Bir 1 Mayıs daha geride kaldı. Her 1 Mayıs’ın ardından gelen “değerlendirme yazıları” üç aşağı beş yukarı aynı tema etrafında şekillenir. Katılım düzeyinin bir önceki yılla kıyaslanması, kürsünün siyasi tonu, 1 Mayıs’a katılanların talepleri vb. türden ölçütlerle bazı sonuçlar çıkartılmaya çalışılır. Söz konusu 1 Mayıs değerlendirmesi olduğunda, bu değerlendirme kıstaslarının yazının içerisinde kendine yer bulması gerekli. Ancak 1 Mayıs değerlendirmesi sadece bu ölçütlerle mi yapılmalı? Bize göre bu sadece bir “başlangıç” olarak kabul edilmelidir.
Başlangıç noktamızda, birçok yorumcunun da ortaklaştığı gibi, 2019 1 Mayıs’ı geçtiğimiz yıllara göre kıyaslandığında daha kitlesel ve coşkulu geçti. Yerel seçim sonuçlarının ve ekonomik krizin etkilerinin 1 Mayıs alanına yansımaması işin “doğasına” aykırıydı. Bu nedenle emekçilerin 1 Mayıs alanlarına geçtiğimiz yıllara göre “daha fazla ilgi” göstermesi doğal karşılanmalı. Bir de buna HDP ve CHP’nin seçimler sonrasında elde ettiği “güveni” eklediğimizde elimizdeki mevcut duruma ulaştık.
Özel olarak 1 Mayıs alanına geçtiğimiz yıla göre farklı bir siyasi atmosfer damga vurmadığı gibi, “geleneksel gün ve haftalar” atmosferi baskındı. Sendikal çevrelerin, başta İstanbul 1 Mayıs’ı olmak üzere, apaçık bir biçimde düzen siyasetinin belirleniminde olması hem alanın hem de konuşmaların “renksiz” ve “ortalamaya” hapsolmasına neden oldu. Bir nevi sendikal çevrelerin nefesi ancak bu kadarına yetti.
Dahası seçimlerin “kazanını” görünümündeki Millet İttifakı ise alanı yalnızca kürsü üzerinden belirleme eğilimindeydi. Zaten geriye kalan işi, renksiz ve kokusuz 1 Mayıs’ı, sendikal çevreler ellerinden geldikçe halletmeye çalıştılar. Geriye, seçimi kazananların kürsüden “kitleyi” selamlaması kaldı.
Ancak hepsi bu kadar. 1 Mayıs tablosunun diğer bir yüzü ise başka. Genel olarak işçi sınıfının ve emekçi halkın talepleri, beklentileri ve arzuları ne sandığın yörüngesine ne de kürsüye sığmıştır. İşçi sınıfı ve emekçi halk açısından “arayış” sürmektedir. Arayış işçi sınıfının temsiliyetinde dönüktür ve bu temsiliyetini sendikaların dar çerçevesine, düzen siyasetinin sağlı sollu ittifaklarına ya da geçmişin nostaljisine sığmadığı açıktır.
Bu değerlendirme sanılmasın ki sadece bir tarihsel iddianın geleneksel bir biçimde ifade ediliş biçimidir. 1 Mayıs alanında “sömürüye karşı” yürüyen inşaat işçilerinin, kıdem hakkını yedirmemek için yürüyen metal işçilerinin, emekliliklerini talep eden EYT’lilerin, “fetvalarınıza sığmayacağız” ilerici kadınların, okumuş insanın emekçi halkına karşı sorumluluğunu hatırlatan liseli ve üniversitelilerin hangisi “arayışına” cevap bulabilmektedir?
Belli ki bu durum düzen siyasetindeki ittifak tartışmalarına da bir cevap niteliği taşımaktadır. Sağlı sollu ittifak arayışlarına karşı emekçi halkın örgütlü bir güç olarak siyaset sahnesine girişi bir seçenek olarak masada durmaktadır. Tabi masadaki bu seçeneği “soyut” ve “afaki” bulanların mevcut olduğu biliniyor. Hatta bu kesimlerin, düzen siyasetindeki ittifak arayışlarının bir parçası olarak siyaset ürettikleri açık.
