Doğu Akdeniz düğümü ve Libya

Türkiye bu anlaşma ile yukarıda bahsedilen, doğalgazın İsrail’den başlayarak Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya iletilmesi projesinin bir parçası haline gelmeyi hedefliyor. Bu anlaşma ile planlanan boru hattı Türkiye’nin kıta sahanlığından geçmek durumunda kalacağı için Türkiye de Doğu Akdeniz’deki planların bir parçası haline gelmiş olacak.

Türkiye ile Libya’da başkent Trablus’un kontrolünü elinde bulunduran hükümet arasında deniz yetki alanları sınırlandırmasına dair yapılan anlaşma ile Libya’nın ve Doğu Akdeniz’in durumu bir kez daha gündemin birinci sırasına oturdu. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki durumu ve Libya ile yapılan anlaşma konusu ile ilgili pek çok gri alan bulunduğunu en baştan söylemek gerekir.

Meseleye öncelikli olarak Doğu Akdeniz’deki durumdan bahsederek başlayalım. Bu meselede gerginlik 2 önemli bölgede yoğunlaşıyor. Birincisi Kıbrıs çevresi, ikincisi ise Türkiye ve Yunanistan arasında Akdeniz’deki kıta sahanlığı tartışması.

İlk olarak Kıbrıs çevresine dair tartışmalara bakalım. 2000’li yılların başında Doğu Akdeniz’de büyük doğalgaz yatakları bulunduğu öngörüsünün ortaya atılması ve 2010 yılında bu yatakların keşfedilmesi sonrasında Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler aralarında çeşitli görüşmeler yürütmekteydi. Görüşmeler Kıbrıs Cumhuriyeti (KC) ile Mısır, Lübnan, Suriye ve İsrail ile yürütülüyordu. Bu görüşmelerde ülkeler arasında münhasır ekonomik bölge (MEB) anlaşmaları yapılmaya başlandı.

Aynı yıllarda Türkiye de harekete geçerek Kıbrıs adası çevresinde kendine ait olan MEB planlarını BM’de onaylattı. Bu sırada KKTC de TPAO’ya adanın kuzeyi, doğusu ve güneyinde arama ruhsatı verdi. İşte ilk olarak sorun burada patlak verdi. Çünkü KC ile KKTC’nin arama izni verdiği parsellerin bir kısmı kesişmektedir.

2018’de ABD, İtalya ve Fransa’ya ait sondaj gemileri, Güney Kıbrıs’ın belirlediği parsellerde doğalgaz arama faaliyetlerine başladı. Türkiye ise 2 sondaj gemisi ile aynı dönemde arama faaliyetlerini başlattı. Türkiye’nin arama yaptığı bölgede hak iddia eden KC konuyu AB’ye taşıdı. AB Türkiye’ye dönük yaptırım konusunda anlaşma sağlarken, Türkiye arama faaliyetlerini sürdürdü. Bu dönemde bölgede askeri gerginliğin de arttığını hatırlatmak gerekir.

2019 yılında ise Doğu Akdeniz Gaz Forumu kuruldu. KC, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır tarafından Kahire’de kurulan foruma Akdeniz’e kıyısı bulunan Türkiye, Suriye ve Lübnan davet edilmedi.

İkinci mesele ise Türkiye ve Yunanistan arasındaki Akdeniz’deki kıta sahanlığı tartışmasıdır. Aslında bu tartışmanın özü, Doğu Akdeniz’den çıkarılacak olan gazın Avrupa’ya hangi şekilde iletileceği konusunun bir alt başlığıdır. Mevcut plan, çıkarılacak olan gazın İsrail’den başlayarak Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya iletilmesidir.

Türkiye asıl olarak gazın Türkiye üzerinden iletilmesini istiyor. Ancak bu planın uygulanması bugünkü aşamada pek mümkün görünmediğinden, Türkiye Libya ile anlaşma yoluna gitti. Şimdi bu meseleyi biraz açalım.

