Nerede kalmıştık?

"Bugünkü oligarşik Rusya ile Türkiye’deki İslamcı faşist rejim arasında artık eskisinden daha çok sayıda benzerlik var. Seçimlerin güvenilmez olmasından tutun, yargının “bağımsızlığına”, üniversitelerde akademik standartların düşmesine, parayla tez yazmanın olağan hale gelmesine, meclisteki muhalefetin tamamen etkisiz olmasına dek birçok konuda bizim İslamcılar ile Moskof oligarkları benzeşiyorlar, birbirlerini gayet iyi anlıyorlar."

Daha önce soL portalda (bir kısmı Kıvılcım Çağla imzasıyla) ve ilerihaber’de yazdığım yazılara bundan sonra Gazete Manifesto’da devam edeceğim. İki haftada bir bu köşede yine ağırlıklı olarak tarih, bilim, akademi, Osmanlı, Rusya, SSCB ve sonrası konularında yazacağım.

Bugün Rusya’da, Ukrayna’da ve bütün eski Sovyet cumhuriyetlerinde aynı sınıfın iktidarı var: Sosyalizmin bin bir emekle yarattığı dev işletmelere, sermayeye, altyapıya, doğal kaynaklara el koyan yeni kapitalist sınıfın, özellikle de bu sınıfın en irilerinden oluşan oligarşinin iktidarı. Dolayısıyla sosyalistlerin örneğin Rusya ile Ukrayna oligarşileri arasındaki bir kavgada taraf tutması gerekmiyor. Her ne kadar Ukrayna tarafının ırkçı faşistlere, Nazilere, AB liberalizmine ve NATO’ya yakınlığı daha fazla ise de Putin’in ABD ve NATO ile ilkesel bir uyuşmazlığı olmadığını, sadece NATO’nun Rusya’yı tamamen parçalama isteğine karşı olduğunu unutmamamız gerekiyor. Putin’in Suriye’de cihatçılara karşı mücadelesi ve zaten Rusya’ya ait olan Kırım’ı Ukrofaşizmin elinden alması solda bir Putin sempatisi yaratmış olduğu için bu uyarıyı yapmakta yarar var. Ukrayna oligarşisinin lideri Poroşenko açıktan emperyalizmin ajanı, ancak Putin’in de oligarşinin adamı olduğu ve Amerikan emperyalizmi Rusya’yı açıkça parçalamaya çalışmadıkça emperyalizmle hiçbir sorunu olmadığı açık. Putin şimdiye dek Rusya’da bazı solcuları ve halkı kandırmayı başardı, ancak emeklilik yaşını yükselten yasayı imzalayarak içeride popülerliğini büyük ölçüde yitirdi. Her iki tarafın da halkın dikkatini iç sorunlardan ve ekonomiden uzaklaştıracak krizlere ihtiyacı var. Poroşenko’nun ayrıca yaklaşan seçimler öncesi sıkıyönetimle durumu idare etmeye çalıştığı görülüyor.

Hain Gorbaçov, Doğu Almanya’yı hiçbir güvence almadan, birleşik Almanya’nın NATO’dan çıkması koşulunu bile getirmeden Alman ve dünya kapitalizmine peşkeş çekmişti. Şimdi de Japon emperyalistleri Kuril adalarını Rusya’dan geri istiyorlar. Kuril adalarının sadece stratejik değeri var: ABD’nin füze üssü için çok uygun bir konumdalar. Bakalım Putin de Kuril adalarını Japonya’ya verecek mi? Japon NHK TV kanalında çıkan habere göre SSCB 1955’te Kuril adalarından ikisini Japonya’ya vermeyi planlamıştı (planın arkasında Molotov vardı) ancak Japonya’nın ABD’den bağımsız olması koşuluyla. Japonya’nın kapitalist hükümeti buna yanaşmadı aksine 1960’ta ABD ile imzaladığı antlaşma ile ABD’ye Japonya topraklarında askeri üs kurma izni verdi. Dolayısıyla SSCB Kuril adalarını geri vermekten vazgeçti. Uluslarası kapitalist sisteme bağlı bir Rusya’nın askeri gücü ne olursa olsun belirleyici olan üretim ilişkileridir. Kızıl Ordu dünyanın bütün ordularıyla başa çıkacak güçteydi ancak SSCB kurşun atmadan yıkılırken kılını kıpırdatmadı. Çünkü ihanet en tepedeydi ve hainler rahat çalıp rahat yaşamak için kapitalizmi istiyordu. Şimdiki Rusya oligarşisinin de ABD ve Avrupa’da yüz milyarlarca belki de trilyonlarca dolarlık serveti var. Eşleri ve çocukları oralarda yaşıyorlar. Sermaye ilişkileri Putin’den veya herhangi başka bir diktatörün emellerinden çok daha güçlüdür.

