Yeni bakanlar kabinesi ya da patronlar hükümeti
Seçim öncesinde Erdoğan yeni kabinede “işadamlarına yer verileceğini” söylemişti. Fakat neredeyse tamamının özel şirketleri olan bir kabine olmasını beklemiyordu...
MEMDUH TUNA OKAY
Seçim öncesinde Erdoğan yeni kabinede “işadamlarına yer verileceğini” söylemişti. Fakat neredeyse tamamının özel şirketleri olan bir kabine olmasını beklemiyordu. Burada tek tek bakanların isimleri ve özel sektördeki makamlarını saymamız zaman kaybı olur, bu liste zaten kolayca ulaşılabilir bir durumda. TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik’in yapmış olduğu açıklamada: “Yeni bir süreç, deneyim başladı, özel sektörden katılımın daha fazla olduğu bir sistemi izliyoruz. Bunun olumlu neticeleri olmasını temenni ediyorum. İçinde bulunduğumuz dönemde daha kuvvetli makro-ekonomik istikrarı ortaya koyan programı da uygulamak zorundayız.” sözleri sermaye sınıfının yeni cumhuriyetin ‘başkanından’ beklentilerini özetler niteliktedir. Şirket gibi yönetilecek bir devlet sistemine hazırlanıyoruz, ama unutmamalı ki bu ‘şirkette’ işçiler de var…
İkinci Cumhuriyet ve onun gerici niteliği
1923 Cumhuriyeti’nin tasfiye girişimini teşhir ederek yerine AKP tarafından kurulmaya başlanmış olan ‘İkinci Cumhuriyet’ tezini ortaya 2009’larda TKP atmıştı. İkinci Cumhuriyet, 1923’te kurulan cumhuriyetin ilerici kazanımlarını ortadan kaldırmayı, dinci gericileşmeyi yaygınlaştırmayı hedefliyordu. Bu zamana kadar zaten bu kazanımların birçoğu ortadan kaldırılmıştı, fakat hükümet sistemi ve yönetim ‘yeni bir cumhuriyet’ diyebileceğimiz bir düzlem üzerine oturtulamamıştı. 24 Haziran seçimleri ile resmi olarak yıkılan 1923 Cumhuriyeti’nin yerini alan İkinci Cumhuriyet, yalnız gerici olmadığını aynı zamanda ulusal sermayenin ve dışişleri politikasının izlediği taktiğin gitgide vahşileştiğini, vahşileceğini de bize gösteriyor. Özelleştirmelerin bu kadar artması, son seçimlerle bakanlıkların patronlarla doldurulması, son yıllarda Ortadoğu coğrafyasına dönük hükümetin saldırgan politikaları, uluslararası ilişkiler alanında izlenecek politikalar ileriye yönelik bir nevi pusula işlevi görüyor.
Sermaye hırçınlaşıyor!
Yönetimin yasal olarak ‘tek adam’a (ve patron yandaşlarına) bırakılması, sermayenin canını sıkan siyasi ve ekonomik belirsizliklerin baskıyla çözülmeyi deneneceğini, hükümetin bu yolda atacağı adımlarda gitgide pervasızlaşacağına işaret ediyor. Bu pervasızlaşmanın ilk işaretleri sermaye sınıfının işçi protestolarına, grevlerine verdikleri tepkilerdir. CSUN, Flormar gibi güncel olaylarda patronlar işçiyle bir şekilde anlaşmanın yolunu bulmanın yerine işi yokuşa vurarak dediğim dedik hareket etmeleridir. Sermaye sınıfının bu şekilde davranmasının iki sebebi olabilir: Ya ekonomik açıdan köşeye sıkıştıkları için işçi sınıfına daha fazla ‘taviz’ vermek istemiyorlar, ya da önümüzdeki dönemde artması muhtemel işsizliğe güvenerek işçileri gözden çıkarabiliyorlar. Elbette bunu tam olarak bilebilmek için dış ticaret ve uluslararası sermaye ekonomisini de geniş çapta inceleyen bir yazı kaleme almak gerekir, fakat bu yazının hedefi olabildiğince yüzeysel ve anlaşılır bir inceleme yapabilmek.
