Rahip Brunson: Bana kalsa Gülen'i Türkiye'ye göndersinler
15 Temmuz sonrası gözaltına alınıp tutuklanan ve Türkiye ile ABD arasında yaptırım krizine neden olan Rahip Andrew Bronson...
15 Temmuz sonrası gözaltına alınıp tutuklanan ve Türkiye ile ABD arasında yaptırım krizine neden olan Rahip Andrew Bronson Hürriyet gazetesine verdiği röportajında “Bana kalsa Fethullah Gülen’i Türkiye’ye göndersinler.” ifadelerine yer verdi.
Brunson, tutukluluk döneminde ortaya atılan Reza Zarrab ile takas gündemine ilişkin ise ”Ben biliyordum ki Amerika bu kadar kolay takas yapmaz. Çok kötü bir emsal olur.” açıklamasında bulundu.
Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e konuşan Rahip Brunson, Türkiye’deki tutukluluk sürecine ve ABD ile Türkiye arasında yaşanan krize ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.
Rahip Andrew Brunson ile yapılan röportaj şöyle:
– Bu kadar uzun zaman sonra Kuzey Carolina’ya dönmek nasıl bir duygu?
Andrew Brunson: Türkiye’de 23 yıl gönüllü kaldık, iki yıl tutuklu. Amerika’ya dönmek bizim için çok güzel ama aynı zamanda çok üzüldüm, çünkü Amerika’dan çok Türkiye’de yaşadık.
– Neden 23 gibi genç bir yaşta Türkiye’ye geldiniz, misyonunuz neydi?
A.B.: Genelde biz Türkiye’de misyoner kelimesini kullanmıyoruz çünkü Osmanlı’dan kalan şeyler var. O zaman ‘Bu kişi bir ajan ve Türkiye’yi bölmek istiyor’ diye düşünülüyor. Bizim misyonumuz bütün dünyaya İsa’yı anlatmak. O amaçla Türkiye’ye gittik.
– Türkiye’yi tercih etmenizin belli bir sebebi var mıydı?
A.B.: Aslında kilisemiz Türkiye’ye gitmemizi istedi. Biz Mısır’a gidecektik ve Arapça öğrenecektik. Türkiye’nin ‘müjde’nin en az paylaşıldığı ülke olduğunu söylediler.
– Dini inancınızın dayalı olduğu ‘müjde’ kavramının ne anlama geldiğini açar mısınız?
A.B.: İsa’nın kurtarıcılığı… Bugün İsa’ya kurtarıcı olarak iman eden belki 6 ya da 7 bin Türk var, 82 küsur milyon içinde. Bizim kilisemiz orada bir ihtiyaç olduğunu düşündü. İsa her zaman peygamber olarak anlatılıyor ama biz onu kurtarıcı olarak tanıyoruz. Türkiye’ye gittiğimizde tanıdığımız kimse yoktu, Türk kültürünü tanımıyorduk. Ama yaşamaya başladıktan üç-dört yıl sonra yüreğimiz Türkiye’ye bağlandı. Türkiye’ye âşık olduk.
– 12 Ekim 2018 sabahı duruşmaya gitmek için kalktığınızda beklentiniz neydi?
A.B.: Savunma hazırladık, bir de cezaevine geri gitmek için bir çanta. Ne olacağını bilmiyorduk. Birkaç kişi “Bu sefer gerçekten bırakacaklar” diyordu. Ama o zamana kadar hep beklenmedik şeyler oldu.
– Türkiye ile ABD arasında geçen temmuz ayında bir takım yanlış anlaşmalar olmasaydı, serbest bırakılmanız karşılığında New York’ta cezaevinde olan eski Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın cezasının geri kalanını Türkiye’de çekmesinin önünün açılacağı yönünde iddialar vardı. Hiç aklınıza gelir miydi böyle bir meselenin içinde isminiz geçsin?
A.B.: Ben kimim ki? Ben sıradan, kimsenin tanımadığı biriyim. Bu seviyeye gelmek gerçeküstü bir şey.
‘Dünyanın her tarafındaki Amerikalılar riske girebilirdi’
– Amerikan basını sizin için ‘siyasi rehin’ diye yazdı. Siz de kendinizi böyle mi hissettiniz?
