Yapay zeka ve kadın: Emperyalizmin kadına bakışı
Son otuz yıldır dünya genelinde uygulanan neoliberal politikalardan en çok kadınlar ve çocuklar zarar gördü....
(Yazar Tülin Tankut’un 23 Eylül’de gerçekleşen “Emperyalizme Karşı Mücadele Konferansı’nda yaptığı konuşma)
Son otuz yıldır dünya genelinde uygulanan neoliberal politikalardan en çok kadınlar ve çocuklar zarar gördü. Bu politikalar uygulanırken “dış” ve “iç” güçler birlikte hareket ettiler; toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, sınıfsal egemenliğin kurulmasında ve korunmasında oynadığı rolü, kadınlara karşı acımasızca kullandılar. Çalışan kadın evdeki bakım yükümlülüklerini devredeceği kurumlardan yoksun bırakıldı. Özel sektörde işveren zaten gebelik, doğum izni, çocuk bakımı v.b. maliyetleri yüklenmek istemez; keyfi davranışlarını kalıcılaştırdı. Öte yandan kadının evde bakım hizmeti sunması, devleti sosyal yardım harcamalarından kurtarır. Çocuk, hasta, yaşlı, engelli v.b. bakımı için devletin ödediği sosyal yardımlarsa, kadın ücretli işte çalıştığında kesilmektedir. Sonuçta kadın için seçenekler bellidir: Ya güvencesiz, geçici işlerde; sigortasız, asgari ücretin altında çalışmaya razı olacak ya da ev kadınlığına geri dönecektir.
Emperyalistlerin çalışmaları, münferit ya da birbirinden kopuk değildir. “Sınıf”ı görünmez kılma hesapları tuttu. İstihdam politikaları dünya genelinde geniş kadın kitlelerini ev kadınlığına mahkûm etti; öyle ki “evkadınlaştırma” kavramı, sosyoloji terminolojisine girdi. Dine dayalı gelenekselliğin derinleşmesi de kadınların aleyhine oldu. Kadına şiddetin artık gündelik yaşamın bir gerçekliği haline gelişinde bu, büyük rol oynadı. Hukuk, güvenlik, ruh sağlığı v.b. konularda en çok kadınlar etkilendi. Neoliberalizm otuz yıldır demokratik kurumları zayıflattığı için hak arama mücadelesi de zorlaştı. Kadın örgütlerinin mücadeleleriyse yıldırma politikasıyla engellenmeye çalışıldı.
Bütün bunlar olup biterken şu gerçek, dünya kamuoyunun gözünden kaçtı: Başını ABD’nin çektiği kapitalist – emperyalist güçler, kendi ülkelerini burjuva demokrasisiyle yönetirken, başka ülkelerdeki baskıcı yönetimleri, yalnızca kendi çıkarlarına dokunduğunda demokrasi konusunda uyarırlar. Örneğin şeriatla yönetilen ülkelerde kadınların, kadınlıklarını tepeden tırnağa, peçe ve eldiven de dahil olmak üzere gizlemeye çalışmaları, emperyalistin gözünde, tıpkı Afrika’daki bazı topluluklara özgü kadın sünneti gibi o toplumun “gerçeği”dir; dokunulmazlığı vardır. Kadına karşı böylesi bir şiddetin uygulanmasını hiç sıkılmadan meşrulaştırırlar.
Emperyalist güçlere karşı koyamayan yönetimlerde kadının yazgısı değişmez. Örneğin muhafazakâr kadınları, piyasada işgücü açığı olduğunda evden koparıp kamusal alana sürmekten çekinmezler. Piyasanın ihtiyacına göre, onların yerine modern giysili kadınları istihdam etmeleri de sıkça rastlanan bir durumdur. (Tam tersi de olur.)
Bu ikiyüzlülük saymakla bitmez.
Emperyalist güç, girdiği ülkeyi pazar olarak görür; malını satmaya bakar. Güler yüzlü maskesiyle geldiği için niyeti anlaşılmaz. Çıkarlarına hizmet edecek ideolojileri ihraç etmekte zorlanmaz. Tüketim ideolojisi içinse kadınları kolay lokma olarak görür.