Ekonomik kriz engellenebilir mi?
Bu sırada seçim öncesinde 24 Haziran sonrası düzeleceği vaat edilen ekonomi krize doğru yuvarlanmaya devam ediyoruz. Koltuğunu sağlamlaştırmış olan hükümetin bu alanda atacağı adımlar merakla bekleniyor fakat yolun sonu pek de aydınlık görülmüyor. Enflasyonun dövizle birlikte rekordan rekora koştuğu günlerde doğal olarak emekçi halkın alım-gücü de düşmeye devam ediyor. Bunun en basit göstergesi temel gıda ihtiyaçlarının son fiyatlarıdır.
Merkez Bankası’ndan 100 ila 220 arasında baz puan faiz artırımı yapılması isteniyor. Bu kadar yüksek faiz artırımı beklentisi yükselen enflasyonun önünü almak için. Çünkü MB’nın faiz artırımı dolaşımda bulunan parayı ve borçlanmayı, dolayısıyla enflasyonu azaltır. Fakat bu derece yüksek bir faiz artırımı aşırı derecede işsizliğe de yol açar. Ekonomistler IMF’ye başvurma ihtimalinden bahsediyorlar. Sermaye genellikle geleceği, kârını düşünerek hareket eder. IMF’den borç almak günü kurtarmakla sınırlı kalıp geleceğin borcunu arttırmak demektir, bu ihtimallerin konuşulması bile krizin gerçekliğini gözler önüne seriyor. Tüm bunlar bir yana, hükümet 2011’de temelini attığı ve ’50 yıllık reform olarak nitelendirdiği ‘tabana yayılan vergi sistemi’ ile krizin faturasını emekçilere kesmeye, kaybettiklerini bizlerden almaya hazırlanıyor. Yeni oluşturulan kabine olası bir kriz durumunda hangi sınıfın çıkarları doğrultusunda hareket edileceğini açıkça gösteriyor. Erdoğan sermayenin gönlünü alabilmek için onları bakanlık koltuğuna oturttu ama önümüzdeki dönemde (2. Cumhuriyet tam olarak yürürlüğe girene kadar) siyasi kriz azalarak da olsa devam edeceğe benziyor. Eğer buna ekonomik kriz eklenecek olursa, işte o zaman patronları mevkileri kurtaramayacaktır.
Sınıf direniyor, boyun eğmiyor
Patronları mevkileri kurtaramayabilir çünkü; tablo oldukça karanlık olsa da bu karanlık tabloyu gün geçtikçe artan birbirinden bağımsız işçi direnişleri aydınlatıyor. Flormar, Beykent Üni., CSUN işçileri ve daha nicesi eylemler bize yalnızca krizin çok yönlülüğünü göstermekle kalmıyor; emekçilerin baskıcı sömürü düzeninden bıktıklarını, artık bir köşede durmayarak, yumruklarını sermaye düzeninin üstüne üstüne sallayacaklarını gösteriyor. Patronların hükümette resmi olarak yer alması da tepkinin hükümetin doğrudan temsilcisi haline gelen sermaye üzerine yoğunlaşma ihtimalini yükseltiyor. Son direnişlerde gerek Türk-İş, gerekse DİSK huzursuzluğu bitirmek için işçilerin taleplerini karşılamayan bir dizi antlaşmalara imza attı. Bu gelişmeler sınıf içerisinde sendikaya güvensizliği doğuruyor, bunun yanında direnen işçilerin umutlarını yitirmelerine de sebebiyet verebiliyor. Bu kadar kritik bir tabloda sınıfın dinamiği kaybedilmemeli, çünkü bu kendiliğinden tepki, özellikle de Türkiye öznelinde sık sık ortaya çıkmıyor.
Çözüm üretenlerdedir!
Patronlar tarafından bir şirket edasıyla yönetilmeye başlanan ülkemizde bunu değiştirecek tek güç bu ‘şirketin’ çalışanları, işçi sınıfıdır. Umudun ışığı fabrikalardan, atölyelerden ve şantiyelerden birleşerek yükselmektedir ve “İşgal, Grev, Direniş” sloganlarının yankıları sarayları sarsmaktadır!