Memleket ve üniversite gençliği
"En ufak siyasi hareketlenmenin suç sayıldığı ve öğrencilerin okuldan atılmakla tehdit edildiği bu dönem, öğrencilerin devrimci duygularını törpüleyip liberalleşmesine neden olmuştur. akat faşizmin bu yöntemi devrimci gençliğin duygularını törpülemeye yetmemiştir."
Mahmut Özgür
Üniversiteler yarı aydın öğrenci kesimin yetiştirilip aydın bireyler olarak çıktığı okullardır. Hal böyle olunca bu yarı aydın öğrenciler gerek kendi memleketlerinde gerekse dünyada yanlış gördüğü, düzeltilmesini düşündüğü konular hakkında tepkilerini göstermiş ve toplumsal hareketlenmelerde aktif bir şekilde rol almıştır. Bu hareketlenmeler de doğalında iktidara muhalif hareketlenmeler olduğundan iktidar bu hareketlerin önüne geçmek adına (tabiri caizse) üniversite gençliğinin ipini elinde tutmak, gençliği kendi çıkarlarına göre şekillendirmek istemiştir.
Günümüz kapitalizm şartlarında da toplumun egemen sınıfı olan burjuvazi tarafından üniversiteler sermaye sınıfının çıkarlarına göre biçimlendirilmekte ve bütün ilerici yönleri törpülenmektedir. Diğer kapitalist ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de üniversiteler sermaye sınıfı çıkarlarına göre şekillenmiştir.
Bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de üniversitelerin durumu memleket gündemlerinden bağımsız olarak şekillenmemiştir. 1930’lu yılların sonunda Almanya’daki faşizmden kaçan akademisyenler Türkiye’ye gelmiş ve üniversitelerin üretkenliği artırmıştır. Bununla beraber üniversitelerdeki aydınlanma daha ileri bir noktaya taşınmıştır. 1950’li yıllara geldiğinde ise ülkeyi emperyalizm boyunduruğuna iyice sokan Menderes hükümeti döneminde öğrenciler dergi bile çıkaramaz hale gelmiş, bununla beraber üniversite gençliği ve ilerici akademisyenler DP’nin baskılarına karşı mücadele etmiştir.
27 Mayıs 1961 yılında askeri ihtilal sonrasında hazırlanan, görece daha demokratik olarak tarif edilebilecek yeni anayasa ile beraber üniversitelerde çeşitli fikir kulüpleri kurulmuş, sendikacılığın önü açılmış ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurulmuştur. TİP’in kurulması ülkede büyük yankı uyandırırken üniversite gençliğini de etkilemiş, çeşitli fikir kulüpleri TİP’in etkisiyle Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) çatısı altında birleşmişlerdir. FKF çatısı altında birleşen üniversite gençliği bu kez anti-emperyalizm ve anti-kapitalizm mücadelesinde Türkiye işçi sınıfının yanında yer almıştır.
Anti-emperyalizm mücadelesinde aynı çatı altında birleşen işçi sınıfı ve üniversite gençliği sermaye sınıfının önüne büyük bir tehdit olarak çıkmış, bu hareketlerden rahatsız olan sermaye sınıfı çözümü 12 Mart 1971 muhtırasında bulmuştur. 12 Mart muhtırası 60’lı yıllardaki o özgürlükçü havayı silip süpürmüş ve öğrenci hareketlerinde bir duraksama dönemine sebep olmuştur. Öğrenci hareketleri 1974 yılındaki Kıbrıs sorunuyla tekrardan canlansa da 1960-1970 dönemi kadar etkili olmamıştır.
Öğrenci hareketinin önüne geçmekte zorlanan sermaye düzeni ilerici öğrencilerin karşısına koyduğu sermaye yanlısı, muhafazakar öğrenci gruplarla ilerici/solcu öğrenciler arasında sonu cinayetlere kadar varan tartışmalar, kavgalar çıkarmış ve bu sayede ilerici öğrencilerin önünü kesebileceğini düşünmüştür. Fakat evdeki hesap çarşıya uymamış ve gerici gruplar solcu öğrencileri bastıramamıştır. Ülkedeki bu kargaşayı bastırmak ve komünist sosyalist öğrencilerin kökünü kazımak isteyen sermaye düzeni 12 Eylül 1980 darbesiyle beraber bu hedefini büyük ölçüde yerine getirmiştir. Daha sorasında iktidardan bağımsız(!) olarak hareket eden üniversiteleri daha rahat idare edebilmek için tamamen sermaye düzenine bağımlı olan YÖK kurulmuş, bu sayede ileriki yıllarda üniversitelerde meydana gelebilecek gençlik eylemlerinin önü kapatılmaya çalışılmıştır.
