Bu iş böyle gitmez

Şımarıklık arayan, birden çok maaş almayı kendine hak gören "zat-ı şahanelere" baksın. Biz orada çoktan şımarıklık kotamızı doldurduk bile!

Irmak Ildır

 

Kamuda işçi ve memurları ilgilendiren toplu sözleşme görüşmeleri başladı. 3 milyonu aşkın memuru ve 200 bine yakın işçiyi ilgilendiren toplu sözleşme görüşmelerinde, işçileri temsilen masada olan Türk-İş’e bağlı çeşitli işletmelerde ardı ardına grev kararları asılmaya başlandı. Darphane, Eti Maden İşletmeleri, TTK ve MTA’da çalışan yaklaşık 40 bin işçi için grev kararları alınmış ve asılmış durumda. 20 Ağustos’ta bitecek görüşmelere göre, buralarda grevlerin yapılıp yapılmayacağı belli olacak.

Alınan kararlarla birlikte, toplu görüşme tarafında bulunan Türk-İş yöneticilerinin açıklamaları da ardı ardına geldi. Türk-İş Genel Başkanı “işin masada çözülmesi” temennisiyle açılan grev açıklamaları, işkolu sendikalarındaki başkanların “grev kararı almaya zorunda kaldık” açıklamalarını takip ederek devam etti. Geleneksel açıklama yarışının en ilginç kısmını ise “Greve çıkmazsak, yetkimiz düşer” savunusu oldu. [1]

Gerçekten ilginç değil mi?

Yasal bir zorunluluk olmasa, bir işçi sendikası greve çıkma kavramını sadece faaliyetlerinden değil, aynı zamanda sözlüğünden de çıkartacak. Acaba, Türk-İş yöneticileri greve çıkmayı gayr-ı meşru olarak mı görüyorlar, yoksa görüşmelerdeki tutumlarını mı gerçekçi bulmuyorlar? Sanırız her ikisi de doğru.

Türk-İş açısından bakıldığında, grev olgusu reddedilmesi gereken bir araç ve yalnızca tepkilerin yükseldiğinde kullanılacak bir tür koz. Diğer yandan, Türk-İş görüşmelerde verdiği zam oranlarının da “nasıl olsa kabul edilmeyecek, biz de elimizden geldiğimizi yaptığımızı kamuoyuna gösterelim” noktasında olduğu için, kendi tutumlarını da “gerçekçi” bulmuyorlar. Dolayısıyla grev kararını kamuoyuna açıklarken dahi “biz aslında bu tutumu almayı istemiyoruz” diyerek, topu baştan taca atmaya çalışıyorlar.

Türk-İş’in buradaki hesabı çok belli. 20 Ağustos’ta açıklanacak kararla toplu sözleşme masasından “ikna olmuş” kalkmayı bekliyorlar. Eğer bu gerçekleşmezse, işkollarında alınacak kararların “grev erteleme” kararı ile yasaklanacağını düşünüyorlar. Böylece bir taşla iki kuş vurmanın peşinde Türk-İş yöneticileri.

Buradaki küçük hesapların, sendikal çevrelerdeki “klasik taktiklerin” bir kez daha yinelenmesinden ibaret. Ancak, alınan grev kararları, sadece Türk-İş yöneticilerinin dar hesaplarına sığmayacak bir nesnelliğe sahip. Olgunlaşmakta olan kriz, ücretleri reel olarak düşürüp, hayat pahalılığını tırmandırdıkça emekçiler arasında harekete geçme eğilimi de doğal bir biçimde yükselmektedir. Bu nesnelliğin sunduğu zeminde, sınıf siyasetine önemli görevler düşüyor.

Sınıf siyasetine düşen görevlerin başında, hiç kuşkusuz emekçilerin haklı taleplerini toplumun genel çıkarlarıyla birleştirme zorunluluğu bulunuyor. Kamu işçilerinin göreceli olarak “daha güvenceli” konumda bulunması, eğer bir grev kararı alınırsa, düzen tarafından kullanılacak en önemli argüman olacak. Böylece kamu işçilerinin ortalama maaşlarının, genel ortalamadan, belki de asgari ücretle karşılaştırılarak, daha yukarıda olması gündeme getirilerek, grev gayr-ı meşru ilan edilmeye çalışacak.

Halbuki bugün her bir somut kazanım işçi sınıfı açısından önemli. İşçi sınıfının mücadele yoluyla elde edeceği her kazanım, örgütsüz kesimler açısından “olumlu” bir hava estirecek. Bu nedenle alınacak kararın “vatandaşın vergisiyle şımarıklık” olarak yansıtılmasına prim verilmemeli. Şımarıklık arayan, birden çok maaş almayı kendine hak gören “zat-ı şahanelere” baksın. Biz orada çoktan şımarıklık kotamızı doldurduk bile!

***

Görevler sadece bununla da bitmiyor. Esas mesele, bundan sonra yükselme eğilimine girebilecek tepkilerin nabzını ölçmektedir. Bugün kriz koşullarında şu ya da bu işyerinde gelişebilecek her türlü meşru mücadele biçiminin önünün açılması gerekiyor. Bunun da sendikal zeminin ötesinde bir sınıf örgütlülüğü ile karşılanabileceği diğer bir gerçek.

Geçmiş ile kıyaslandığında kamuda ya da özelde çalışan emekçilerin tepkilerinin daha az ve geçici olduğu gerçeğinden hareketle, “bu iş böyle gitmez” düşüncesini yaygınlaştırmak gerekiyor. Kamudaki toplu sözleşme görüşmelerinin ardından sınıf siyasetinin geliştireceği refleksler, bu iş böyle gitmez” düşüncesini de yaygınlaştırmak için bir olanak sağlayacak. Böylece yaklaşmakta olan diğer süreçlere, örneğin metal sektöründeki toplu sözleşme görüşmelerine, daha fazla kazanımla girmek mümkün olacak.

Öyleyse şimdi bir kez daha önümüze bakalım ve şu soruyu kendimize soralım; “sahi, bu iş böyle ne zamana kadar gider?” Eğer gitmez diyorsanız, bu düşüncenin ısrarlı ve inatçı bir takipçisi olarak yapacağınız çok şey vardır.

Bizden hatırlatması.

Notlar

[1] https://gazetemanifesto.com/2019/turk-is-grev-karari-asti-baskanlar-yasal-mecburiyet-amacimiz-grev-degil-dedi-283839/