Turan Dursun: Bir aydınlık beyin, bir cesur yürek
29-04-2018 10:09Orhan Deniz yazdı... Turan Dursun: Bir aydınlık beyin, bir cesur yürek.
ORHAN DENİZ
Karl Marx’tan bir alıntıyla başlamak iyi olacak:
“Din-dışı eleştirinin temelini şu oluşturuyor: İnsanı insan yapan din
değil, dini yapan insandır. Yani din, henüz kendine erişmemiş ya da çoktan yitirmiş bulunan insanın sahip olduğu kendinin bilinci ve kendinin duygusunu oluşturuyor. Ama insan, dünyanın dışında herhangi bir yere çekilmiş soyut bir öz değil. İnsan, insanın dünyası, devlet, toplum anlamına geliyor. Bu devlet, bu toplum, dünyanın tersine çevrilmiş bilinci olan dini üretiyor, çünkü kendileri alt üst olmuş bir dünya oluşturuyor. Din bu dünyanın genel
teorisini, onun ansiklopedik özetleme kitabını, onun halksal biçimdeki mantığını, onun tinselci point d’honneur’ünü [onur sorununu], kendinden geçmesini, ahlaksal onaylanmasını, görkemli tamamlayıcısını, teselli ve aklanmasının evrensel temelini oluşturuyor. Din insanal özün doğaüstü gerçekleşmesini oluşturuyor, çünkü insanal öz gerçek gerçekliğe sahip bulunmuyor. Öyleyse dine karşı savaşım vermek, dolaylı olarak dinin tinsel aromasını oluşturduğu dünyaya karşı savaşım vermek anlamına geliyor.
Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor.”
Marx’ın, “din halkın afyonudur” diye kısaltılan ve belki de Marx’ın kendisinden daha çok bilinen bu cümlelerindeki
“dine karşı savaşım vermek” kısmının üzerinde durmakta fayda var.
Dine karşı savaş, tarihte, örneğini pek de bulabileceğimiz bir savaş değil.Tarihte din adına yapılan seferlerin, farklı
dinler adına yapılan büyük savaşların, aynı dinin farklı mezhepleri arasındaki savaşların örneklerini bolca bulabiliyoruz, ama bir dine karşı somut olarak bir savaşın verildiğini söyleyemiyoruz.
Bununla birlikte başka vesilelerle gerçekleşen savaş ya da çatışmaların bir parçası olarak dinin, daha doğrusu dinsel
kurumların, hedef alındığı durumlar mevcut; Fransız Devrimi gerçekleştiğinde kiliseye ve kiliseyi temsil eden
ögelere karşı yapılanlar gibi. Ama bu örneklerde de savaşılan/kavga edilen doğrudan din ya da dinsel inanış değil, insanları yoksulluğa, açlığa mahkum eden bir düzenin ana kaynaklarından ve koruyucularından olan dinsel kurumlardır.
Velhasıl, Marx’ın bahsettiği de zaten klasik bir savaş değildir. Dini maddi temelleri üzerine oturtan Marx, dinin
insanın evrensel kurtuluşuna karşı yüklendiği işlevi göstermekte ve dini sınıf savaşımlarının bir parçası olarak değerlendirmektedir. Din, farklı dönemlerdeki toplum biçimlerinin tümünde varlığını sürdüren, etkisini ve gücünü artıran ve ezilen sınıfların bilincini körelten en güçlü ideolojik öge olarak karşımıza çıkmaktadır.
Öylesine güçlü bir ideolojidir ki bu hiçbir kurum (devlet, hukuk, bilim vb.) cepheden karşıya alamamakta; bırakın
karşıya almayı sorgulamaya bile cesaret edememektedir. Öyle bir yapıya sahiptir ki, kendisini sorgulamaya çalışanları hem din-dışı ilan etmekte hem de katline izin vermekte/emretmektedir.
Yukarıda bahsettik, tarihte dine karşı verilen savaş örneği pek bulunmaz, ama dine karşı düşüncelere sahip oldukları, dinsiz oldukları ya da yaptıklarıyla dine zarar verdikleri gibi gerekçelerle din-dışı sayılıp yok edilen, baskı altına alınan, korkutulan birçok insan bulunabilir. Yakılarak idam edilen İtalyan gökbilimci Giordano Bruno ya da “meleklerin bacaklarını gözetliyor” diye idam edilen Takiyüddin gibi. Darwin’in evrim teorisinin temeli sayılan kitabını yıllarca ortaya çıkarmaması ya da “En-el Hak” diyen Hallacı Mansur’un idamı gibi.
