Sosyalistlerin zamanla yarışı

"İşçi sınıfının ve emekçi toplumsal kesimlerinin temsiliyetini üstlenmeden ve gücünü arkaya almadan devrimci bir siyasal atılımın mümkün olmadığını biliyoruz. Bugün yapılması gereken bu açıdan bellidir."

Sosyalistlerin zamanla yarışı

HABER MERKEZİ

İçinden geçtiğimiz kesitin bir dizi objektif yanını ortaya koyarak altının çizilmesi sosyalist mücadelenin güncel ve stratejik ihtiyaçlarını belirlemek açısından büyük önem taşır. Objektif koşullar ortaya konmadan, geçmiş yılların mücadele pratikleri üzerinden bugünün devrimci mücadelesinin ihtiyaçlarını kavramak sağlıklı bir tutum değil.

Öncelikle, son 16 yıl, düzen siyasetinde bir geçiş mücadelesine karşılık gelmiş, bu geçiş süreci, başka zamanlarda fetret devri olarak da betimlenmiştir ve bugün yaşadığımız zaman diliminde geriye döndürülemeyecek bir noktaya taşınmıştır. Rejim değişmiştir, sermaye diktatörlüğü yeni bir yönetsel modelle artık yol alacaktır. Yine tartışma noktalarından birisi olarak karşımıza çıkan başlıklardan biri şu: Bu rejim oturur mu? Eğer tartışmayı buradan sürdürürsek ya da başka bir değişle meseleyi ikinci Cumhuriyet kavramıyla ifade ettiğimiz gerici sermaye diktatörlüğünün “yeni rejiminin” oturup oturmaması üzerine kurarsak, hareketsiz ve mutlak bir olgu tarifi yapmak kaçınılmaz hale gelir. Bunun bir boyutu, hala AKP iktidarı tarafından kurulan “yeni rejimin” ayaklarının havada kaldığını ve her an tepetaklak geriye gideceğine dair bir zayıflık atfı ile ilgilidir. Diğer boyutu ise AKP eliyle kurulan rejimin alternatifine yüklenen güçle ilgilidir.

Oturur mu oturmaz mı?

Bugünkü tabloda her ikisine de ihtiyatlı yaklaşmak gerekiyor. Ne bugün AKP karşısında ortaya çıkan düzen muhalefetinin bir alternatif haline geldiği ne de AKP iktidarının tepe taklak düşeceği bir zemine ve gerçekliğe sahip olduğu söylenebilir. Bu açıdan burjuva düzende sermayenin yeni iktidar modeline baktığımızda “oturup oturmama” sorunsalı üzerinden değil, bir süreç olarak gelinen noktayı değerlendirip, sıkışma ve kriz başlıklarına odaklanan bir bakış açısıyla değerlendirmek daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır.

Kaldı ki, 1923’ten bugüne gelen birinci Cumhuriyet’in ne kadar oturduğu, bu yöntem açısından ayrıca sorulabilecek bir sorudur. Birinci Cumhuriyet, dünden bugüne iktisadi ya da siyasi krizlerle 90 yılı devirmiş, başka bir açıdan söylersek hiç “oturmamıştı”. Bugün de AKP eliyle kurulan sermayenin yeni gerici rejiminin geriye dönemeyecek kadar yol aldığı kabul edilmelidir.

Aynı zamanda bu rejimin ciddi siyasi ve iktisadi krizlere ve bunun tetikleyeceği toplumsal tepkilere de gebe olduğu da… Bu anlamıyla bugün içinden geçtiğimiz kesit, değişen ve kendi krizlerini yaratan bir süreç olarak görmek durumundayız.

Böylesi bir sürecin bugünkü koşullarda ortaya çıkardığı objektif duruma bakmadan önce bir noktanın daha altı çizilmeli. O da bugünkü tablonun, tam da süreç olması dolayısıyla, arızi bir durum yaratmasıdır. Düne bakarak, bugünün sosyalist mücadelesinde benzer pratikler beklemek ne kadar yanlış ise, bugüne bakarak yarın yapılacakların da benzer kısıtlar içinde olacağını söylemek büyük bir yanılgıdır. Tarihsel süreçlere, içinde barındırdığı dinamiklerin nasıl bir sıkışmaya ve ne zaman bu sıkışmanın ortaya çıkabileceğine daha geniş bir perspektifle bakmak gerekir.

Sosyalistler ne yapmalı?