Peki, çuvaldızı kendimize batırırsak ne ile karşılaşırız? Biz de yıllardır kültür emperyalizmini fark etmeyip sorgulamadan, can-ı gönülden benimsemedik mi? Burjuva değerlerin evrensel değerler olduğu aldatmacasına yenilmedik mi? Bizi kendimize yabancılaştıran giyim-kuşam, davranış, konuşma tarzı, her tür düşünce, norm, inanış v.b. değerleri sahiplenerek modaya uymak adına, “moda kurbanları” durumuna düşmedik mi?
Giyenlere saygısızlık olmasın ama, “yırtık pantolon modası”na ne demeli? Muhafazakâr genç kızlar bile yırtık pantolonun altına çorap giyerek bu modadan geri kalmıyorlar. Giyeni yaşamına yabancılaştırmıyor anlaşılan. Oysa toplu taşıma aracında yanımıza yoksulluktan yırtık pantolon giyen biri otursa rahatsız oluruz.
Kültür emperyalizmini sahiplenme ne yazık ki doğallık kazanmıştır; verdiği zararlar elle tutulur olmadığı için fark edilmesi zordur. Televizyonu, videosu, sanal alemiyle dünya kadınlarına, “kadın dünyası”nı dikte eden ideolojik bir yığınak yapılmıştır. Uzun saatler alan seyirlik kadın programları… Dini programları, magazini, dizileri de unutmayalım.
Kamusal alanda sivrilmiş olan kadınlarsa kadın özgürlüğünün simgesi olarak lanse edilir. Bunun dünyaca tanınmış örneklerinden biri de bir zamanlar ABD Dışişleri Bakanı da olan Condoleezza Rice’dır. Kendisi Ortadoğu’da yaptıklarıyla dillere destan olmuştur, başka bir deyişle “yatacak yeri yoktur.” İşbirlikçi kadın, kendisine verilen paye karşılığında mensubu olduğu sınıfın erkeklerine boyun eğmekle mükelleftir. İşveren kadın da aynı şekilde konumu nedeniyle işçi ve emekçi kesimdeki hemcinslerine boyun eğdirmekten çekinmeyecektir.
Gelelim şu sıralar gündeme düşen yeni teknoloji tartışmalarına: Akıllı ev aygıtlarının ortaya çıkması kadınlara özgürlük getirecek, iddialarına inanalım mı?
Yapay Zekâ ve Nesnelerin İnterneti sayesinde evdeki buzdolabı, çamaşır makinesi, ütü, klima gibi aygıtlara, cep telefonuyla bağlanarak uzaktan müdahale edilebiliyor. Dışarıdayken evdeki ışıklar kısılıyor istenirse, ya da akıllı buzdolabında süt bitti uyarısı geliyor evden… Yeni teknolojilerin kadınları, kendilerine yüklenen ev işi ve evdeki bakım işlerinden kurtaracağı savı ilk bakışta çekici geliyor. Çünkü bu işlerin tümü robotlar tarafından yapılacak, böylece kadın kendine daha çok zaman ayıracak, yaşamı hakkında özgürce karar verecek, iş yaşamında yer aldığında aklı evde kalmayacaktır.
Ancak, iklim değişiklikleri öyle demiyor: Küresel sıcaklık can alıyor. Bunun yol açtığı felaketler bir yana, mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcaklıklar karşısında aile bireylerinin yatak takımı, havlu, iç çamaşırı, giyim eşyası daha sık değiştirilmeyecek midir? Bunları yıkayıp kurutup ütüleyip yerlerine yerleştirmek kadının fazladan zamanını almayacak mıdır?
Peki, kentlerde, varlıklı kesimden kadınlar ekmeği, yoğurdu neden kendileri evde yapmayı tercih ediyorlar acaba? Piyasadaki gıda maddelerine güven duymadıkları için alış verişte kılı kırk yararak uzun zaman harcıyorlar. Tezgâhdaki ürün organik mi, değil mi? Süt, yumurta, tereyağı doğal mı? ; tavuk gezeninden mi? Et şarbonsuz; baharat, incir, kayısı aflatoksinsiz olacak. Dahası temizlik malzemelerini evde yapanlar var. Kadınlar ailelerinin sağlığından sorumlu tutuldukları için hepsi gıda, hijyen, antioksidan, kanserojen madde uzmanı kesildi. Devletin yapması gereken denetimi kendileri üstlenmek zorunda kaldılar.
