Sınıf, siyaset ve örgüt
İşte bu yüzden devrimcilerin ufku, “damadın nasıl madara olduğu” ya da bir Yeni Şafak yazarının dolaylı yoldan Tayyip Erdoğan’a gerizekalı demiş olmasını aşmak durumunda. Meselemiz kriz koşullarında emekçi sınıfların politik temsilciliğini üstlenecek adımların atılması, örgütlenme zemininin yaratılmasıdır. Adım adım buna hazırlanmak durumundayız.
Önemli bir mücadeleler dönemine giriyoruz. Sanıyoruz ki, Türkiye’de kendine solcuyum diyen herkes benzeri bir düşünceye sahiptir. Tek başına ekonomik dalgalanmanın yarattığı durumun sonuçlarından bahsetmediğimiz belli olsa gerek. Bunun yansımaları ve siyasal sonuçlarına özel olarak odaklanmak ve buradan vurmak gerekiyor. Ancak kriz karşıtı ve krizin iktisadi sonuçları ile ilgili mücadele elbette büyük önem taşıyor. Onu da bir kenara not edelim.
Bu noktada tek bir güvencemiz olduğu açıktır. O da işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin yeni deneyimler ve yönelimler kazanacağı bir dönemin arifesinde olduğunun görülmesi. O yüzden bir soruyu da sorarak ilerlememiz gerekiyor: Bu döneme hazır mıyız, gerekeni yapacak mıyız? Eğer yanıtımız “Evet”se o zaman tartışmanın ana hatlarını belirginleştirmek lazım.
Türkiye’de hala Tayyip Erdoğan’ın ne yaptığı üzerinden siyasi pozisyonunu belirlemeye çalışan odaklar mevcut. Bu odaklar Erdoğan karşıtlığı üzerinden toplumu harekete geçirmeye ve “demokratik bir Türkiye” kurulabileceğine inanıyorlar. Bu çevrelerde sermaye sınıfının yönelimlerine dair tek bir söz yok, düzen siyasetinin çelişkilerine ile ilgili tek bir söylem yok… Türkiye sermaye sınıfı ve siyasi iktidar McKinsey ile anlaşma yapıyor, sonra Erdoğan bunu iptal ettiğini söylüyor herkes bu olup bitenleri izliyor. Buna daha solda durup yine meseleyi Erdoğan’a indirgemeye çalışan sol çevrelerde de görmek mümkündür.
Oysaki Erdoğan’ın son çıkışı damadını ve bilumum gerici çevreyi ters köşeye yatırmasının dışında bazı anlamlara sahip olsa gerek. Türkiye sermayesinin ve gericiliğinin içinde bulunulan durumda yaşadığı çelişkilerin göstergesi olan bu olay son tahlilde siz eğer sermaye düzenine ve emperyalizme karşı mücadele ediyorsanız anlam taşıyabilir. Tersinde izleyici olur durursunuz.
Ekonomik kriz vesilesiyle daha birçok olay yaşayacağız. Sermaye sınıfı ve işbirlikçileri bu dönemi en az hasarla ya da kazanımla atlatmaya çalışacak. Bütün hesap emekçilere kesilmeye çalışılacak. Bunlar işin kesin gibi olan kısmı. Yeni ekonomi politikaları diyerek açık neo-liberal bir ekonomi programını ülkeye dayatan AKP iktidarı McKinsey olmasa da emperyalizmle benzeri bir dizi anlaşmaya ya da uzlaşmaya girmek zorunda. Dolayısıyla, şimdiden tartışmanın yeni başladığını, daha çok kişinin birçok kere daha ters köşeye yatabileceğini bilmek gerekmektedir. Önemli olan emekçilerin ters köşeye yatmasını engellemektir.
İşte bu yüzden devrimcilerin ufku, “damadın nasıl madara olduğu” ya da bir Yeni Şafak yazarının dolaylı yoldan Tayyip Erdoğan’a gerizekalı demiş olmasını aşmak durumunda. Meselemiz kriz koşullarında emekçi sınıfların politik temsilciliğini üstlenecek adımların atılması, örgütlenme zemininin yaratılmasıdır. Adım adım buna hazırlanmak durumundayız.
Sınıfın öncüleri bu dönem bir adım öne çıkacaksa bu örgütlü olmalı… Üçüncü havalimanı benzeri çıkışlar yaşanacaksa bu durum işçi sınıfının mevzilerini bir adım daha öteye taşımalı… Solun, emekçi sınıfları örgütleme konusundaki ataleti, sendikal zayıflıklar, liberalizmin ve sosyal demokrat düzen muhalefetinin emekçilerin beynini bulandırması, işçi sınıfının karşısına söylemsel radikalliklerle çıkıp onları düzen içi bir çizgiye ikna etmeye çalışmak ya da emekçilere boş ve gerçekçi olmayan söylemlerle gitmek… Bunlar gibi bir dizi başlığı sayabiliriz. Ya da sağın ve özellikle faşist hareketin sınıf hareketini soğurma ya da önünü kesme çabalarının önümüzdeki zamanlarda daha gerçek bir karakter kazanabileceğini, cemaatlerin ve tarikatların işçi sınıfını içeriden teslim almaya çalışacağını öngörebiliriz.
Türkiye’de komünistler bunları aşacak ve yenecek bir örgütlenmeye girişmiş durumda. Önemli olan şey bahsedilenlerin hakkını verecek bir örgütlenmeyi bugünden yarına hayata geçirmek. Anti-emperyalist, kamucu ve gericilik karşıtı bir program, işten atmalara, hayat pahalılığına, kıdem tazminatının tasfiyesine ve zorunlu BES dayatmasına karşı mücadele ile mutlaka birleşmeli. Sınıf örgütlenmesi bu şekilde büyümeli ve ülkemiz topraklarında sermaye iktidarına alternatif olmalıdır.
Bunu ete kemiğe büründürmeye var mıyız? Eğer cevabımız “Evet”se…
“Yankisi, patronu, tekelleri sahneden çekilsin… Yeter söz işçinin!”