Pusula | Yiyende ortak Osmanlı’nın yüz karası teslimiyeti
07-10-2018 08:30Gericiliğin sembolü 2. Abdülhamid zamanında tarihin en büyük toprak kayıpları yaşandığı gibi devletin egemenlik işaretlerinden vergi toplama işleri de uluslararası tekellerden alınan borçların geri ödenmesi için Düyun-ı Umumiye İdaresi’ne bırakılmıştı.
H.Murat Yurttaş
Gericiliğin sembolü 2. Abdülhamid zamanında tarihin en büyük toprak kayıpları yaşandığı gibi devletin egemenlik işaretlerinden vergi toplama işleri de uluslararası tekellerden alınan borçların geri ödenmesi için Düyun-ı Umumiye İdaresi’ne bırakılmıştı.
Bugün Cumhuriyet tarihinin yarattığı en önemli eğitim kurumlarından biri olan İstanbul (Erkek) Lisesi’nin mevcut binası 1897’de Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin binası olmak üzere inşa edilmişti. 1933’te Mustafa Kemal’in direktifiyle bu binaya taşınan okul, son olarak AKP’nin çoktan iflas etmiş eğitim politikalarından “pilot okullar” projesi kapsamında gündeme gelmişti. Hem okulun hem içinde bulunduğu binanın bu uzun aralıklarla belirlenen tarihi esasında Türkiye’de sermaye gericiliğinin de işbirlikçiliğinin kısa bir özeti.
Anonim deyişte olduğu gibi “Şalvarı şaltak Osmanlı / Eğeri kaltak Osmanlı / Ekende yok biçende yok / Yiyende ortak Osmanlı” tarihin gördüğü en boğucu baskı rejimlerinden birinde sırf bir ailenin saltanatını, egemen sınıfların iktidarını koruyabilmesi için borçlanarak sürdürdüğü çıkmaz sokağın sonunda ülkenin vergi gelirlerine el koyan tam adıyla “Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi” var.
Elbette tarihin bu kısmı, TRT’nin yandaş zengin eden uyduruk dizilerinde yer almayacak. Ancak özellikle 12 Eylül sonrasında dünya piyasalarına entegre edilen Türkiye’de olduğu gibi tekerrür ederek tekrar tekrar karşımıza çıkmayı sürdürecek.
Emperyalistlerin sofrasında meze olan memleket
Cumhuriyet’in en güzide eğitim kurumlarından birinin kullanımına tahsis ederek toplumsal hafızada yer etmesini istediği anlaşılan Düyun-ı Umumiye İdaresi 1881 yılında kuruldu. Osmanlı borçlarının tasfiyesi sürecinde kapitülasyonların kaldırılmasına ve vergi toplama yetkisinin kaldırılmasına rağmen borçların alacaklılara paylaştırılmasıyla sınırlı olarak varlığını 1939 yılına kadar sürdürdü.
Osmanlı tarihinin en karanlık dönemlerinden birini oluşturan 2. Abdülhamid döneminde memleketin yağmalanması sürecinin en vahşi yüzlerinden biri Düyun-ı Umumiye İdaresi’ydi. Öyle ki en faal olduğu dönemde 9 bin çalışana ulaşacak İdare’nin çalışan sayısı Osmanlı Maliye Nezareti’nin çalışanlarını geçmişti. 1881’de damga, alkollü içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alınan vergilerin tüm geliri iç ve dış borçlara ayrılırken bu vergileri toplama ve alacaklılara ödeme görevi de yeni kurulan Düyun-u Umumiye İdaresi’ne verildi.
1850’lerin ortasından itibaren başlayan devlet borçlanması ilk kez Rusya’ya karşı yapılan Kırım Savaşı’nın finansmanı için gündeme geldi. Daha önce “gavura borçlanmamaktan” öteye geçemeyen bir hamaset dışında bir süre Galata’daki bankerlerden borçlanan Devlet-i Aliyye Kırım Savaşı için ilk kez dış borç aldı. 1854 kredisi denilen bu dış borç İngiltere ve Fransa’nın aracılığı ve garantisi ile alınacaktı. Bunu çeşitli tarihlerde başka borçlanmalar izledi. Bu dış borçlar ya başka borçların ödenmesi ya da savaşların finansmanı için alınıyordu.
Bu kısır döngü nihayet yine Rusya’ya karşı yapılan ve artık 2. Abdülhamid’in iktidarda olduğu 93 Harbi ile çeyrek yüzyılı tamamlamadan Osmanlı’yı iflas ettirdi. Hiçbir borç ödemesini yapamaz hale gelen Osmanlı İmparatorluğu, sonunda alacaklılarla anlaşmak için 1879’da damga, alkollü içki, balık avı, tuz ve tütünden alınan vergi gelirlerini 10 yıl boyunca iç borçlar karşılığı olarak alacaklılara bıraktı. Bu kez alacaklı Avrupa devletleri buna tepki gösterdi ve 1881’de Düyun-u Umumiye İdaresi kuruldu.
Gericiliğin sonucu
Osmanlı İmparatorluğu’nun bir yandan modernleşme hamleleri yaptığı öte yandan ise gericiliğin sürekli engeller yaratmaya çalıştığı bir dönemin iflas ettiren bu politikalarının gösterdiği en çıplak gerçek artık emperyalistleşen Batılı kapitalist ülkelerin bir ülkeyi parçalarken ekonomiyi nasıl kullanabildiği olmalı.
Osmanlı tarihinin en büyük toprak kayıplarını yaşadığı bir dönemde bir yandan da kendi vergi gelirlerine sahip olamayan bir teslimiyet içerisindeydi. Kapitalist devletler, yerinde yeller esen “cihan imparatorluğu”nu savaşlara sürüklüyor, bu savaşların finansmanı için borç veriyor, bu borçla yine bu kapitalist ülkelerden silah alınıyordu. Borçları ödemeye imkan olmayınca bu kez borçları ödemek için ayrıca borçlanılıyordu.
Emperyalizmle mücadeleye kalkıştığını iddia edenlerin hamasi nutuklarının dışında ise bugün karşımızdaki çıplak gerçek de buna çok benziyor. Büyük altyapı ve konut inşaatı projeleri ve tüketim için finansman dış borçlarla sağlanırken bugün bir kez daha bu borçlanmanın sürdürülmesinde yaşanan zorluklar nedeniyle bir krize doğru doludizgin gidiliyor.