AKP sınıflar üstü, siyaset sınıf dışı mı?
"‘Ah vah’ diyerek, ‘demokrasinin, hukukun ve oyunun kurallarının dışına çıktı’ diyerek AKP’yi eleştirmenin gelip dayanacağı yer liberalizmden başka bir yer değildir. AKP ne bir sapma ne de tek başına bir çetedir. AKP, doğrudan sermayenin sınıf diktatörlüğünü ortaya koyan bir sermaye partisidir. AKP’yi, tek başına “demokrasi ya da hukuk” üzerinden eleştirmenin sınırları düzenin ıslahatına ya da statükosuna çıkar. Asıl yapılması gereken kapitalist düzenin gerçek fotoğrafının sunulmasıdır."
Kurtuluş Kılçer
Siyaseti, sınıflar mücadelesinin dolaylı-dolaysız bir sonucu olarak görmeyenler için bu sorunun bir anlamı bulunmayabilir. Ancak yine de TÜSİAD tarafından seçimlerin iptali dolayısıyla yapılan “kaygı” açıklaması ile Koç grubunun İmamoğlu’nu ziyaret etmesi, sınıf-siyaset ilişkisini görmezden gelenler için de önemli sayılabilir. Oysa asıl mesele sınıf-siyaset denklemini dert edinenlerin, iş somut siyasete gelince sınıf kavramından ve sınıf siyasetinden kaçışı. Doğaldır ki bu hal, sınıftan da kaçışı beraberinde getiriyor.
Sınıftan ve sınıf siyasetinden kaçışın yerine “cephe siyaseti” konuyor. Bu konuya başka bir yazımızda değineceğiz. Sınıftan ve sınıf siyasetinden kaçışın gerekçesi ise AKP’nin sınıflar üstü bir konuma yerleştirilmesi ve bugünkü düzen siyasetinde cereyan eden kutuplaşmanın sınıflar dışı kategoriyle ele alınması olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin TÜSİAD tarafından; yani geleneksel, İstanbul ya da büyük sermaye olarak “adlandırılan” burjuvazinin önemli bir kanadının seçimlerin YSK tarafından iptaline yönelik kaygı açıklaması bazı kesimler tarafından heyecanla karşılanırken yine aynı kesimler tarafından AKP, sınıfsal aidiyeti ve temsiliyetinden arındırılarak neredeyse “ucube” haline getiriliyor.
Kategorik ve yapısal olarak bugünkü siyaseti sınıfsal bir zeminden yoksun bir şekilde ele almak mümkün değil, eğer Marksist bir bakış açısına sahipsek. Ancak, bu genel doğru, teorik ve kitabi anlatımda yerini alırken, güncel siyasette konu bile edilmiyor.
AKP sanki, burjuva düzenin ve kurallarının dışında, ucube, kendi kurallarını bile hiçe sayan, sermayenin bile istemediği bir parti konumuna itiliyor. Geleneksel diye kodlanan sermayenin yaptığı açıklamalardan sonra “bakınız burjuvazi bile AKP’yi istemiyor” şeklinde değerlendirmeler, açık ya da gizli bir biçimde karşımıza çıkıyor.
Öncelikle sermaye düzeninde, büyük burjuvazinin başka tercihleri pekala olabilir ve İmamoğlu bu açıdan büyük sermayenin desteğini kazanmış gözükebilir. Bu durum, İmamoğlu ve CHP çizgisinin, sınıfsal siyasal temsiliyetini göstermesi bakımından bir kenara not edilmeli.
AKP’nin “bir sınıf olarak sermayenin” temsiliyetinden azade ilan edilmesi yanlış olmakla birlikte büyük bir tehlike barındırıyor. O da, burjuva sınıfının temize çıkarılmasıdır! AKP’nin sermaye düzeninden ve sermaye sınıfının dışında bir olgu olarak gösterilmesi AKP’yi bir sapma olarak gösterdiği için “burjuva sınıfına demokratlık atfedilmesi” işten bile değildir. İşte tehlike budur!
