Al birini vur ötekine…
Hep beraber el ele verdiler, ülkemizi 2003’te Irak işgalinin parçası haline getirmek istediler. Ali Babacan’ın ABD’den gelecek 8,5 milyar dolar için ne kadar hevesli olduğunu hatırlayalım. Dahası da var…
Kamil Tekerek
Son yılların siyasetteki revaçta konularından bir tanesinin “AKP’yi geriletme” olarak karşımıza çıktığını biliyoruz.
Özellikle solun kapsama alanına da giren sosyal demokrat ya da liberal düzen muhalefeti açısından bu başlığın temel ideolojik duruşu liberalizme, politik yönelimi ise sağın küskün ya da muhalif kesimleri ile cepheleşmeye odaklanıyor.
Bu kısım önemli çünkü tam da solun Türkiye sağını hedef tahtasına oturtarak emekçi sınıfların mücadelesine kan taşıması gereken bir dönemde, AKP karşıtlığı merkeze konularak bir tür sağcılık görmezden geliniyor ve meşrulaştırılıyor.
Oysaki bugün toplumun karşısına çıkartılan tüm öznelerin geçmişte nerelerde durdukları açık. Ama nedense taktik yönelimler bahane edilerek ya da pragmatik siyaset tarzı meşru görülerek her türden oportünizmin önü açılıyor. Bu filmi geçtiğimiz yıllarda Suriye’deki “IŞİD’e karşı mücadele” adı altında emperyalizm ile işbirliğinin meşrulaştırılmasında görmüştük. Gericiliğe karşı mücadele denilerek emperyalizm işbirlikçiliğe onay verilmesi “zamanın ruhu” ve “faşizme karşı birleşik cephe”nin bir türü olarak lanse edilmişti. Sonuç ortada. IŞİD gitti. Ama ABD de Suriye’nin üçte birine yerleşti.
Bugün İmamoğlu tarafından “yeni nesil siyaset” denilerek ortaya atılan ve özellikle siyaseten arayışta olan emekçilerin duygu ve düşüncelerine hitap eden yönelimin özü sermaye iktidarının yönelimlerinin örtülmesi üzerine kurulu olduğu açık olmalı. Hatta AKP’yi geriletme adına oluşturulan ortamda düzen muhalefetinin AKP’yi aratmayan yüzünün gizlenmesi de mümkün. O yüzden tam da şimdi Türkiye solunun bu bahsettiğimiz öznelere ve Türkiye sağına dönük bir eleştiri ve geçmiş hatırlatması içinde olması gerektiği açıktır. Yoksa Türkiye solu adına karşımıza çıkacak sonuçlardan bir tanesinin, önümüzdeki seçimlerde Babacan ya da Gül’den medet uman “asgari demokrasi çizgisi” olması muhtemeldir.
Bu noktada, önümüzdeki dönemde halkın karşısına umut olarak pazarlanacak isimlerin ülkemiz tarihindeki misyonların görmezden gelmek mümkün değil.
AKP iktidarını ve Erdoğan’ı “sistem revizyonu” adı altında yeni rejimin yerleşmesini kolaylaştıracak yönelimlere çekmek gibi bir misyonla hareket eden sağ düzen muhalefeti, AKP iktidarını zorlayacak gibi görünse de, son tahlilde örgütsel kökleri ve ideolojileri açısından iki tarafın birbirine en yakın pozisyonda durduklarını görmezden gelemeyiz. Bunun dışında hepsinin ve bağlı bulundukları odakların, tarikatların ya da uluslararası merkezlerin çıkarları da cabası.
Aynen 12 Eylül 2010 tarihindeki seçimler öncesinde “referandumda ölülere bile oy kullandırın” diyen Fethullah Gülen’in yargıya dönük operasyon yapılan referandumdan beklentileri neyse, örneğin Erdoğan’ın ya da genel anlamda AKP iktidarının beklentileri çok farklı değildi.
Bugün “FETÖ’nün siyasi ayağını arıyorsanız AKP’ye bakınız” denmesi o açıdan boş değildir. Bununla birlikte somut politik önermeler olmaksızın yapılan değerlendirmelerin ayakları havadadır. Tersinden FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimindeki rolünün ve yaptıklarının aydınlatılması, bugün ise gerek devlet gerekse diğer alanlardan FETÖ’nün sökülüp atılabilmesi için de bu yaklaşım gereklidir.