Sovyet insanlarının büyük emeklerle yarattıkları dev Sovyet işletmeleri oligarşi tarafından yağmalandı, satıldı, kapatıldı. Örneğin bugünlerde Ukrofaşizmin merkezi olan Lvov’daki bisiklet ve motosiklet fabrikası 1980’lerde yılda 300 bin adet motosiklet üretiyordu. Fabrika 1991’de bütün SSCB’nin ihtiyacını karşılıyordu. Ancak SSCB’nin yıkılması üzerine üretim hızla düştü. Eski Sovyet cumhuriyetleri arasında oluşan gümrük duvarları, tedarik zincirinin bozulması, ödemeler sisteminin dövize dayalı hale gelmesi ve fabrikanın sahipsiz kalması yani yöneticilerinin hırsızlığı yüzünden fabrika 1997-98’de tamamen kapandı. Ekipmanları satıldı. Fabrikanın bütün işçilerinin işsiz kaldığını söylemeye gerek var mı? Başka bir örnek Tacikistan Buston’daki Çkalov Otobüs Fabrikası. Bu fabrika Tacikistan-1 ve Tacikistan-2 markalı yolcu otobüsleri üretiyordu. Bu fabrika da şimdi üretim yapmıyor, troleybüslerin tamiriyle uğraşıyor. Ermenistan Erivan kamyonet fabrikası da SSCB’nin yıkılışının ardından kapanan fabrikalardan. 1987’de 16.111 adet kamyonet üreten fabrika 1995’te özelleştirildi ve 2002 yılında kapatıldı. Taganrog tarım makinaları fabrikasında 23 bin işçi çalışıyordu, bugün o da kapalı ve harabeye dönmüş durumda. Tataristan Kazan Uçak ve Helikopter Fabrikası Büyük Anayurt Savaşı sırasında ayda 350 savaş uçağı üretiyordu. Fabrika 1954’ten itibaren ihraç edilen Mi-4 helikopterlerini üretmeye başladı. 1966’dan itibaren sadece helikopter üretmeye başladı. Kazan Helikopter Fabrikası halen üretimde ve “SSCB galoştan başka bir şey üretmiyordu” diyen Putin’in oligarklarına gelir getirmeye devam ediyor. Belarus’ta sosyalizmin ekonomik mirası bir miktar korunabildiği için Caterpillar’ın rakibi BelAZ dev iş makinaları fabrikası da üretime devam ediyor. Ancak bunun gibi örnekler kapatılan fabrikaların yanında küçük bir azınlığı temsil ediyor.

1861 yılında Rusya’nın kişi başına milli geliri Almanya’nın % 40’ı ve ABD’nin % 16’sı kadardı. 1913 yılında ise bu oranlar sırayla % 32 ve % 11.5’e düştü. 1913’te Rusya nüfusu dünya nüfusunun % 9’u iken sanayi üretimi dünya sanayi üretiminin % 4’ünden biraz fazlaydı. 1980’lerin ortasında SSCB nüfusu dünya nüfusunun % 5.5’ini oluşturuyordu ancak SSCB’nin sanayi üretimi CIA verilerine göre dünya sanayi üretiminin % 14.5’ine ulaşmıştı! Yine CIA verilerine göre 1985’te SSCB’nin kişi başına milli geliri ABD’nin % 46.2’sine ulaşmıştı. (Amerikan istatistikleri ücretsiz hizmetleri hesaba katmadığı için bu sayılar gerçek durumu yansıtmaz ancak yine de bir fikir verir). Bugün ise Rusya’nın kişi başına milli geliri aynı yöntemle ölçersek ABD’nin kişi başına gelirinin % 18’ine düşmüş durumda. Rusya’nın ABD’yi solladığı bir alan varsa o da gelir dağılımı eşitsizliği. Thomas Piketty’nin araştırmalarına göre son otuz yılda gelir dağılımı eşitsizliği ABD ve Rusya’da yaklaşık olarаk aynı hızla arttı ve 2015 yılı itibariyle her ikisinde en tepedeki %10’luk kesim toplam gelirin % 45’ine sahipti. En zengin % 1’lik kesim yine her ikisinde gelirin % 20’sine sahipti. 2015’ten bu yana her ikisinde de gelir eşitsizliği arttı ve Rusya az farkla ABD’yi geçmiş durumda. Bu arada SSCB söz konusu olduğunda Piketty’nin de yalan ve dezenformasyondan ayrılmadığını not etmek gerekiyor. Kapitalist dünyada akademisyenin Marksist veya sosyalist olma hakkı vardır ancak SSCB’yi ve hele hele Stalin’i övme hakkı yoktur. Piketty, 1953’te Stalin öldüğü zaman SSCB nüfusunun % 4’ünün hapiste olduğunu yazmıştır. Gerçekte ise 1953’te SSCB nüfusu 188.1 milyon, adli ve siyasi suçlardan bütün hapishane ve kampların toplam nüfusu da 2.62 milyon idi. Dolayısıyla nüfusun % 4’ü değil, % 1.39’u hapisteydi.

Bugünkü oligarşik Rusya ile Türkiye’deki İslamcı faşist rejim arasında artık eskisinden daha çok sayıda benzerlik var. Seçimlerin güvenilmez olmasından tutun, yargının “bağımsızlığına”, üniversitelerde akademik standartların düşmesine, parayla tez yazmanın olağan hale gelmesine, meclisteki muhalefetin tamamen etkisiz olmasına dek birçok konuda bizim İslamcılar ile Moskof oligarkları benzeşiyorlar, birbirlerini gayet iyi anlıyorlar. Rusya’da parlamentodaki partilerin (Putin’in iktidar partisi Yedinaya Rossiya (Yekpare Rusya), Züganov’un sözde “komünist” özde Hristiyan sosyal-demokrat partisi KPRF, Jirinovski denen soytarının MHP benzeri faşist partisi LDPR ve Spravedlivaya Rossiya (Adil Rusya) dahil olmak üzere) gelirlerinin % 75 ile % 97’si (Rusya YSK verilerine göre) aidatlardan değil devlet bütçesinden geliyor. Oysa daha 2005 yılında bu dört partinin gelirlerinin sadece %1 ile % 6 arasındaki kısmı devlet bütçesinden sağlanıyordu. Aradan geçen 13 yılda bu sözde partilerin hepsi fiilen devlet dairesi gibi oldular. Mecliste figüran rolü oynayan sözde komünistlerin de bu gelirden vazgeçmeye niyeti yok.