Çanakkale Zaferi
Bazı İslamcıların Çanakkale’de “evliyanın ruhları bize yardım etti” şeklindeki zırvaları da sadece komiktir. Çanakkale’de yardıma koşan bu “evliya”, nedense birkaç ay önceki Sarıkamış felaketinde oralı olmamış. Ruhları soğukta üşüdüğü için mi yardıma gelememiş acaba?
Her yıl olduğu gibi bu yıl da 18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi anmaları Kemalistlerle İslamcılar arasında çeşitli atışmalarla geçti. Aralarındaki kavga daha ziyade Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale muharebelerindeki rolü üzerinde düğümleniyor. Yarbay Mustafa Kemal’in 18 Mart’taki deniz muharebesinde bir rolü yoktur, ancak daha sonra başlayan Gelibolu yarımadasındaki kara muharebelerinde önemli bir rol oynadığı da açıktır. Bütün Çanakkale zaferini sadece Mustafa Kemal’e atfetmek doğru olmadığı gibi Mustafa Kemal’in kendi rütbesine göre olağanüstü olan rolünü yadsımak da doğru değildir. İslamcıların Mustafa Kemal’e olan kinleri hiç şüphesiz pek sevgili hilafetlerini ortadan kaldırmış olmasından dolayıdır. Onların Mustafa Kemal düşmanlığı anlaşılır bir şey. Bazı İslamcıların Çanakkale’de “evliyanın ruhları bize yardım etti” şeklindeki zırvaları da sadece komiktir. Çanakkale’de yardıma koşan bu “evliya”, nedense birkaç ay önceki Sarıkamış felaketinde oralı olmamış. Ruhları soğukta üşüdüğü için mi yardıma gelememiş acaba?
Peki biz sosyalistler bu kavgada nerede durmalıyız? İslamcıların karşısında olduğumuz açık, ancak Çanakkale zaferi bizim için emperyalizme karşı bir yurt savunması ve Anadolu halkının zaferi midir? Hemen yanıt verelim: Tam olarak öyle değildir. Çünkü Çanakkale muharebelerinin bir parçası olduğu Birinci Dünya Savaşı’nın kendisi emperyalistler arası bir bölüşüm savaşıdır. Osmanlı devleti de bu savaşa Alman ve Avusturya emperyalizminin yanında ganimet ve fütuhattan pay almak hevesiyle katılmıştır. Nitekim Çanakkale’deki ordu komutanı Liman von Sanders adında bir Alman generali idi. Osmanlı’nın kendisi geri kalmış, yarı feodal ve ekonomik açıdan yarı sömürge görünümünde bir ülke olarak Marksist anlamda emperyalist tanımına uymaz ancak kendi içinde çeşitli ulusları ezen ve işgalci, ilhakçı, yayılmacı hevesleri olan bir imparatorluk olduğu açıktır. Ayrıca Türk-İslamcı İttihatçılığın bu savaşı fırsat bilerek, yıllardır çözülmemiş olan Ermeni sorununa nasıl bir “nihai çözüm” getirmiş olduğu da unutulmamalıdır. Yine aynı İttihatçıların 1918 yazında Rusya’daki iç savaşı fırsat bilerek Bakü’yü işgal ettiğini unutmayalım. (Çarlık Yönetiminde Kars, Ardahan, Artvin adlı kitabımda Teşkilat-ı Mahsusa çetelerinin savaşın başında daha 1914 yılı kışında Artvin, Ardahan ve Kars yöresinde işledikleri katliamları milliyetçi-dinci resmi ideolojinin çarpıtmalarını çürüterek vermeye çalıştım).