A.B.: Benim Başkanım (Trump) ve Senatör Lindsey Graham bunu söyledi. Senatör Graham cezaevinde ziyaretime geldi ve bir mesaj iletti. “Seni Amerika’ya getirmek istiyoruz ama doğru bir yoldan gitmemiz lazım. Senin için takas yapılamaz. Böyle bir şey yaparsak kötü emsal olur ve dünyanın her tarafındaki Amerikalılar riske girer. Herhangi bir rejim bize istediğini yaptırmak için bu yönteme başvurabilir” dedi.
– Lindsey Graham bu mesajı size Başkan Trump’tan mı getirdi?
A.B.: Graham böyle bir mesaj getirdi. Başkan ise tweet atarak bana seslendi; ‘Vatansever bir rehin ol’ dedi. Yani ‘Dayan’ demeye getirdi.
– İddianamede 23 yıl Türkiye’de yaşamanıza rağmen hep geçici ikamet için başvurmanızın şüpheli bir durum olduğu vurgusu vardı.
A.B.: Ben hep ne kadar uzun veriyorlarsa onu aldım. En uzun beş yıllık veriyorlardı. Türkiye’de öyle bir yasa çıkınca da Nisan 2016’da süresiz ikamet için başvurduk. Sonra darbe girişimi oldu, her şey yavaşladı. Ekim ayında en sonunda çağırdılar. Biz o görüşmeye “Artık bu son görüşme ve verecekler” diye düşünerek gittik. Ama karakola gittik ve bizi sınır dışı edeceklerini söylediler. Şok olduk. Ama o zaman da dedik devletin hakkı var.
– Sınır dışı gerekçesi olarak ne gösterdiler?
A.B.: Milli güvenliğe tehdit. Ama sonra ‘terör’ yazdılar.
N.B.: Daha biz oradayken bir telefon geldi. Hemen konuşup değiştirdiler.
A.B.: Normal şartlarda sınır dışı kararı alınınca Amerikalıları bir-iki gün içinde sınır dışı ediyorlar. Ama bizi 13 gün tuttular. 13’üncü gün eşimi bıraktılar, tek başıma kaldım. 9 Aralık 2016’da adli gözaltıyla tutukladılar. Savcıya çıkardılar, bana dedi ki; “Sen Fetullah Gülen’i öven bir konuşma yaptın.” Hiç öyle bir konuşma yapmadım.
‘Türkleri sarsacak bir şeylerin olmasını bekliyorduk’ mesajı
– 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bir arkadaşınıza gönderdiğiniz ve ‘Türkleri sarsacak bir şeylerin olmasını bekliyorduk’ diyen telefon mesajı aleyhinize delil olarak dosyaya konuldu.
A.B.: Evet, Dan Slade, Kanadalı bir pastör, benim gibi din adamı. Mesajda Norine’in 15 Temmuz’da çocuklarla beraber Amerika’da olduğunu anlatıyorum. Ben sonradan yanlarına geldim ve sonra da herkesin Türkiye’den kaçmaya çalıştığı bir ortamda yeniden Türkiye’ye döndük. Rahatız çünkü.
– ‘Türkleri sarsacak bir şeylerin olmasını bekliyorduk’ sözleri ile ne kastetmiştiniz?
A.B.: Böyle şeyler bekliyorduk. Bunu vaazlarımda da çok anlatırdım. Tanrı bizim güvendiğimiz temellerin sarsılmasına izin veriyor ki, biz ona bakalım. Borsa da olabilir, siyasi sarsıntı da olabilir, doğal felaket de olabilir. Çünkü biz insanlar genel olarak rahatız, ruhsal şeyleri düşünmüyoruz. Ama borsa düştüğünde ya da ekonomik krizde dua etmeye başlıyoruz. Benim Türkiye için demek istediğim buydu.
– 300 kere Suruç’a gittiniz mi?
A.B.: Mümkün değil o kadar çok gitmek. Zaten iddianamede öyle bir şey yok. Gazeteler öyle yazdı. Ben o dönem içinde Suruç’a toplam 7-8 defa gittim ve toplamda 56 gün kaldım. Bunları ispatladık ve mahkemeye sunduk. Gidişim daha çok 2015 yılının ilk aylarında, çünkü Suriye’de çok yoğun bir insani kriz ve Türkiye’ye göç var.
– Neden özellikle orada hizmet vermek istediniz?