***
Bu siyaset üretiminin müstesna bir parçasını tam da 1 Mayıs öncesinde açılan “başka bir başlık” üzerinden gördük. Yıldırım Koç’un Aydınlık’ta yazdığı yazı bu tartışmanın açılmasına neden oldu.[1] Bu yazının üzerinden bugüne uzanan Soner Yalçın ise lafı “Türkiye ittifakı” tartışmalarına getirdi. [2] Belli ki son günlerde AKP’nin ürettiği Türkiye ittifakı tartışmalarına solun belli bir desteğinin oluşması isteniyor. Ancak bu ittifak tartışmalarının “emperyalizme karşı mücadele” ile bir ilgisinin olmadığı çok açık değil mi? Neden mi? Gelin bazı sorular soralım ve bu durumu biraz daha netleştirelim.
Türkiye gibi 60 yılı aşkın bir süredir NATO sistemine dâhil olmuş, sermayenin uluslararası tekellerle bağının çok net olduğu bir ülkede sermaye sınıfı “emperyalizme karşı tavır” alabilir mi?
NATO sisteminde olmayan, uluslararası emperyalist-kapitalist sistemle bağları zayıf, yeraltı kaynaklarına sahip Rusya, Suriye, İran ve Venezuela gibi iki ülkede yaşananlarla Türkiye’nin emperyalist sistemle yaşadığı gerilimler bir ve aynı mıdır?
Başkanlık sistemine geçen, kurucu öğelerinde arızalar yaşayan, ekonomik krizle beraber daha geniş bir meşruluk arayışına giren bir düzende emperyalizmden bağımsız bir çıkış yapılabilir mi?
Bu soruların hepsine “evet mümkündür” diye cevap veren biri ideolojik referansları olsa bile politik körlüğe mahkûmdur. Bu politik körlükten ötürü iktidarın Trump’la yaptığı pazarlıkları, sermayenin reform çağrılarını, açıklanan ekonomi programının uluslararası tekellere verdikleri tavizleri göremezler. Bunları görebilmek için, eski bir sözün, “görünenle öz aynı olsaydı, bilime ihtiyaç olmazdı”, hatırlattıklarına ihtiyaçları var.
Bu sözü hatırladığınızda ise yukarıda ifade ettiğimiz “arayıştaki” kesimlerin istek ve arzularına ulaşabilirsiniz. O nedenle emekçilerin siyasetteki ağırlığını güçlendirecek olan seçeneğe omuz vermek gerekiyor. 1 Mayıs alanında bu seçeneği temsil edenler kendilerini uzun zamandır ilk kez bu kadar net bir biçimde göstermiştir. Şimdi bahsettiğimiz seçeneğin bayrağını yükseltmenin, ülkenin dört bir yanına taşımanın zamanıdır.
Notlar
Yazıda işlenen teze burada değinmek, bir köşe yazısı için çok zor. Üstelik bu konu fazlasıyla üzerinde tartışılmış ve belgeler ortaya konulmuş durumda. Bu nedenle bir uzman edasıyla “hayır işin aslı şöyledir” deme iddiasına sahip değiliz. Gene de Koç’un belge olarak gösterdiği eserleri incelemiş biri olarak Koç’un ifadelerine katılmam mümkün değil.
Yıldırım Koç’un yazısında işlediği “Kurtuluş Savaşı esnasında gerçekleşen 1 Mayıs’larda İstanbul’daki komünistlerin emperyalizme karşı verilen mücadeleyi desteklemediği” tezinin geçerliliği hem kendi verdiği alıntılarda, hem de alıntının bulunduğu kaynakta sarsılıyor. Erdem Akbulut ve Mete Tunçay’ın araştırmalarına göre bu 1 Mayıs’tan bir buçuk ay sonra Bulgaristan’da uluslararası bir kongreye katılan Şefik Hüsnü, Anadolu’daki durumun tartışmaya açık olmadığını belirtiyor ve kurtuluş mücadelesini herkesin desteklediğini, ancak ilerisi için iç politikada farklı yönelimlerin olduğunu belirtiyor. (Akbulut E., Tunçay M. İstanbul Komünist Grubu’ndan (Aydınlık Çevresi) Türkiye Komünist Partisi’ne 1919-1926, cilt:1, s.183)
Herhalde bir buçuk ay içinde köklü bir politik değişiklik meydana gelmeyeceğine göre o dönemki politik değerlendirmeleri bir bütünlük çerçevesinde ifade etmek gerekiyor. Yıldırım Koç’un deneyimi ve birikimi bunu bilecek düzeyde. Dönemin politik tartışmalarına ilişkin derinlikli bir tartışma yapma niyetimiz yok ama en azından bir bütünlük bekleme isteği duymamız afaki sayılmaz.
[2] https://odatv.com/turkiyenin-ittifaka-ihtiyaci-var-02051928.html
Bu haber en son değiştirildi 4 Mayıs 2019 09:46 09:46
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…