Seçim yalanları, sermaye ve geride kalanlar

Seçim dönemleri siyasetçilerin alabildiğine büyük vaatlerle kendilerini anlatmaya çalıştığı, geleceğe ait yaklaşımlarını "renkli kumaşlar" eşliğinde sunduğu bir dönem...

Seçim dönemleri siyasetçilerin alabildiğine büyük vaatlerle kendilerini anlatmaya çalıştığı, geleceğe ait yaklaşımlarını “renkli kumaşlar” eşliğinde sunduğu bir dönem. Haliyle aynı bir esnafın malını pazarlaması benzeri, siyasetçi de seçim dönemlerinde kendi “malını” en iyisinden pazarlamaya çalışıyor. Bazı dönemler seçimler öylesine “ilginç” vaatlere sahne oldu ki; bunları unutmak mümkün değil.

Örneğin, “Herkese iki anahtar” sözü verenleri hatırlıyor musunuz? 500 günde bu sözü tutacağını iddia eden Çiller, 500 günde sadece enflasyonu iki haneli sayıların üzerine taşıdı.

“Onlar ne veriyorsa, ben 5 lira fazlasını vereceğim” diyeni de pek unutmadık. Fötr şapkasıyla 6 kere gidip 7 kere gelmeyi başaran “iktidar uzmanı” Demirel, bu sözünü pek tutmaya zamanı olmadı.

“Mazot 1 lira olacak” sözü bir dönem herkesin dilindeydi. “Ezilenler iktidar olacak” sloganı ile vaatlerini taçlandıran Uzan’ı akıllardan nasıl çıkartabiliriz? Yılların özelleştirmecisi olan Uzan’ın bu vaatleri dillendirmesiyle mallarına el konularak yurtdışındaki yaşamına geçmesi arasında pek zaman yoktu.

Örnekler çoğaltılabilir. Ancak tüm örneklerin ortak noktası düzen siyasetinin temel mekanizmasını anlatıyor. Sermaye düzeninin her dönem geçer akçesi; emekçileri kenar süsü yaparak sermayenin genel çıkarlarını temsil etmek üzerine kuruludur. Sağlı sollu düzen partilerinin genel mantığı seçim beyannamelerinde bu çıkarın nasıl ve hangi yollar üzerinden işleyeceği üzerinden şekillenmektedir.

***

24 Haziran seçimlerini de bu çerçeveden ele almak mümkün. Sermaye düzenindeki dönüşümün son halkası olarak 24 Haziran seçimleri, genel olarak düzen siyasetinin iki ana aktörüyle (Millet ve Cumhur İttifakları), bir tane dış aktörü (HDP), tarafından şekillenmiş durumda. HDP’nin Kürt sorununun haricinde aldığı tutum dışsal bir olgu olduğu için, bu partinin seçim beyannamesindeki ekonomik ve sosyal önermelerinin de bir önemi bulunmuyor. Ancak genel hatları itibariyle bu programın HDP’nin “düzenin restorasyonu” olarak förmüle ettiği yaklaşımlarıyla uyumlu ekonomik programa sahip olduğunu söylemek yeterli olacaktır.

Diğer iki ana aktörün ekonomik ve sosyal programı ele alındığında ise birbirinin benzeri bir mantığı işledikleri görülecek. Cumhur İttifakı’nı oluşturan AKP’nin ekonomide sermayeye alan açan vurguları “istikrar” söylemi üzerinden yükseliyor. AKP’nin seçim beyannamesi, önümüzdeki dönemin beklentilerine denk düşen bir ekonomik içeriğe sahip olduğunu söylemek mümkün. Bu beklentilerin özellikle sermaye sınıfını tatmin etmek ve yaklaşan krizin yükünü emekçilere pay etmek üzerine kurduğunu görmemek mümkün değil.

Diğer ittifakı oluşturan unsurların da AKP ile benzer bir kurguya sahip olduğunu söylemek lazım. Özellikle İyi Parti (İP)’nin ekonomik ve sosyal önermeleri AKP ile paralel özellikler taşıyor. Bu partinin AKP’den tek farkı “biz daha iyi yönetiriz” algısı üzerine bina edilmiş.

AKP ile İP’in programındaki en büyük fark “finansal araçların” nasıl yönetileceğine ilişkin olması, bu iki partinin mali sermayenin çıkarları dışında başka bir yaklaşıma sahip olmadığını göstermesi açısından kritik. İP’in borçların bir kısmının ödenmeyeceğine ilişkin yaklaşımı ise “fon” üzerinden şekillendiği için aslında bir göz boyamadan ibaret. İttifakın diğer unsuru olan CHP’nin ise “teknoloji” ve “dünya ile bütünleşme” söylemi üzerinden şekillenen programı her şeyden bir parça alarak çelişkili bir içerik üzerinden şekillenmiş. Bu anlamıyla CHP programı Avrupa sosyal demokrasisinin kötü bir taklidi, AKP düzeninin ise “düzeltici faktörü” düzeyinde bir seslenmeye sahip.

Tüm bu söylemlerin, her iki ittifakın programlarının, aslında son gelişmelerle de bir dizi uyum içerdiğini söylemek gerekiyor. Özellikle AKP’nin programı son faiz artışı ile sermayenin genel mantığı ile ciddi bir uyum gösteriyor. Son faiz artışı ile beraber reel faiz oranı gelişmekte olan ülkeler klasmanında en yüksek seviyeyi oluşturuyor. Yüzde 4,5’luk bir reel faiz oranı ile uluslararası sermayeye normalin üzerinde bir kazancı sağlayan ekonomik ortam, emperyalist tekellerin de işine gelmektedir. AKP’nin programı burada sadeleşme üzerinden “yeni alanlara” işaret ederken, Millet İttifakı’nın unsurları da “mali araçların özerkliği” üzerinden bu tablonun korunmasını istiyorlar.

***

Bütün bu beyannamelerden ve vaatlerden geriye emekçinin payına kalan ise bir çeki keçiboynuzu ve bir dirhem baldan ibaret. Hiçbir siyasi partinin kamu mülkiyeti üzerine konuşmadığı, toplumsal temel ihtiyaçların ücretsiz ve nitelikli bir biçimde sağlanmasını dile bile getirmediği, emekçilerin sosyal ve siyasal haklarının “Avrupa standartları” haricinde işaret edilmediği bir atmosferde seçimlerin kenar süsü olarak emekçiler görülmektedir. Hâlbuki emekçiler bu ülkenin kenar süsü değil, yaratıcısı ve sahibidir.

Emekçi sınıfın ihtiyaçlarını bugün sermaye düzeninin kurallarında değil, eşitlikçi bir düzenin zemininde bulabilirsiniz. Planlı, merkezi, kamu mülkiyetine dayanan ve toplumsal çıkarları esas alan bir ekonomik ve sosyal bir dönüşüm olmaksızın atılacak tüm adımlar, emekçilere dönük saldırganlığın bir zeminini oluşturmaktan başka bir içerik taşımayacaktır. Emekçiler eğer bu saldırganlığın bir “mağduru” olmak istemiyorlarsa, şimdiden önlemini almalı.

Yoksa yazın gelen rahatlık, kışın bastıran fırtınada unutulur gider.