Ancak devrimciler geleceğe bir iz bırakabilir…
"Gerici AKP iktidarına ve sömürü düzenine karşı bağımsız devrimci bir hatta ısrar edenlerin ve bağımsız komünist belediye başkanı adayları ile toplumun karşısına çıkma cesaretini gösterenlerin geleceğe şimdiden bir iz bıraktığını ve Türkiye’de emekçi sınıfların kurtuluş mücadelesinde doğruları temsil ettiğini ifade etmek gerekmektedir."
Türkiye’de solun ya da sosyalizm mücadelesi verenlerin gündemine artık birinci sıralara yerleşmiş olan 31 Mart yerel seçimleri ve bunun çevresinde tartışılan başlıklar önem taşıyor. Türkiye Komünist Hareketi tarafından düzenlenen ve Parti tarafından gösterilen Bağımsız Komünist Adayların tanıtım toplantısı geçtiğimiz gün gerçekleşti. Bu toplantıda da ifade edildiği üzere yerel seçimlerde toplumun karşına çıkartılan bazı yönelimlerin ele alınması ve bunlara dair görüşlerimizi ifade etmek gerekmektedir.
Yerel seçimlere çok büyük anlam yüklemeyelim. Kimi beğeniyorsak oy basalım.
Bu bakışın iki yönü mevcut. Birincisi siyasetsizliği ya da düzen siyasetine mecburiyeti, ikincisi ise örgütsüzlüğü öne çıkarıyor. Sonuç aynı. Düzen partilerinden birine ya da düzene sözde muhalefet eden unsurlardan birine yönelim oluyor, örgütlü ya da örgütsüz sol, sosyalist kesimler Türkiye’de emekçilere yol göstereceklerine, “ortalama vatandaş” duruşunu ötesine geçemiyor. Oysaki, gerek içinden geçtiğimiz süreç gerekse Türkiye’nin AKP iktidarı ile getirildiği nokta bu kadar kayıtsız ya da “siyaset dışı” bir yaklaşımı kaldırabilecek durumda değil.
Bununla birlikte yukarıdaki yaklaşım son tahlilde düzen muhalefetinin (özellikle CHP’nin) işine geliyor. Herkes rantçı olsa da, CHP diğerlerine göre ilerici sayılarak oylar oraya yönlendiriliyor. Burada sol, sosyalist mücadelenin zarar gördüğünü ifade etmek lazım. Dolayısıyla komünistlerin bağımsız adayları ile hayata geçirdikleri seçim politikası dikkate değer bulunmalı.
Bu seçimler AKP’nin geriletilmesi için büyük önem taşıyor. O yüzden her yerde nabza göre şerbet verelim.
Gerici sermaye düzeninin iktidar partisi AKP’nin herhangi bir zeminde yenilgi yaşaması ya da geriletilmesi elbette değer taşıyan bir durum. Ancak bunun hangi zeminde ve hangi özneler tarafından yapıldığının dikkate alınması gerekmektedir. Örneğin ekonomik ve siyasi bir krizin yükseldiği bir uğrakta böylesi bir olayın öznesinin devrimciler olması ne kadar önemliyse, önümüzdeki seçimlerde faşist kökenden gelen Mansur Yavaş’ın Ankara’yı kazanması bir o kadar önemsiz görülebilir. Neden olduğu ise açık olmalı… Siyasi olarak Türkiye sağının kadim unsurlarından bir tanesinin yine Türkiye sağının en büyük unsurundan farkı olmadığını bildiğimiz için bu kadar rahat konuşuyoruz. Bir seçimde CHP’den aday olanların diğer bir seçimde AKP’ye geçebileceği bir ülkede yaşıyoruz. Geçmişteki Ekmeleddin vakası CHP’nin bu tür yönelimlerinin ne gibi sonuçları doğurabileceği konusunda bizlere yeterince veri sunuyor.
AKP’nin yerel yönetimlerde kaybetme olasılığının bulunduğu bazı yerlere yatırım yapan demokrasici hat buradan yeni siyasi stratejileri üretmiş durumda. Ancak AKP’nin bu kayıplarının sermaye düzeninde herhangi bir kayıp anlamına gelmeyeceği, tersine düzen politikalarının CHP ya da başka partiler eliyle devam ettirileceğini herkes adı gibi biliyor ama bu gerçekler bilmezden geliniyor. O yüzden bunların dışında komünist bir hattın güçlenmesi ve kendini ortaya koyması çok önem taşıyor.
AKP birkaç belediyeyi kaybederse erken seçim olur, demokrasinin gelişmesi için bundan istifade etmek gerekir.
Ülkemizde erken seçimler solun mücadelesinin büyümesi için değil sermaye düzeninin bekası için yapılır. Bununla birlikte, Marksist geçinenler ile Muharrem İnce’nin söylemlerinin buluştuğu günlerden geçiyoruz. Muharrem İnce’nin, “Adana’yı alırsak, Mersin’i alırsak, Bursa’yı alırsak, Ankara’yı, İstanbul’u alırsak, Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimi de erkene alınır o zaman da ben Cumhurbaşkanı olurum” dediği biliniyor. Bu sözler İnce açısından anlaşılabilir. Hatta bu yaklaşım üzerinden Ankara Çukurambar’da AKP’nin muhalif kanatlarının yeniden toplantılar yaptığı gündemde tutulup buradan hayaller kuruluyor olabilir. CHP-Akşener ittifakından aradığını bulamayanlar için Davutoğlu-Gül kliği için hazırda bekliyor.