Birinci Dünya Savaşı önceleri Almanya-Avusturya ile Rusya ve müttefikleri İngiltere-Fransa arasında başlamıştı. Osmanlı görünüşte tarafsızdı. Ancak İttihatçı hükümet daha Ağustos 1914 başında Almanya ile gizli bir ittifak antlaşması imzalamıştı. 29 Ekim 1914’te Yavuz (Göben), Midilli (Breslau) ve Hamidiye zırhlıları Rusya’ya savaş ilan etmeden Rusya’nın Karadeniz limanlarını bombaladı. Midilli’nin Kerç boğazına döşediği mayınlara çarpan Yalta ve Kazbek adlı iki Rus ticari vapuru battı. Ahmet Cevat Ahundzade adlı Turancının bizim yerli faşistlerin pek sevdiği “Çırpınırdı Karadeniz” adlı şiirinde bir dörtlükte Hamidiye zırhlısının da adı geçer. Ahmet Cevat’ın Hamidiye’ye kurban ettiği Kazbek işte bu Rus ticari vapurudur! Bizim bazı faşistlerimiz de bu Rus ticari vapurunu zırhlı savaş gemisi gibi göstermeye çalışırlar. Sonuçta Osmanlı emperyalist savaşa bazı emperyalistlerin yanında ve bazı emperyalistlerin de karşısında girmiştir. Böyle bir savaşta Rusya’daki Bolşevikler kendi devletlerinin yanında olmamışlar, farklı uluslardan emekçilerin işçilerin birbiriyle savaşmasına karşı çıkmışlardır. Alman ve Fransız sosyal demokratları ise iyi bilindiği üzere kendi emperyalist devletlerinin savaş çabasını desteklemişler ve böylece proletarya enternasyonalizmine ihanet etmişlerdir. Osmanlı’da ise 1915’te cılız bir proletarya vardı, partisi de yoktu. Bizim Çanakkale’de savaşarak ölen askerlerimizin, dedelerimizin anısına saygı duyarken aynı zamanda onları emperyalistler arası bir savaşta ölüme gönderen fütuhatçı cihatçı milliyetçiliği de mahkum etmemiz gerekiyor. Unutmayalım ki Birinci Dünya Savaşı’nda 500 bin kadar askeri kaçağı vardı! Anadolu halkı bu savaşı istemedi ve fırsatını buldukça firar etti.
Kazakistan’da Nazarbayev Sonrası
Eski Sovyet cumhuriyetlerinden Kazakistan’ı 28 yıldır yöneten Nursultan Nazarbayev adlı oligarşik diktatör, geçen gün devlet başkanlığı görevinden istifa etti. Yerine senato başkanı Kasımcomart Tokayev geçti. Nazarbayev’in kızı Dariga Nazarbayev de senato başkanı oldu. Tokayev’in ilk icraatı başkent Astana’nın adını Nursultan yapmak oldu. Parlamento jet hızıyla anayasa değişikliğini onayladı. Oysa başkentin eski adı Akmola yerine Astana adını veren de yine Nursultan Nazarbayev olmuştu. “Sovyet totalitarizminden” söz eden bu piyasacı diktatör şimdi daha yaşarken kendi adını başkente vermekte sakıca görmüyor. Nazarbayev de ülkede Putin gibi oligarşik bir yağma düzeni kurmuş, Sovyet mirasını oligarklara ve yabancı sermayeye peşkeş çekmişti. Bir gecede komünizmi bırakıp demokrat olan bu diktatör, Sovyet düzeni hakkında Putin gibi çeşitli yalanlar, dezenformasyonlar üretmekte ustaydı. Oysa Sovyet düzeni olmasaydı Nursultan Nazarbayev köyünde çoban veya topraksız köylü olarak kalacaktı. Kazaklar da ayrılma hakkı olan bir cumhuriyete kavuşamayacaklardı. Sovyet iktidarı Nazarbayev’i okuttu, bürokraside işe aldı, partinin ve ülkenin başına geçirdi.
17 Mart 1991’de yapılan SSCB referandumunda öteki Orta Asya cumhuriyetleri gibi Kazakistan halkı da % 90’ları aşan ezici bir çoğunlukla SSCB’nin devam etmesinden yana oy kullanmıştı, yani bağımsızlık istememişti. Ancak Ayyaş Yeltsin, Kravçuk ve Şuşkeviç (Rusya, Ukrayna ve Belarus liderleri) kendi aralarında SSCB anayasasına darbe yaparak bu referandumun sonuçlarını tanımadılar ve SSCB’yi dağıttıklarını ilan ettiler. Bu üç cumhuriyet ayrıldıktan sonra Kazakistan dahil Orta Asya cumhuriyetleri de bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ülkede tam bir dikta rejimi kuran Nazarbayev vahşi piyasa ekonomisini uyguladı. Greve giden işçileri katlettirdi. Ülkenin dev metalürji ve enerji şirketleri yabancıların eline geçti. Nazarbayev’e bağlı rüşvetçi bürokrasi rütbesine göre yeni burjuvazinin ya kar ortağıydı ya da payını rüşvet olarak alıyordu. Madenler açısından zengin olan ve nüfusu az olan ülkede yıkımın etkileri öteki cumhuriyetlere göre daha az hissedildi. Ancak siyasi baskı ve ekonomik gerileme gittikçe arttı. Şimdi Kazakistan’da Azerbaycan’daki gibi bir oligarşik hanedan sistemi kuruldu. Kazakistan emekçilerinin kurtuluşu öteki eski Sovyet cumhuriyetlerinde olduğu gibi kapitalist oligarşiyi devirip SSCB’yi ve sosyalizmi yeniden kurmaktan geçiyor.