Güzellikse rekabet toplumuna özgü, bir takıntı haline getirildi. Bakım, makyaj, yüz maskeleri, diyetler, detoks, estetik operasyonlar… Merdiven altı üretime karşı televizyondan sunulan, evde kendi kozmetiğini kendin yap, öğütleri. Tümü, kadından saatler çalan uğraşlar.
Ayrıca çocuklar okulda, serviste, evde yalnızken denetlenecek. Cep telefonları her an el altında olacak. Kısacası varsılı yoksulu, kadınların eve dair sorumlulukları, işleri, azalmıyor, tersine artıyor. Geriye de tedirginlik ve suçluluk duygusu bırakıyor.
Bedensel işlerde emek tasarrufu sağlayan yeni teknolojiler, artık marketlerde de boy göstermeye başladı. “Sanal market” açıldı; alış veriş bitince kasiyersiz kasalara ödeme yapılıyor. Peki bu, istihdam açısından ne anlama geliyor? Hizmet sektöründe genelde kadın eleman çalıştırıldığından, kadın işsizliği için tehlike çanları çalıyor, demektir. Hâlihazırda vasıfsız işler için kadın emeği tercih ediliyor. (Tabii, çocuk ve göçmen emeği de.)
Öte yandan ileri teknoloji küresel ekonomide değişikliğe yol açarken ihtiyaç duyduğu eğitim sistemi de değişime göre planlanacaktır. Ancak kapitalist düzende teknolojik gelişmeleri belirleyen, kârlılığı artırma mantığıdır. Dolayısıyla yeni eğitim sistemi, toplumdaki cinsiyet ve sınıf ayrımcılığı değişmeyeceğinden kapılarını varlıklı kesimin çocuklarına açacaktır. Eğitim masrafları el yakarken başka türlüsü zaten beklenemez. Orta sınıfın yoksullaştığı, güvencesizleştiği ortada. Kız çocuklarının mağduriyetiyse kolayına ortadan kalkmayacaktır. Üstelik ülkemizde muhafazakârlaşma, cinsiyetçi yapılanmayı güçlendirmiştir.
Dünyadaki genel eğilim, kadının hâlâ ikinci sınıf yurttaş olarak görülmesinden bellidir. Tek başına moda sektörü bile, kadınları denetleyen yönüyle, ileri kapitalist ülkelerde, kadınlara tam bağımsızlığın kapılarının neden kapalı olduğuna işaret eder. Beterin beteri vardır tabii. Yeni üreme teknolojisiyle övünenler, para karşılığı yapılan “taşıyıcı anneliğin” bir küresel endüstri haline geldiğini ve araştırmalara göre örneğin Hindistan’da kadınların rahimlerini, Amerika ve Avrupa’dan gelen hemcinslerine kiraladığı gerçeğine gözlerini kaparlar. Dolayısıyla yeni teknolojilerin kadınlara tam bağımsızlık getireceğine inanmamız için bir neden yok! Zihniyet değişmiyor: Devlet kadını “yurttaş” olmasından önce eş ve anne kimliği içinde görür ve kadının üretim içindeki rolünü de aile bütçesine katkı olarak değerlendirir.
Kadınlarsa yetiştiriliş tarzından ötürü, genellikle şimdi yaşadıkları sorunlardan çok ileride yaşayabilecekleri sorunlardan korkarlar. Bir değişikliği göze almak kimse için kolay değildir ama özellikle kadınlar, alışık oldukları sorunlarla yaşamayı bu anlamda sindirirler.
Demek ki geniş kadın kitlelerinin bilinçlenme ve özgüven kazanmaya ihtiyacı vardır; tıpkı sömürülen, baskı gören, ezilen diğer kesimler gibi. Ancak, unutmayalım ki, küresel medya ve onun dünyanın her yerine uzanan kolları, kitlelerin ,“sınıfsal eşitsizliğin yapısal gerçekliğini görmelerini “engellemek için tüm ideolojik aygıtlarını seferber etmiştir. Bu nedenle cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadele, kadınların yeni teknolojilerin eğitim olanaklarından yararlanıp nitelikli işgücü içinde sayılarını artırmaları açısından büyük önem taşır.
Özetle; nüfusun yarısını oluşturan kadınlar olarak, haklarımız için örgütlü mücadelemizi verirken, emperyalizme karşı çıkan, emeğin çıkarlarını gözeten, solun ilkelerinden, değerlerinden ödün vermeyen toplumsal muhalefet içinde bir an önce yerimizi almamızı diliyorum.