Muharrem İnce’nin ne dediği bizi bir yerden sonra ilgilendirmiyor. Asıl içler acısı olan durum bundan beklenti içerisine giren sol kesimlerin durumu. Türkiye’de solun daha geriye gitmesine müsaade edilmemesi açısından bağımsız komünist adayların çıkması bir fırsat olarak görülmeli.
HDP’nin CHP ile üstü örtülü bir şekilde ittifak yapması önem taşıyor. Bu yaklaşımın mutlaka her yerde desteklenmesi gerekir.
Gelinen noktada neredeyse HDP ile İyi Parti arasında bir ittifak kurulduğu artık söylenebilir. 24 Haziran seçimlerinde Saadet Partisi ve Demokrat Parti’yi de aralarına alarak sağcı bir blok kuran CHP ve İyi Parti bu seçimlerde de kendine HDP’yi ittifak unsuru olarak bulmuş durumda. CHP’nin PM toplantısındaki gelişmelerin hemen ardından HDP’nin hangi kentlerde aday çıkartmayacağını açıklaması elbette tesadüf değil. HDP’nin yönetimine çöreklenmiş olan liberaller ve yetmez ama evetçiler tarafından hangi kentte kimin destekleneceğinin alıştıra alıştıra açıklanması ise büyük bir siyasi stratejinin parçası olarak görülüyor.
Bu yönelimleri ve anlaşmaları masaya yatırdığımızda Türkiye tarihinde 24 Haziran ve 31 Mart seçimlerinin Türkiye solunun en büyük geri çekilişi yaşadığı uğraklar olarak görülmesi doğru olacaktır. Türkiye toplumunun karşısına sömürü düzeni ile kavgayı koymak yerine bu düzenin özneleri arasındaki kayıkçı dövüşünün konulması işin kabul edilemez tarafını oluşturuyor. Emekçilerin burada bir seçim yapmaya zorlanması o açıdan çok anlamsız. Solun buna alet olması ise çok gereksiz. O yüzden Türkiye’de sosyalist hareket kendi alternatifini ortaya koymalı.
Sosyal demokrat olduğu söylenen CHP ile liberal demokrat olarak adlandırabileceğimiz HDP arasında yerel seçimler üzerinden yapılan anlaşmayı o yüzden eleştirel bir gözle okumak lazım. Diğer taraftan baktığınızda görülecek şeyler belli: Aritmetik hesapların kutsanması, Mansur Yavaş’ın önünde el pençe divan duranlar, İyi Parti yokmuş gibi davranan solcular, Bedrettin Dalan-Kadir Topbaş-Tayyip Erdoğan’ın huzuruna çıkıp İstanbul adaylığına başlayan Ekrem İmamoğlu gibi yeni model rantiyeciler, AKP’yi piyasacılık yapmakla eleştirip kentleri kendileri rantiyeye çevirecek olan adaylar, sermaye düzenini eleştirmeyip genel bir demokrasi söylemine soyunan politikacılar ve ülkemizdeki yegane sosyalist belediyecilik örneği olan Ovacık’ı ellerinin tersiyle itenler…
Seçimlerde ne yapmalı?
Her şeyin birbirine girdiği bir seçime doğru gidiyoruz. O yüzden şu soruları sormakta fayda bulunuyor:
Emperyalizm ile işbirliği tescilli olan düzen muhalefetinin ülkemizdeki bir diğer işbirlikçi güç olan AKP’nin karşısındaki pozisyonu ne kadar samimi olabilir?
Sermaye düzeni ile kavgası olmayanlar, TÜSİAD önünde el pençe divan duranlar, kendileri bugüne kadar belediyeleri rantiyeye çevirenler piyasacı AKP’ye “karşıyız” deseler ne olur?
Mesele “AKP’den kurtulmak, gerisi hikaye” denilerek Türkiye’de sağcılığın daha fazla prim yaptığı bir dönemden geçilirken, solcular “büyük stratejilerin” parçası olsa neye yarar?
Soruları arttırabiliriz ancak tam da bu uğrakta gerici AKP iktidarına ve sömürü düzenine karşı bağımsız devrimci bir hatta ısrar edenlerin, bağımsız komünist belediye başkanı adayları ile toplumun karşısına çıkma cesaretini gösterenlerin geleceğe şimdiden bir iz bıraktığını ve Türkiye’de emekçi sınıfların kurtuluş mücadelesinde doğruları temsil ettiğini ifade etmek gerekmektedir. Bu doğrular elbet yerini bulacaktır. İz bırakmakla kalınmayacak, işçi sınıfının büyük çizgisi bu topraklarda yeniden ayakları üzerine doğrulacaktır.
Doğruların yerini bulmasını sağlayacak en temel şey ise örgütlü bir mücadele ve her geçen gün daha fazla belirginleşecek, toplumu yukarıda bahsettiğimiz tasalluttan kurtaracak devrimci bir hattır.