Bütün bu temel çerçevenin içine bugünkü koşulların bir kaç noktasını yerleştirebiliriz artık. Toplumsal ve sınıfsal anlamda bir dinamiğin ortaya çıktığı ve belirlediği bir kesitten geçmediğimiz açık olmalı. İçinden geçtiğimiz kesit, rüzgarın işçi sınıfından esmediği, toplumsal dinamiklerin iyice geri çekildiği, en genel anlamıyla sol siyasetin ve özelde sosyalistlerin mevzi kaybettiği bir dönem olarak algılanmalıdır. Devrimci siyaset açısından nesnelliğin, öznel çıkışları ve siyasal yükselişe zemin sunmadığı bir dönemden geçtiğimiz öncelikle kabul edilmelidir.

İşte böylesi dönemlerde, sosyalistler açısından yapılması gerekenler sıralandığında bazı uçlardan kaçınmak gerek.

Ne topyekün geriye çekiliş ne de bir bütün olarak kendini yakmak anlamına gelecek bir iradecilik, bugünkü koşullarda kaçınılması gereken uçlar olarak görülmelidir. 2013 Haziran Direnişi sonrası büyük ve yeni bir toplumsal hamle-ayağa kalkış olacağını düşünüp, bütün hesaplarını bunun üzerine inşa edenlerin, devrimciliğin yerine Hazirancılığı ikame edip bugün OHAL ve sonrasında başkanlık rejimine geçişin yaratmış olduğu tabloyu göremeyenlerin “devrimci arayışçılığının” bitişi de bu noktada hiç şaşırtıcı olmamıştır.

Haziran Direnişi bitmedi devam ediyor, halk faktörü diyenlerin yanılgısının ortaya çıktığı bugünkü kesitte, yine benzer hatalar yapmadan devrimci bir yolun nasıl açılacağı üzerine daha fazla düşünülmelidir.

Bu uçlar ortaya konduktan sonra altı çizilmesi gereken nokta ise sıkışan ve gittikçe daha da sıkışacak düzen siyasetinin fay hatlarına dönük bir hazırlığın bugünden yapılması önümüzdeki en önemli görevdir. Geriye çekilmeden, ancak geleceği planlayan bir bakış açısıyla bir yandan stratejik diğer yandan ise mevzi edinen bir mücadele tarzı ortaya konmak durumunda.

Nesnellik ve öznellik arasındaki ilişki görülmeden, örneğin bugün komünist ve devrimci siyasetin neden kitleselleşemediğini sorgulamak absürd olur.

Dünün Cumhuriyet mitingleri, Haziran Direnişi ve 1 Mayıslarına bakarak bugün toplumsal anlamda komünist ve devrimci siyasetin benzer çıkışlar yapmasını beklemek ters yüz olmuş bir siyasal algının sonucudur. Bu durumun düzeltilmesi gerek.

Komünist bir parti bazı dönemlerde geriye çekilirken, toplumsal dinamiklerin objektif olarak kendini var ettiği dönemlerde kendini açmayı da bilir.

Bunun tek başına öznel bir yan değil nesnel bir yan taşıdığı açık olmalı. Bugün sosyalist siyaset, verili objektivizmi veri almadan geçmişin pratikleri üzerinden bir değerlendirmeye tabii tutularak değerlendirilemez. Sosyalist siyaset, bugünün görevlerinin hakkının verilmesiyle yürütülebilir. Bunun için iki olgunun mutlaka başa yazılması lazım. Birincisi, geçmişin deneyimlerinden ders çıkartılması, ikincisi ise, yarının toplumsal ve siyasal dinamiklerinin tespit edilmesidir.

İşçi sınıfının ve emekçi toplumsal kesimlerinin temsiliyetini üstlenmeden ve gücünü arkaya almadan devrimci bir siyasal atılımın mümkün olmadığını biliyoruz. Bugün yapılması gereken bu açıdan bellidir.

Ancak bu temel noktaları belirttikten sonra sosyalistler açısından, bütün bunlardan bağımsız büyük bir sorun karşımızda duruyor. Düzen siyasetinin sıkışma hızı ile komünistlerin hazırlanma hızı arasındaki faz farkı.

Düzen siyaseti sıkışırken, sosyalistler tam da bu nedenle zamanla yarışıyor. Çünkü düzen siyaseti, büyük bir sıkışmaya doğru kendi eliyle ivme kazandırıyor.