Sol arkaizm
O yüzden bugün önümüzde açılan zemini görmek, sol arkaizmi elimizin tersiyle itmek ve devrimci bir sol hattı her geçen gün daha da belirgin hale getirmemiz gerekmektedir. Buna da adlı adınca devrimcilik denmektedir...
Türkiye’de solun önündeki önemli zeminlerden bir tanesinin anti-emperyalist mücadele alanı olduğu açık olmalı. Başka bir şeyden değil, yurtseverliğin politik olarak gündeme getirilmesinin ve bunun işçi sınıfının elinde önemli bir silaha dönüşmesinden bahsediyoruz.
Birkaç gün önce düzenlenen “Emperyalizme Karşı Mücadele Konferansı”nda gündeme gelen önemli tespitlerden bir tanesi, günümüz Türkiyesi’nde anti-emperyalist duruşun solun bir kesimi tarafından arkaik bir kimlik olarak görülmesi ve toplumsal mücadele alanına yansıyan boşluk olarak tarif edildi.
2000’li yılların başlarında Türkiye solunun neredeyse bütününün ABD’nin Irak işgali üzerinden ya da 2004 yılında İstanbul’da toplanan NATO zirvesine karşı sergiledikleri ve bütünlüklü sayılabilecek duruşun bugün yerinde yeller esiyor. O günlerin devamında liberalizmin etkisi hızlı bir şekilde devreye girmiş ve Avrupa Birlikçilik, reformizm ve demokrasicilik solun iliklerine işlemeye başlamıştı. O dönem Türkiye’de komünistler emperyalizme karşı duruşta bir bütünlüğü temsil etti ve bu çizgi günümüze taşınabildi. Somut örneği biraz önce örneğini verdiğimiz konferans ve çevresinde yapılan siyasi çalışmalarda ortaya çıkmıştır.
Tersi yöne baktığımız zaman ise yine liberalizmi ve bu sefer Kürt siyasi hareketinde cisimleşen liberal –ulusalcı sentezi görebiliriz. Türkiye solunun teslim alınmasında Suriye ve Irak’taki olası Kürt devletleşmesinin ya da özerklik arayışının emperyalizmle olan dansı, daha da açık ifadeyle işbirliği var. Türkiye solunun önemlice bir bölümü bu konuda ya açık bir şekilde Kürt siyasetinin ABD ile işbirliğinin yanında yer almış, bir kısmı bu duruma sessiz kalmış, bir kısmı ise mırıldanma düzeyinde ses çıkarmaya çalışmıştı.
Eğer ki Türkiye’de sermaye düzeninin geldiği noktaya ve bunun AKP iktidarında cisimleştiği hallere dair doğru bir tespit yapamaz isek mücadelemizin koordinatlarını da doğru bir şekilde konumlandırmamız çok olası değil. Son noktada güncel olarak AKP iktidarının sözde “ABD karşıtlığının” sistemli bir emperyalizm karşıtı duruşa ya da daha uç bir örnek vermek gerekirse İran’daki anti-Amerikancılık gibi bir çizgiye bile taşınmasının mümkünü bulunmuyor. Birincisi bu.
İkincisi, Suriye’de AKP iktidarı eliyle Rusya ve İran ile birlikte yürütülen sürecin içerisindeki ABD acenteliği rolü her geçen günü biraz daha ortaya çıkıyor gibi. Tahran görüşmesindeki ateşkes çıkışının nereye oturduğunu daha önce ifade etmiştik. Ancak biraz daha öncesine gidelim. Emperyalistlerin Afrin operasyonuna verdikleri destek tabii ki Kürt siyaseti ile ABD arasındaki köprülerin atılması anlamına gelmedi. Bu durum Amerika’nın Fırat’ın doğusuna daha fazla yerleşmesi için bir bakıma “olanağa” dönüştü. AKP de milliyetçi hamaseti kullanarak Amerikancılığı perde arkasına atmaya çalıştı.
Benzeri şekilde 24 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde Menbiç’in Türk askerinin denetimine bırakılmasının ABD tarafından desteklenmesi de aynı kapsamda değerlendirilmelidir. Bu gelişmeler ile birlikte, NATO üyesi olan Türkiye, Suriye üzerinden oluşturduğu denge siyasetinden sıkışma siyasetine doğru geçiş yapmıştır. AKP’nin Fırat’ın batısı ve İdlib üzerinden oynamaya çalıştığı oyun ve belli toprak parçalarını koz olarak kullanmaya çalışması, her ne kadar “Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız” dense de, Suriye’nin bölünme ve Amerikancı çözüme yaklaştırılması projesine hizmet etmektedir. Bu durum Türkiye sermaye devletinin ve temsilcisi siyasi öznelerin en büyük çelişkisi olarak yazılabilir. Son tahlilde, Amerikancılık belirleyicidir.
Esad karşıtlığını dilinden düşürmeyen, cihatçı örgütlerle olan ilişkisi ayyuka çıkmanın ötesine geçen ve İdlib’de onlara silah bıraktırmaya çalışan AKP iktidarının Suriye sahasında yaptıkları ile ülkemizin içine yaptığı propagandanın zıt noktalarda olduğunun bilinmesi gerekmektedir. O yüzden eğer ki AKP’ye ve sermaye iktidarına karşı mücadele edilecekse bunun hassas noktasını anti-emperyalizmin oluşturduğunun bilinmesi gerekiyor.
