Son günlerde ekranlara gelen iki haber dikkat çekti. İki haberin içeriği de geçim sıkıntısı ve işsizlikle ilgili. Artık olağanlaştığı için daha az dikkat çekiyor. Bu haberlerden ilki bir patronun kaçıp gittiği bir iş yeriyle, diğeri ise atanamayan bir öğretmenle alakalı.
İlkinde iş yerinde çalışan az sayıdaki işçi alacakları için toplanmış, sınırlı sayıda bası çalışanı da onları takip ediyor. Yakınmaların arasından bir adamın yakarışları dikkat çekiyor. Hüngür hüngür ağlayan orta yaşlı adam, çocuklarını nasıl geçindiremediğinden yakınıyor ve borç içinde yaşadığından bahsediyor. Yaşının verdiği ağırlıkla da dayanamıyor, fenalık geçiriyor.
Diğer haber ise canına kıyan genç bir kadın öğretmenden. Uzun süredir atanamayan sosyal bilimler mezunu genç öğretmen adayı, durumun ağırlığına dayanamayarak hayatına son veriyor. Sosyal yıkım, bir insanı en çok değer verdiği şeyden, yaşamaktan, vazgeçmesine sebebiyet veriyor.
Bu iki habere bir de son zamanlarda artan “geçinemiyoruz” yakarışlarını eklediğinizde, çaresizliğin ağır bir salgın haline dönüştüğünü rahatlıkla tespit edebilirsiniz. Çaresiz bir toplum ya vazgeçişe gider ya da “düzene uymaya” saplanır kalır.
Aslında bu durumun gelişi dünden belliydi. İktidarın ekonomik politikası sermaye sınıfı adına pek çok kazanım sağlarken, bu kazanımların yarattığı sosyal etkilerin ortaya çıkması sadece bir zaman meselesiydi. Bir yanda büyüyen, gelişen ve zenginleşenlerin, öbür taraftaki büyük çoğunluk için yoksulluk yaratması kapitalizmin doğasında var. Lakin kapitalizmin bu doğası aynı zamanda eşitsizliklerin yeniden üretilmesine neden olduğu için kendi döngüsel krizlerini yaratan dinamikleri çalıştırıyor.
2008 yılında başlayan ve hemen hemen tüm ülkeleri etkisi altına alan “son kriz” de bu dinamiklerin uzunca bir süre beslenmesinden ötürü ciddi bir etki yaratmıştı. Kapitalist merkezlerin “finans yoluyla” yarattığı sanal zenginlik emekçiler için borç olgusunu kalıcı hale dönüştürmüştü. Sonuçta yeni pazarlar, endüstriler ve sanalın gerçeğe dönüşmesi konusunda bir yerde tıkanan sermaye ciddi bir sarsıntı yaşadı. Üstelik bu sarsıntı öncesinde “bahar havası” esiyordu.
Şimdiki durum biraz da böyle bir görünüm içeriyor. Uzun yıllardır tüketimin sermaye için birikim kaynağı haline dönüştüğü bir ülkede yaşıyoruz. Örneğin son TÜİK verilerine göre hane halklarının nihai tüketim harcamalarının GSYH’e oranı yüzde 59 civarında bulunurken, gelirin oranı yüzde 31,5 düzeyinde.[1] Aradaki farkın doldurulmasını finansal araçlar dışında bu bir ikamesi bulunmuyor. Finansal araçlarla sağlanan ikamenin ise borçluluk dışında bir anlamı yok. Bu finansal araçların etkisi ise sermaye sınıfının tatmin edilmesi ile mümkün. Sermaye sınıfının tatmin edilmesi için ek olanakların yaratılması gerekiyor.
Nitekim AKP, bu nedenle teşvik-yatırım döngüsünü çalıştıracak bir adım atmış durumda. Hedefte sermayenin uluslararası dönüşümünde kendine yer bulma çabası var. Süper teşvik adıyla basına yansıyan adımın, alternatif enerjiden, mobilyaya, ilaç sektöründen, petro-kimya ürünlerine kadar geniş bir açıda gerçekleşmesi yukarıda bahsedilen tatminin sağlanması için yapılıyor.
İktidarın bu adımının kriz dinamiklerine dönük müdahaleyi sağlaması ve sermaye sınıfını tatmin edebilmesi için daha önce ifade ettiğimiz gibi “yeni bir hikâye” yaratmasına bağlı. Bu nedenle ekonomik ve siyasal ilişkilerde alabildiğince “pragmatist” davranma ihtiyacını duyuyorlar. Bunu “Türkiye ekseni” olarak yutturmaya çalışan sivri kalemlerin afili sözcükleri işin altyapısını oluşturma isteklerinden kaynaklanıyor. [2]
Nafile bir çaba….
Nafile çabanın üzerini örtemediği gerçekler, halkın yaşadığı acıların da ana kaynağı. Bu acıları hafifletmek değil, ortadan kaldırmak gerekiyor. İşe bu nedenle bir takvim gününden daha öte bir tarihsel anlamı olan 1 Mayıs ile başlamak gerekli. Örgütsüz bir toplumun çaresizliğini ancak bilinçli bir hareketin yaratacağı etki aşabilir.
İlk birikimi 1 Mayıs’ta bu nedenle oluşturmak gerekiyor. Ancak bunun için “nasıl?” sorusunun da yanıtını vermek gerekli. Kabaca yukarıda çizilen tabloda bugün emekçiler için gerçek bir “beka” sorunu ortaya çıkmış durumda. Emperyalizmle eklenmiş sermaye kendine yol bulmak için iktidarın çapasına sarılırken, emekçiler için karanlık bir tablo ortaya çıkıyor.
Bu tablonun aşılabilmesi için “gerçek” olanı karşıya almak gerekli. Bugün tüm toplumların yaşadığı sorunların benzerlerini yaşayan toplumumuz, emperyalist sistemin dönüşümünün acılarını çekiyor. Bu durumun üstesinden gelebilmek için tam boy bir kopuşu zorlamak gerekli.
Kopuşun zemini ülkemizde anti-emperyalist zemindir. Dolayısıyla örneğin 1 Mayıs bugün ayrı ve başka bir anlam taşıyacaksa, anti-emperyalist zeminin güçlendirilmesi gerekiyor. O nedenle başlıktaki soruyu sormak ve cevabı vermek zorundayız: yurtseverlerin bayrağını 1 Mayıs’ta kim temsil edecek?
Uluslararası bir günde bu soruya doğru cevabın verilmesi, 2 Mayıs gününden itibaren başka başlıkların da tartışılmasını sağlayacaktır.
[1] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=27825
[2] Özellikle Star, Yeni Şafak gibi AKP’nin merkez yayın organlarında çıkan bu yazıların gelişkinlik düzeyleri bir kenara, en basit mantık kurallarına bile uyulmadan yazılması pragmatizmin ne denli kötü bir hastalık olduğunu göstermeye yeter de artar bile.
Bu haber en son değiştirildi 24 Nisan 2018 21:16 21:16
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…