Yüksek Öğretim Kurulu, üniversitelerde sadece öğrencilerin önünü kesmekle kalmamış, çeşitli yollarla akademik kadroların içini boşaltıp, öğrencilerin piyasanın ihtiyacına göre kalıba döküldüğü, aydın insanların değil de patronlar için kalifiye elemanların yetiştirildiği bir ortam haline gelmiştir.
Memleketimizdeki siyasi gelişmeleri her daim yoğun bir şekilde hisseden üniversiteler ülke siyasetinden uzak düşünülmemelidir. Geçtiğimiz yıllarda OHAL sürecinde sermaye sınıfı KHK’lar ile yüzlerce akademisyeni ya görevlerinden almış ya da tutsak etmiştir. Daha önceki yıllarda sırf ülkemizdeki üniversite mezunu sayısı artsın diye açılan okullar nitelikli öğretmenlere sahip olmamakla beraber, genel olarak bölüm puanlarını düşürüp sektörlerde şişme yaratarak bu bölümlerden mezun öğrencileri diplomalı işsizler haline getirmişlerdir. Bununla beraber 1980 faşizminin bir ürünü olan özel üniversiteler, üniversitenin “bilimsel bilgi üretilen yer” kimliğinden uzaklaşıp birer ticarethaneye dönüşmesine sebep olmuştur.
Sermaye sınıfı akademik kadrolarla üniversitelere etki ediyorken “liberalizm” yoluyla da gençleri vasıfsızlaştırıyor. AKP iktidarının Haziran direnişine kadar olan tutumu tamamen dindar ve iktidarı mutlak kurtarıcı olarak gören bir gençlik yaratmak iken, Haziran direnişinden sonra ise Gezi’de politikleşen gençliği sönümlemek olarak değişmişti. 2014 sonrası süreçte üniversiteler, öğrenci kulüplerinin dahi işlevini yitirdiği, siyasetin tamamen uzaklaştırıldığı, polisin üniversiteleri adeta bir karakol olarak kullandığı bir şekle bürünmüştü. En ufak siyasi hareketlenmenin suç sayıldığı ve öğrencilerin okuldan atılmakla tehdit edildiği bu dönem, öğrencilerin devrimci duygularını törpüleyip liberalleşmesine neden olmuştur. Fakat faşizmin bu yöntemi “devrimci” gençliğin duygularını törpülemeye yetmemiştir. Üniversiteler her zaman olduğu gibi bugünde gericiliğin, faşizmin saldırısı altındadır. Yıllardır yetiştirilmek istenen İslamcı kesime karşı ilerici bir aydın kuşağın yetişmesi şarttır. Sermaye düzeninin yaratmak istediği düşünmeyen, okumayan, bencil, üretmeyen, dindar ve vasıfsız bir gençlik ve bunların üvey kardeşleri faşist milliyetçi gençlik. Hayattaki tek emeli mezun olduğu iş kolunda yükselip kariyer yapmak olan, başka insanların yaşantılarını umursamayan, robotlaşan, kişiliksizleşen bir gençlik…
Bu kirlilikten kurtulmanın tek yolu, sosyalizm mücadelesi vermekten geçiyor. Düzene baş kaldırmaktan, ezene karşı ezilenin yanında, bir arada durmaktan geçiyor. Bunu engellemek için her türlü yolu deneyecekler, deniyorlar da. Fakat bizim okumamızı, yazmamızı, düşünmemizi ve düşündüklerimizi insanlara aktarmamızı engelleyemezler.
Üniversitelerimizin hali bu durumdayken Türkiye’de öğrenci hareketleri geri çekilmiş, sol siyaset yok olma durumuna gelmiştir. Bunun sebepleri üzerine sayfalarca sürecek olan bir eleştiri yazısı yazılabilir, fakat en sade ve en başta söylenmesi gereken şey gençler üzerinde hakim olan umutsuzluktur. Bu umutsuzluğun temel sebebi ise sermaye sınıfının her seçim döneminde sosyal demokratlar yoluyla solcu gençlerin önüne sahte umutlar çıkartması ve tek kurtuluşun bu olduğuna inandırmasıdır. Bu da gençlerde bu düzenin asla yıkılamayacağı düşüncesini doğurmaktadır. Umut düzen içinde değil, düzen dışında, sosyalizmdedir.
Bu umudun tohumları bu ülkeye 1920’de atıldı, 1960’lı yıllarda gençlik ile beraber yeşerip filizlendi. Faşist darbelerle her ne kadar bu filiz ezilmek istense de 1990’lı yıllarda tekrardan yeşermeye başladı. Herkesin bu halktan ümidini kestiği, “bunlardan bir şey olmaz” dediği bir dönemden geçilirken 2013 yılında Haziran direnişi yaşandı ve gençlik en ön safta yerini aldı. Bizler ise bugün o filizi sulayıp koca bir çınar yetiştirmeye çalışıyoruz.