Alan değiştirmek
"Sovyet bilim politikasının ayırt edici yedi özelliğinden bir tanesi, yeni bilim alanları yaratmaktı. 3 Yeni bilim alanları eski bilim dallarının sınırlarının belirli noktalarda “erimesiyle” belirdiğinden, bilim insanları da alan değiştirmiş oluyordu"
Prof. Dr. İzge Günal
Bir önceki yazımda, paradigma değişimine hazırlıklı olmak için bilimin sorunlarının ele alındığı yeni bir bilim dalı oluşturmanın gereğinden söz etmiştim. Hatta burada doktora çalışması yapacak olanların doğa ve toplum bilimlerinden bir tanesinde lisans, diğerinde yüksek lisans (master) derecesi olması gerektiğini, yani alan değiştirmeleri gerektiğini, yazmıştım.(1)
Bence alan değişimi gerçekten önemli; böyle kişilerin yeni alanlarında, alan değiştirmeyenlere oranla, daha üretken olduklarını düşünüyorum. Fizik lisansı sonrasında tarihe, matematik sonrası ekonomiye, elektrik-elektronik mühendisliği sonrası müzikolojiye geçmiş tanıdıklarım var ve hepsinin yeni alanlarına daha eleştirel, daha rasyonel yaklaştıkları kanısındayım. Ancak alan değiştirme her zaman bu derece radikal olmayabilir. Örneğin, toplum bilimleri içerisinde de alan değiştirme yapılabilir. İşletme sonrası eğitim bilimlerine geçen bir tanıdığım için de benzer şeyleri söyleyebilirim. Farkındayım, hiç toplum bilimleri sonrası doğa bilimlerine geçen bir örnek veremiyorum ama bu da yapılabilir gibi geliyor bana.
Burada işin sırrı, eski alanın bakış açısının yeni alana taşınmasında yatmakta; yeni alandaki tıkanıklığı aşmada, en azından bir tür “taze kan” işlevi görerek aşılmasında, yardımcı olmaktadır. Eğer bilimsel ilerlemenin değişim, değişimin de daha ilerisinin paradigmanın değişimi olduğunu düşünüyorsak, önce bilim insanının kendisini, kendi alanını değiştirmesi gerektiğini saptamalıyız. Burada kastettiğim amatörce başka bir alanla ilgilenmek değil, yukarıda açıkladığım gibi eğitimini alarak değiştirmektir. Eski alanda diretmenin getirdiği durgunluğun kişinin profesyonel işini iyi yapmasını sağladığı çok açık ama aynı zamanda bu durgunluğun bilimsel düzeyi düşürdüğü de aynı şekilde çok açık. Örneğin, hep aynı üç beş hastalığı tedavi eden bir kişi hekim olarak bu hastalıkların tedavisinde ustalaşabilir ama bu ustalığı ölçüsünde de bilimsel yaratıcılığı körelir. Ağacı görüp, ormanı görememek durumu gibi; bunun yüzlerce örneğini tanıyorum.
Kant, Lavoisier, Pasteur gibi birçok bilimci akademik yaşamları süresinde çalışma alanlarını değiştirmiştir. Örneğin, Pasteur başlangıçta kristallografi ile ilgilenen bir kimyacıyken, daha sonra mikrobiyoloji ve immünolojiye yönelip, bu alanların kurucularından olmuştur. Mayer, enerjinin korunumu yasasını ortaya koyduğunda bir cerrahtı. Benzer biçimde 19. yüzyılda astronomideki keşiflerin önemli bir kısmı asıl işi astronomi olmayanlarca yapılmıştır. Elbette günümüzde bilimin bugün geldiği düzey ve ayrıntılanması radikal alan değişikliklerini zorlaştırmaktadır ama aynı bilim dalı içerisinde çalışma konusunun değiştirilmesi, bu da olmuyorsa çalışılan kurumun değiştirilmesi benzer faydaları sağlayabilir.
Ünlü İtalyan fizikçi Fermi, bilim insanlarının her on yılda çalışma alanlarını değiştirmelerini, böylece ilk çalışma alanlarındaki bilimsel “yorgunluklarını” yenilere devredip, görüşlerinin farklı bir bakış açısı getireceği yeni alanlara yönelmelerini söylemiştir. Örneğin, Sovyet fizikçisi Bogolubov’un katı hal fiziğindeki kendi geliştirdiği süperiletkenlik teorisini nükleer fiziğe uygulamasıyla bu alanda da önemli gelişmeler elde edilmiştir.(2)
İngiliz edebiyat profesörü, yazar David Lodge 1990’lı yılların sonunda Türkçe de yayınlanmış “Yerleri Değiştirmek” isimli romanında kısa süreliğine yerlerini değiştiren iki İngiliz ve ABD’li akademisyenin yeni yerlerindeki yaşamlarını anlatır. İkisi de yeni yerlerinde, eski alışkanlıklarıyla yararlı olurken, kendileri de değişmeye başlarlar. Meraklısına, kitabın yeni baskısı yok ama sahaflarda bulunuyor.
Amerikan sisteminde bilim insanlarının bir süreliğine başka kurumlarda çalışmaya yollanmasındaki amaç yine budur. Sputnik şoku sonrası ABD’nin aldığı önlemlerden birisi de bilim insanlarının doktora yaptıkları yerlerde akademik kariyerlerine devam etmemesi yani “inbreeeding” yapmaması idi.
Sovyet bilim politikasının ayırt edici yedi özelliğinden bir tanesi, yeni bilim alanları yaratmaktı.(3) Yeni bilim alanları eski bilim dallarının sınırlarının belirli noktalarda “erimesiyle” belirdiğinden, bilim insanları da alan değiştirmiş oluyordu. Bir örnek vermek gerekirse, daha 1970’li yıllarda SSCB’nin bir parçası olan Ukrayna’da her dört kişiden biri lisans eğitiminden farklı bir alanda doktora yapıyordu. Doktora sonrası değişiklikleri siz düşünün.
Evet, alan değiştirmek bilimsel gelişme açısından çok önemli. Ancak gördüğünüz gibi bu yeni bir görüş değil, SSCB neredeyse 75 yıl önce bunu bilim politikası içerisine almıştı.
(1) https://gazetemanifesto.com/2019/paradigmanin-sonu-286072/
(2) Gvishiani DM ve ark (eds). The scientific intelligentsia in the USSR. Progress Pub., 1976.
(3) Günal İ. Ekim Devrimi’nin bilimin gelişmesine etkisi. Marksist Manifesto Ekim Devrimi Yolumuzu Aydınlatıyor Sempozyumu özel sayısı, s. 157-64, 2017.