Türkiye’nin İdlib sınavı
30-09-2018 08:30Türkiye, ABD’nin planlarına ortak olup büyüme hevesiyle girdiği Suriye’deki cihatçılar macerasında masada kalacağı ve Suriye’nin inşasından pay alabileceği bir konumu korumak için denge tutturma peşinde.
H.Murat Yurttaş
Türkiye, ABD’nin planlarına ortak olup büyüme hevesiyle girdiği Suriye’deki cihatçılar macerasında masada kalacağı ve Suriye’nin inşasından pay alabileceği bir konumu korumak için denge tutturma peşinde. İdlib ise bu denge mücadelesinin nihai sahnesi olmaya aday konumda yer alıyor. Türkiye’nin İdlib sınavı bu açıdan Suriye’nin olduğu kadar kendi geleceğini de yakından ilgilendiriyor.
Emperyalizmin Kuzey Afrika’dan başlayarak Suriye’ye uzandığı önce “Arap Baharı”, ardından “Arap Kışı” sayılan sürecin sonuna yaklaşıyoruz. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da emperyalizmle uyumlu Müslüman Kardeşler iktidarları yaratmayı hedefleyen süreç büyük ölçüde başarısızlığa uğradı. AKP iktidarının Türkiye’yi bu “Büyük Ortadoğu” oyununda daha büyük bir aktör haline getirme çabaları da başarısız oldu.
Bugün gelinen noktada, emperyalizm artık siyasal İslam kartını geri çekmiş ve Suriye’de Kürtlerle bir işbirliği geliştirir halde. Bölgeye Türkiye, Körfez ülkeleri ve başta CIA olmak üzere emperyalist ülkelerin istihbarat servisleri aracılığıyla sokulan yabancılar başta olmak üzere cihatçılar ise ülkenin dört yanından sürüldükleri İdlib’te kaderlerinin belirlenmesini bekliyor.
Türkiye açısından İdlib aynı zamanda bir güvenlik tehdidi halinde. Uzun sürecek bir harekatın en başta yeni bir sığınmacı dalgası yaratması ve en azından yüzbinlerce insanın Türkiye’ye yönelmesi işten bile değil. Ancak daha önemlisi Türkiye sınırına yığılacak bu kitlenin içerisinde pek çok cihatçının da karışacak olmasında yatıyor. Türkiye bu sorunlar karşısında Cerablus ve Afrin bölgelerindeki kontrolünün masada kendisine sağlayacağı bir dengeyi tutturmaya çalışıyor.
Cihatçılar ne yapacak?
Türkiye, uzun bir süre emperyalist planlar doğrultusunda desteklediği cihatçı gruplarla baş başa bırakıldığı son yıllarda Suriye’de bir yandan Kürtlerin bölgede kazanacağı statünün kendi sınırlarını tehdit etmesini engellemeye bir yandan da bu dengeyi tutturmaya çalışıyor. Bu çabaların bugün için öncelikli gündemi ise Rusya ve İran ile Astana süreciyle başlayan ve son olarak Tahran ve Soçi’deki görüşmelerle bağlanan mutabakatın hayata geçirilmesi.
Bu çerçevede, İdlib’deki radikal veya ılımlı gibi ayrımlarla tanımlanmak istenen cihatçı grupların mevcut mutabakata nasıl yaklaşacakları önemli hale geliyor. Bu grupların verecekleri tepkinin boyutu Türkiye için Suriye meselesinin çözümünde yeni sorunların çerçevesini belirleyecek.
Bu açıdan bakıldığında İdlib’in en büyük ÖSO çatı grubu olan Türkiye destekli Ulusal Özgürleştirme Cephesi’nin Soçi mutabakatı ile ilgili açıklamasında Türkiye’ye teşekkür ederek “Diplomatik işbirliğine devam edeceğiz ama silahlarımızdan vazgeçmeyeceğiz” ifadelerini kullanması Türkiye’nin bölgedeki kontrol ve gücünü göstermesi açısından önemli sayılmalı. Bu açıklamanın Türkiye’nin sahada kullanabileceği imkanlarını gösteriyor.
Öte yandan “Şam Özgürlük Örgütü” çatısı altında faaliyet gösteren gruplar (Hurras El Din, Ensar El Tevhid, Ensaruddin Cephesi, Ensar Allah, El Furkan ve Cund El Kafkas) cepheden çekilmeyi reddetti. İdlib’de bulunan en büyük cihatçı grup olan Nusra Cephesi’nin devamı Heyet Tahrir El Şam ve Türkistan İslam Partisi grupları da Soçi anlaşmasını tanımıyorlar. Bu örgütleri artık tüm dünyanın terör listelerine aldığı düşünüldüğünde başka türlü bir tepki zaten beklenmemesi gerekir.
Ancak bu durum İdlib’in cihatçılardan temizlenmesinin öncesinde olduğu gibi yine uzun ve kanlı bir süreçle tamamlanacağını gösteriyor. Bununla birlikte, silahsızlandılmış bölgenin esas olarak Türkiye’nin Astana sürecinde belirlenen kontrol noktalarının çevresine konuşlandırılması ve Türkiye sınırının da bir şekilde güvenceye alınması ile temelde çevrelenerek çözümleneceği bir yol açılması anlamına da geliyor. Süreç kırılgan gözükse dahi esasında tüm devletlerin uzlaştığı bir çözümün hayata geçirilebileceği görülüyor.
Türkiye Suriye’yi kabulleniyor
Soçi’de varılan mutabakat ile birlikte Suriye devletinin verdiği tepki bu anlaşmanın sahada uygulanabilir olduğunun en temel kanıtı. Zira, Türkiye bugüne kadar Astana’da “çatışmasızlık bölgesi” olarak tanımlanan alanların birer birer kurtarılmasına ve Suriye devletinin yeniden egemenlik tesisine sözlü itirazlar dışında kabullendiği ve kabullendirdiği bir şekilde gelişmiş oldu.
Bugün emperyalist ülkelerin dahi güç kullanarak devirmekten vazgeçtiklerini açıkça ilan ettikleri Beşşar Esad’ın Suriye’nin başında kaldığı bir durumun Türkiye açısından da kabullenilmesi gereken bir gerçeklik olarak değerlendirilmesi gerekiyor.
Cihatçıların temizlenmesi görevinin hem emperyalizm tarafından yalnız bırakılarak hem de Suriye’nin temel dayanakları olan Rusya ve İran tarafından masada bağıtlanarak Türkiye’ye ihale edilmesinin faturası olacağı düşünülebilir. Bunu zamanla göreceğiz. Ancak Türkiye’nin bu anlaşmayı bozan taraf olmayacağı görülmeli.
Tüm bu çerçeve içerisinde, AKP iktidarının geri adım attığı noktada bu kez masadan dışlanmak ve meşruiyetini yitirme tehlikesi önümüzdeki sürecin en temel zorunluluğu olarak İdlib önünde duruyor.