Öz ve biçim arasındaki ilişkiyi ortadan kaldırarak AKP’yi sapma olarak değerlendirdiğimizde burjuva sınıfının ve kapitalist siyasetinin “norm ve hukukuna” meşruiyet kendiliğinden verilmiş olur. Ancak AKP’nin niteliği, burjuva sınıfının ve kapitalist siyasetin niteliğinin ayrılmaz parçasıdır. AKP bir anomali değil, bizatihi doğrudan ve çıplak olarak burjuva diktatörlüğünün somut yansımasıdır!
Bugün yaşadığımız sermaye düzenini, norm, hukuk ve kural gibi olgularla değerlendirmek doğrudan sermaye ideologlarının işi. Onların temel misyonu sistemin işlemesi, düzenin bekası ve sermayenin çıkarlarıdır. Konulan norm, hukuk ve kuralların temel amacı bu. Ancak biçimin altındaki öze ulaştığımızda ortada köküne kadar bir sınıf diktatörlüğü olduğu gerçeği görülecektir. Marksizm’in en temel doğrusu, bugün AKP iktidarının eylem ve söylemlerinde fazlasıyla ortaya çıkmıştır.
O yüzden, ‘ah vah’ diyerek, ‘demokrasinin, hukukun ve oyunun kurallarının dışına çıktı’ diyerek AKP’yi eleştirmenin gelip dayanacağı yer liberalizmden başka bir yer değildir. AKP ne bir sapma ne de tek başına bir çetedir. AKP, doğrudan sermayenin sınıf diktatörlüğünü ortaya koyan bir sermaye partisidir. AKP’yi, tek başına “demokrasi ya da hukuk” üzerinden eleştirmenin sınırları düzenin ıslahatına ya da statükosuna çıkar. Asıl yapılması gereken kapitalist düzenin gerçek fotoğrafının sunulmasıdır.
İşte bu fotoğraf açık olarak şunu göstermektedir: AKP, Türkiye kapitalizminin egemen sömürücü sınıfı burjuvazinin genel çıkarlarını üstlenerek 17 yıldır iktidarda olan, genel çıkarları koruyup kollayan bir partidir. Bununla birlikte burjuva sınıfının kanatlarından birisidir. AKP’nin bakanlarının bile doğrudan burjuva olduğu bir hükümet sisteminde, AKP’nin hangi sermaye grubunun çıkarlarını temsil ettiğini bilmeyen mi var? AKP, sermaye sınıfının kanatlarından ve çıkar gruplarının temsilcilerinden bir parti olarak siyaset yapmaktadır ve yeri geldiğinde sandık iradesini bile tanımayacağını 31 Mart seçimlerinde net olarak ortaya koymuştur.
Bu AKP’nin sistemin işleyişinden sapmasını değil, burjuva sınıfının gerçek karakterini gösterir. Burjuva sınıfı, hangi kanadı olursa olsun, çıkarı için sandığı da devirir, darbe de yapar, faşizmi de getirir, hukuku da ayaklar altına alır. Çünkü belirleyici olan kendi sınıf çıkarlarıdır.
Kaldı ki sermaye düzeninin dünden bugüne istikrarı ve normalizsayonu hiç görülmüş müdür? Her daim kriz ve darbelerle şekillenen bir sistemin aslında temel yapısı baskı, hukuksuzluk, anti-demokrasi ve adaletsizlik değil midir? Ya da başka deyişle, kapitalizm dediğimiz ücretli sömürü düzeninin hukuku, normu ve kuralı bunlar değil midir?
Kimse liberal aymazların yaptığı gibi hayal satmasın. Sömürü üzerine kurulu bir sistemin yürümesi için diktatörlük şarttır. Demokrasi ve hukuk devleti gibi tarihsel olgular bu sınıf diktatörlüğünün üzerini örten bir şaldan başkası değildir.
İşte görülmesi gereken budur. 31 Mart seçimlerindeki darbe sermaye düzeninin gerçek yüzünü, burjuva sınıfının ve onun siyasal temsilcisi AKP’nin diktatörlüğünü bir kez daha göstermiştir.
Peki ya burjuvazinin diğer kanatları ve onların temsilcileri? Muhalefet olarak ortaya çıkanların, siz sermaye egemenliğinin son bulmasını isteyeceğini mi düşünüyorsunuz? Yoksa Türkiye kapitalizminin, düzenin ve sermaye devletinin yaşadığı sıkışmalardan yeni çıkış yollar mı aranıyor?