Devam edelim… Üçüncü olarak, Türkiye ekonomisinin kırılgan yapısı son süreç ile birlikte görünür oldu bu açık. Her türlü sebep ve sonuç ilişkisi tartışılmaya açık olmakla birlikte ekonominin tamamen dışa bağımlı hale gelen karakteri zaten verili durumu açıklamak için temel kalkış noktasını oluşturmaya devam ediyor. O yüzden, bugün Türkiye’de devletleştirme ve kamuculuk politikalarını içermeyen sol bir yaklaşımın ne topluma seslenme ne de gerçek bir program oluşturma şansı bulunmuyor. Dışa bağımlılığın son erdirilmesi tek başına ekonomik bir programa sahip olamayacağı gibi finans kapitalin göstermelik çözümlerinin ya da ABD yerine AB’nin tercih edilmesinin bizler açısından hiçbir karşılığı yok. Sol bu yaklaşımlardan yakasını kurtarmalı. Kapitalizme ve sömürüye karşı mücadelenin kuralları vardır. Fazla uzağa gitmeye gerek bulunmuyor. Katlanılabilir bir sömürü düzeni için öneriler yapmak ile AKP iktidarının ekonomi politikalarına destek vermek aşağı yukarı aynı şeyler.
Türkiye’de solun önünde açılan bir mücadele alanı bulunuyor. Bu alan Türkiye işçi sınıfının tepesine çökecek ekonomik tabloya dönük karşı çıkışları ve emekçilerin patlamalarını kapsamalı, örgütlü hale getirmeli ve siyasete tahvil etmelidir. Bu bir öncülük mücadelesi aynı zamanda.
Ülkemizin bağımlılığına son vermek için mücadele, emperyalizme ve gericiliğe karşı duruş yine bu alanın temel olgularından bir tanesi. Sol ancak burada tutarlı bir siyasi hat oluşturarak büyüyebilir ve örgütlenebilir. Bu da aynı zamanda bir örgütlenme meselesidir.
Şimdi denklemi tersine çevirmeyi önermekteyiz. O zaman esas olarak günümüzde moda gibi gösterilen ama artık gerçekten bizlerin arkaik olarak niteleyebileceği bir siyaset tarzının solun gündeminden düşmesi gerekiyor.
Bu arkaik solculuk türü, işçi sınıfının iktidar mücadelesi yerine sınıfsal ittifakları koyar durur. Sermaye iktidarına karşı mücadeleyi bulandırır, bütün sistemi görünmez kılan düzen içi mücadele yöntemlerini solun gündemine getirir, sınıf mücadelesi kötürümleştirir. Sol arkaizm, sınıfsallığı geri plana iter, onlara göre özelleştirmeler birer ilerleme, serbest piyasa kaçınılmaz bir olgu, emperyalizme karşı mücadele ise geri kafalılıktır. Arkaik solculuk hayata genellikle seçimler endeksli bakar, gündeminde ise örgütlü mücadele yoktur. Seçimler aracılığı ile burjuva sınıfının reform ya da restorasyon arayışına yedeklenir. 24 Haziran’da gördüğümüz gibi solun düzen muhalefetine yedeklenmesi denilen şey sanki bugünün en yeni olgusu olarak pazarlanır, önümüzdeki yerel seçimde CHP ile HDP’yi ittifak ettirerek AKP’ye karşı başarı kazanılabileceği mavalı tüm topluma propaganda edilir. Türkiye’de AKP karşıtı muhalefet cephesindeki oluşan büyük bulamaç aslında sol arkaizmin “eskimiş ve dökülen” yanlarının görünmez hale gelmesini sağlamıştır.
Sol arkaizme göre emperyalizme karşı mücadele yanlıştır. Ya da tersinden zaten onlara göre, emperyalizm küreselleşme dönemi ile birlikte ultra emperyalizm çağına girmiş, tüm dünyaya aslında refahın gelebileceği bir dönemin kapıları açılmıştır. ABD’deki Trump iktidarı ile birlikte bu dönemin akamete uğruyor gibi olması dünyadaki ve ülkemizdeki “kutlu küreselleşme yürüyüşünü” durduramayacaktır. Ama nedense ülkemizde sermaye sınıfının da, AKP’nin de, Tayyip Erdoğan’ın da bu yollardan yürüyerek bugünlere geldiği el çabukluğu ile yok edilmektedir.
Gerçekten büyük bir sol arkaizm ve eskimişlik ile karşı karşıya olduğumuzu bilelim. Uyduruk tezlerini, sahte umutlarını, yanlış reçetelerini emekçi sınıfların önüne getirenler işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinde herhangi bir yere oturmuyor ve önümüzdeki süreçte de oturmayacak.
O yüzden bugün önümüzde açılan zemini görmek, sol arkaizmi elimizin tersiyle itmek ve devrimci bir sol hattı her geçen gün daha da belirgin hale getirmemiz gerekmektedir. Buna da adlı adınca devrimcilik denmektedir.