
İnsanca bir yaşam, eşitlikçi bir düzeni ancak bu zeminden kurabiliriz.