A.B.: Biz zaten Türkiye Protestan Kiliseleri ile birlikte hareket ediyorduk. Suruç’ta bir insani kriz vardı ve yardımcı olmak istedik. Kilisemizdeki o tek Kürt, Suruç’a gitti ve onlara çeviride yardımcı oldu. O bize haber verdi orada İsa’nın anlatımına açık pek çok insan olduğunu. Yoksa ben Suruç hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Pastör gözüyle baktığımda Suriye kapalı bir ülke ve oraya İsa’yı duyuracak kimsenin girmesine izin yok. Türkiye’de din özgürlüğü var. Ulaşılamayan bir halk bize geldi. Benim istediğim İsa’ya iman edecek kişileri yetiştirmek ve sonra onların Suriye’ye dönmesi.
– Hayatınıza bundan sonra belki burada Kuzey Carolina’da belki de bir misyoner olarak dünyanın başka bir yerinde devam edeceksiniz. Hıristiyanlara Türkiye’yi nasıl anlatacaksınız?
A.B.: Türkiye Tanrı’nın çok sevdiği bir yer ve Tanrı Türkleri seviyor. O yüzden gittik Türkiye’ye ve hâlâ aynı şeyi söylüyoruz. Ben pişman değilim. Beni cezaevine koyan kimse, Tanrı benim orada kalmama izin verdi. Bana göre Tanrı orada kalmama izin verdi ki milyonlarca kişi Türkiye için dua etsin. Bana göre Tanrı benim acılarımı Türkiye’nin lehine, Türkiye’nin bereketi için kullanacak. Ben istiyorum ki Rab, Başkan Erdoğan’ı kullansın. Şimdi o birileri sevsin sevmesin Türkiye’nin lideridir. Tanrı Türkiye’yi bereketlemek için onu kullansın, hikmet versin, adalet getirsin.
‘Bana kalsa Gülen’i Türkiye’ye göndersinler’
– İsminizin Reza Zarrab ve Fetullah Gülen ile takas iddialarına konu olduğunu görünce ne düşündünüz?
A.B.: Ben biliyordum ki Amerika bu kadar kolay takas yapmaz. Çok kötü bir emsal olur. Ama bundan bağımsız olarak, bana kalsa Gülen’i Türkiye’ye göndersinler.
– İddianamede ismi geçen ve emekli bir ABD özel kuvvetler mensubu olan Kenneth Abney’i tanır mısınız?
A.B.: Dua (gizli tanık), Mormonları anlatırken ismini geçirmiş. Sonra da hikâyesini değiştirip “Andrew de onlarla hareket ediyordu” diyor.
– Siz bu Kenneth Abney’i hiç tanımıyorsunuz öyle mi?
A.B.: Hayır. Ben Türkiye’de tek bir Mormon tanıyorum, o da bir diş doktoru. Biz Protestanız.
– Aleyhinize kendi isimleriyle tanıklık yapan Murat Candanbağlan, Güven Dilşen ve Levent Kalkan’ı tanıyor musunuz?
A.B.: Levent kilisemizdeydi. Uzun yıllar kaldı. 2007’den itibaren gitti geldi, huysuzdu. Cezaevine giriyor, çıkıyor. Başka kiliselere gidiyor. Onun anlatımları bizi PKK ile ilişkiyle suçluyor. Madem 2007’den beri PKK’yı övüyoruz, propagandasını yapıyoruz, neden daha önce bizi ihbar etmedin? Kilisemizin kapısı hep açıktı. İçerde PKK bayrakları sallanıyor olsa kimse ihbar etmeyecek mi?
– Kaç kişilik bir kilise cemaatinden bahsediyoruz?
A.B.: En fazla 50’yi bulduğu oldu. Kilisemizde 12-13 kişi vaaz vermiş, sadece bir tanesi Kürt.
– Sizinle ilgili iddianamenin büyük ölçüde ‘Dua’ kod adlı gizli tanığın ifadeleriyle şekillendiği anlaşılıyor. Ve siz kim olduğunu biliyorsunuz bu kişinin…
A.B.: Onun ifadesi nedeniyle ben 10 ay tutuklu kaldım. Kendisi
önce başka bir kilisenin mensubuydu. Dolandırıcılık yaptı ve o kiliseden kovuldu. Sonra Mormonlar’a gidiyor, orada da sorun yaşıyor ve onlardan ayrıldıktan sonra onlara bir dava açıyor ama kaybediyor. Sonra gidiyor savcıya misyonerleri şikâyet edeceğini söylüyor. Savcı sorunca Dua bu kez daha önce Mormonlarla ilgili anlattıklarına beni ekliyor.