Turan Dursun’un 4 Eylül 1990’da katledilmesi de din adına işlenen cinayetler halkasının bir parçasıydı. Şöyle
bir farkla ki, Turan Dursun’un savaşımı diğer birçok örnekten farklı olarak doğrudan dini, dinin kaynaklarını hedef
alıyordu ve söz konusu kişi, dincilerin kolaylıkla düşmanlaştırabilecekleri bir kişi de değildi.
1934 yılında Sivas Şarkışla’nın Gümüştepe köyünde doğan Turan Dursun, imam olan babası tarafından İslam’ı
iyice öğrenmesi ve büyük bir âlim olması için küçük yaşlarda Kürt hocaların, şeyhlerin, mollaların eline bırakılır.
Verdiği bir röportajda bu durumu “Çünkü oralarda Arapçayı, dinsel konuları iyi bilen Kürtler var. Kürt hocaların bildiği Arapçayı Araplar bile bilmez” diye açıklıyor. Büyük bir İslam âlimi olmayı kafasına takmış olan Turan Dursun
yıllarca süren eğitimleri çok daha kısa sürelerde tamamlıyor ve Anadolu’nun birçok yerinde, farklı dini konularda uzmanlaşmış hocalardan dersler alıyor.
İstanbul’da İsmailağa medreselerinde ders verdikten sonra, Tekirdağ, Gemerek, Türkili, Altındağ ve Sivas’ta
müftülük yapıyor. Yaptığı uygulamalar nedeniyle tepki görüyor, sürgünlerle uğraşıyor ve fakat aynı zamanda “aydın
müftü” olarak adı duyuluyor. Müftülüğü bıraktıktan sonra TRT’de programlar yapıyor. TRT’den emekli olduktan sonra da kitap çalışmalarına ağırlık veriyor. Ne yazık ki, kitapları ölümünden sonra yayımlanıyor.
Turan Dursun bu kısa yaşama çok fazla şey sığdırabilmiş bir aydın. Küçükten kafasına taktığı büyük bir İslam âlimi olma hedefinden hiç sapmadan çalışıyor ve bu çaba onu İslam dinini reddetmeye kadar götürüyor, ama İslam
diniyle ilgili en birikimli kişilerden biri (belki de en birikimlisi) olma özelliğini ortadan kaldırmıyor. Turan Dursun kendi pozisyonunu ve dini ciddi anlamda sorgulamaya başlamasına neden olan durumu şöyle anlatıyor:
“Sonra kutsal kitaplarla karşılaşınca, Kuran’dan önceki kitaplarla tanışınca, Muhammed’in aktarmacılığını
birden kavradım. Hiç aradan zaman geçmedi. Daha önce Yahudilik ve Hıristiyanlık hakkında bilgim vardı ama İslam’ın aktardıklarıyla biliyordum. Kendi kaynaklarından bilmiyordum. Tevrat’tan ve İncil’den söz edilirdi. Kendi kaynaklarıyla 1960’lı yıllarda tanıştım. Türkiye Gençlik Teşkilatı’nın bana bir çağrısı, önerisi olmuştu. Götürelim, Papa ile tanıştıralım demişlerdi. (…) Hafızlar Kuran’ı ezbere bilir, ama hafız hangi ayetin nerede olduğunu, hangi konuda hangi ayet olduğunu bilemez. Ama ben hemen bilirim. Çünkü dünyam olageldi. Bir bakıyorum, Tevrat’ın filanca yerinde şunlar var. Aaa filanca surede aynen var, ya da değiştirilmiş biçimiyle var. Levililer’de şu var, ona bakıyorum o da var. Hatta İncil’ine bakıyorsun oda öyle. Zaten epeydir de sorular vardı. ‘Tamam’ dedim… ”
İslam’ın ve diğer büyük dinlerin kaynaklarının bizzat insanoğlu olduğunu fark eden Turan Dursun önce İslam
dinini, birkaç yıl sonra da Allah inancını reddeder ve hayatı boyunca gece gündüz çalışarak oluşturduğu birikimi
aydınlanma mücadelesi için kullanmaya başlar. Yaşadığı müddetçe yazdıklarına, söylediklerine karşı kimseden net itirazlar gel(e)mez, gelen itirazları da sıra dışı zekasıyla çürütür.
Turan Dursun’un güçlü duruşunun doğal sonucu İslamcı örgütlerin hedefi haline gelmek olmuştur. 1990’ların ba-
şındaki aydın ve gazetecileri hedef alan cinayetlerin maktullerinden biri de Turan Dursun olur. Ölümünden sonra yayımlanan kitapları Türkiye’de ve diğer İslam ülkelerindeki aydınlanma mücadelesinin en önemli metinlerindendir.
Bugünün Türkiye’sinin karanlığında sıkça yaşadığımız dinsel baskı ve uygulamalara karşı “aslında din bu değil” naifliğine sığınanlara kitaplarıyla seslenir Turan Dursun: Din bu!