Türkiye’de neredeyse İslamcıların hepsinin tezgahından geçtiği FETÖ’nün siyasal İslam’daki yeri ve siyasal ilişkileri ağı ortaya konmadan toplumun karşısına çıkartılan örgüt şemalarının gerçek bir mücadele açısından kıymet-i harbiyesi yoktur.
Benzer şekilde bugünkü rejimin şekillenmesinde Ali Babacan ile Abdullah Gül’ün rollerini ortaya koymadan, Ahmet Davutoğlu’nun ülkemizin başına örülen çorapların mimarı olduğu gerçeğini görmeden ve aslında FETÖ ve bugünkü AKP ile aralarında bir farkları olduğunu söylemeden yol almak da pek mümkün değildir.
O açıdan “hepiniz kardeştiniz” demek yetmez.
Hep beraber el ele verdiler, ülkemizi 2003’te Irak işgalinin parçası haline getirmek istediler. Ali Babacan’ın ABD’den gelecek 8,5 milyar dolar için ne kadar hevesli olduğunu hatırlayalım. Dahası da var… Geçmişte başkanlık sisteminin en ateşli savunucusunun Babacan olduğu hatırlanacaktır. Şimdi nedense buna muhalif bir poz kesiyor olması sanki rejimin özü ile bir kavgaları olduğu yanılsamasını beraberinde getiriyorsa vay halimize.
Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı yapan Abdullah Gül Türkiye’nin AB kapılarına sürüldüğü dönemde Erdoğan ile çok iyi bir ikili görüntüsü vermekteydi. Görüntüyü geçelim, Türkiye kapitalizminin 12 Eylül ve Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasının sonrasındaki temel yönelimlerinin ruhunu sonuna kadar taşıyan bu ikili ülkeyi adım adım emperyalizme tam boy bağımlı hale getirdi, önlerine çıkacak olası engelleri ise yeri geldiğinde FETÖ desteği ile aştılar. Kimi zaman ise kendileri birbirlerine engel olmaya başladılar. Bugün kavgalı hale gelseler de, ülkemizi bir gericilik çukuru içine ittikleri gerçeğini ortadan kaldıramazlar.
Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığına soyunan Erdoğan’a yeni Osmanlıcı stratejiyi sunan Ahmet Davutoğlu Türkiye’yi Ortadoğu’da cihatçı çeteler ile birlikte emperyalist kampın bir aktörü haline getirirken bugün Suriye’de gelinen noktayı kestiriyor muydu bilinmez. Ancak düzen siyasetçilerinin ve özellikle AKP’lilerin bukalemun gibi olduğunu bugün ortalıkta hiçbir şey yokmuş gibi davranabileceklerini ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden kendilerini temize çekmeye çalışacaklarını biliyoruz. Ama bu emekçi halka karşı işledikleri suçları ortadan kaldırmaya yetmeyecektir.
Piyasacılık, gericilik ve işbirlikçilikle malul düzen güçlerinin yönelimlerinden ülkemiz emekçilerinin payına daha fazla yoksulluk, geleceksizlik ve sömürü çıkacağı açık olmalı. İşte tam da bu yüzden “al birini vur ötekine” demek, siyasal İslam’ın ve sağın yönelimlerine karşı mücadele etmek gerekiyor. Solun temel görevlerinden birinin bu olduğu ve bağımsız sosyalist bir hattın buradan inşa edilebileceğini çokça yazdık. Bir kere daha vurgulayalım ve geçelim.
Onlara benzemeye çalışarak mevzilerini ilerletmeye çalışan düzen muhalefetinden ise emekçiler lehine bir şey çıkmayacağını bugünden söylemek mümkün. Halkın umutlarını sağcılık, piyasacılık, İslamcılık ve işbirlikçilik ile yarıştıranların ülkemizin emekçilerinin gerçek kurtuluşu için ne bir programı ne de yönelimi bulunuyor.
İşçi sınıfının çıkarlarının temsil edilmesi ve ülkenin kurtuluş yolunun somutlanabilmesi için sınıf siyasetine ve komünist siyasete en fazla ihtiyaç olan bir dönemden geçtiğimiz herkes açısından açık olmalı. Emekçilerin bu cendereden ve ikilemden çıkartılması içinse düzen karşıtı tek güç olan komünistlerin kendi programların doğrultusunda çok daha fazla çalışması gerekiyor.