İlk olarak Türkiye ve Yunanistan arasındaki Akdeniz kıta sahanlığı anlaşmazlığına değinelim. Aşağıdaki haritalarda görüleceği üzere iki ülkenin farklı iddiaları var. Yunanistan, Antalya’nın Kaş ilçesine yaklaşık 1,5 km mesafede bulunan Meis Adası üzerinden bir hak iddiasında bulunuyor. 7,3 km²’lik ada üzerinden iddia edilen kıta sahanlığına Türkiye itiraz ediyor. Türkiye, bu tip siyasi ve ekonomik olarak anakaraya bağlı ve yerleşimin az olduğu yerlerin kıta sahanlığının kendisi kadar bir alan olması gerektiği tezinden hareket ediyor. Aşağıdaki haritada Yunanistan’ın hak iddia ettiği alanlar yeşil ile boyanmıştır. Türkiye ise Yunanistan’ın Rodos, Girit ve Meis üzerinden hak iddia ettiği 104.000 km²’lik alanın kendisine ait olduğu iddiasında.

Dolayısıyla kendi kıta sahanlığı noktasında Yunanistan’a göre oldukça farklı bir harita savunan Türkiye, bu haritayı dayanak alarak Libya ile anlaşma imzaladı. Türkiye bu anlaşma ile yukarıda bahsedilen, doğalgazın İsrail’den başlayarak Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya iletilmesi projesinin bir parçası haline gelmeyi hedefliyor. Bu anlaşma ile planlanan boru hattı Türkiye’nin kıta sahanlığından geçmek durumunda kalacağı için Türkiye de Doğu Akdeniz’deki planların bir parçası haline gelmiş olacak.

Ancak bu anlaşmanın uzun vadeli bir etkisi olup olmayacağı Libya’daki duruma bağlı. Şayet Libya’da ABD, Rusya, Mısır, BAE, Suudi Arabistan ve Fransa’nın net desteğini arkasında bulunduran ve Libya’nın büyük çoğunluğunu kontrol eden Haftar ile (kırmızı bölgeler), başkent Trablus’un kontrolünü elinde bulunduran ve resmi hükümet olarak tanınan ve Türkiye ve Katar’ın desteğini alan Fayez al-Sarraj (yeşil bölgeler) arasındaki savaşın akıbetinin ne olacağı belirsizliğini koruyor. Burada Haftar’a dönük desteğin en önemli nedeni, Haftar’a bağlı güçlerin ülkenin petrol kaynaklarının büyük kısmını kontrol altında tutmasından kaynaklanıyor. Kaddafi’nin vahşice katledilmesi sonrası bir türlü bitmeyen savaş, uluslararası desteği arkasına alan Haftar ile uluslararası olarak tanınan ve Müslüman Kardeşler ile yakın ilişkileri olan Libya Başbakanı Fayez al-Sarraj arasında sürüyor.

Dolayısıyla Doğu Akdeniz’deki politikaları gereği Libya ile anlaşma yapan AKP hükümeti, şimdi de Libya’ya silah ve mühimmat sevkıyatına tam gaz devam ederken asker gönderme konusunu da gündeme getiriyor. Libya ile yapılan anlaşma ile Sevr’in yırtıp atıldığı gibi tuhaf ifadeler havada uçuşuyor.

Türkiye bir kez daha AKP’nin Orta Doğu’daki yanlış politikalarının faturasını ödemenin eşiğine gelmiş durumda. Arap Baharı süreci ile birlikte bölgedeki ülkelerin iç işlerine karışmayı kendine görev edinen AKP iktidarı bugün bölgede yalnızlaşmasının faturasını bir kez daha savaş yoluyla ekonomik krizin pençesinde boğuşan Türkiye halkına ödetmenin peşindedir.

Bunun yanında emperyalizmle tam boy işbirliği içinde olan Türkiye ve Yunanistan, Ege ve Akdeniz’de ortak hareket etme becerisini göstermemekte ısrar etmekte, iki ülke arasındaki düşmanlığı körüklemekte ve Doğu Akdeniz’deki doğalgazı emperyalizme peşkeş çekme yarışı vermektedir. Mesele doğalgazın Türkiye veya Yunanistan’a ait olup olmaması değil, mesele doğalgazı Exxon’a, Total’e, ENI’ye, Shell’e kimin peşkeş çekeceğidir.