Düzenin yolu, emekçilerin yolu
Bugün düzen siyasetinin bütün almaşıkları ortaya konulduğunda karşımıza çıkacak tablo en uç şekliyle ne olabilir? İmamoğlu’nun ya da Babacan’ın olsa olsa en fazla Türkiye’nin Çipras’ı ya da Macron’u olma olasılığı gündeme gelebilir. Her iki siyasi figürün de Yunanistan ve Fransa’da neyi değiştirdikleri ortada değil midir?
Kurtuluş Kılçer
23 Haziran’da ortaya çıkan sonucun AKP’nin mutlak olduğu düşünülen iktidarına büyük bir darbe vurduğu açık olsa gerek. Ancak AKP’nin tepetaklak yıkılacağını tez elden beklemek o kadar kolay değil. Sonun başlangıcı gibi yapılan değerlendirmelere ihtiyatla yaklaşmak gerektiği gibi; bugün AKP’nin politik olarak düzen siyasetinde doldurduğu boşluğun başka-benzer bir düzen aktörü tarafından doldurulabileceğini de bilmek gerek.
AKP’nin yaşadığı bu hezimetin nedenlerini araştırmak bizim işimiz değil. Siyasal İslamcılar başta olmak üzere düzen aktörleri bu değerlendirmeleri fazlasıyla yapacak. Tek adamcılık, kutuplaştırıcı dil, parti içinde tasfiyeler gibi onlarca argümanı sıralayacak, kendi siyasal hedeflerine malzeme yapacaklardır. Buradan düzenin daha iyi işlemesi arayışından başka bir şey çıkmaz.
Düzen tam da bunu arzulayacaktır. Karşı karşıya bulunduğu ekonomi ve dış politikayla ilgili sorunlar başta olmak üzere bir dizi başlıkta “düzende uyum”, sermaye düzeninin en büyük arayışı olacaktır. Ekonomik krizin bir siyasi krize neden olup olmayacağını göreceğiz. Öte yandan düzen, bütün aktörleriyle, iktisadi krizle birlikte bir siyasal krize sürüklenmeyi hiç ama hiç istemeyecektir. Zira bugün en fazla “tadilat”, hem AKP’nin hem de AKP karşıtı düzen güçlerinin temel derdidir. Ancak AKP eliyle kurulan gerici İkinci Cumhuriyet rejiminin yerleşme arayışları ile karşı karşıya bulunduğu sorunların bir siyasal krize neden olup olmayacağı iki farklı konudur. Şimdiden söylenmesi gereken ise sermaye düzeninde istikrar beklentisi çok gerçekçi değildir.
Bu açıdan seçim sonuçlarını iki yönlü okumakta fayda bulunuyor. İlki yukarıda ifade etmeye çalıştığımız, düzenin kendi sorunlarını aşma ihtiyacı. AKP’nin 17 yıllık iktidarının yaratmış olduğu tahribat ile aldığı yol da birbirinden ayrılarak değerlendirilmelidir. Alınan yol üzerinden ortaya çıkan tahribatın düzeltilmesi bugün düzen aktörlerinin politik çerçevesini oluşturuyor. Gül-Babacan için de, Kılıçdaroğlu-İmamoğlu için de… Herkes AKP eliyle kurulan rejimle kökten hesaplaşmayı değil, bu rejimin yol açtığı tahribatı düzeltmeyi siyasal bir program olarak önüne koymuş bulunuyor.
İkincisi ise AKP rejimine karşı tepkinin toplumsal zemini. Bu önemlidir, çünkü, bugün Ekrem İmamoğlu nezdinden ortaya çıkan sonuç aslında CHP’nin politik “programına” verilen oyları değil, toplumsal tepkinin varlığını temsil ediyor. Bu tepkinin heterojen bir ideolojik ve siyasal forma sahip olması, düzen aktörlerinin neredeyse tamamının sınırlarına işaret etmektedir.
Emekçi halkın ve ülkenin yaşadığı sorunların çözümünde “nasıl bir program” sorusu artık dünden daha fazla önem kazanmıştır. Mesele AKP eliyle kurulan başkanlık rejiminin restore edilmesinden ya da geriye götürülmesinden daha geniş bir çerçeveye sahiptir. İktisadi krizle karşı karşıya kalan sermaye düzeni aynı zamanda ideolojik bir krize de gebedir. Bu anlamıyla AKP’nin vaaz ettiği 2023 vizyonunun yolun sonuna gelmesi de Ekrem İmamoğlu’nun şahsına bağlanan değişimin içeriğinin belirsizliği de not edilmelidir. Hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi, kutuplaştırıcı dilin bitirilmesi, batı ile uyumun yeniden sağlanması; dikkat ediniz, düzenin bütün siyasi aktörlerinin söylediği çerçevedir. Türkiye siyasi tarihinde son 40 yıldır dillendirilen “demokrasi paketlerini” hatırlatan bu siyasal çerçeveye bugün Türkiye’nin sorunları sığabilir mi? Ya da tersinden AKP eliyle yaratılan tahribatın tadilatı ya da ıslahatı yeter mi diye sorulabilir.
Meselenin özünde yatan tam da budur. 23 Haziran seçim sonuçları, çok farklı saiklerle, ideolojik olarak heterojen ama AKP’nin 17 yıllık iktidarına tepkide siyasal olarak homojenleşen anlık bir fotoğraf sunmuştur. İşte bu tepki ile bu tepkinin kaynağı arasındaki bağlantı ortaya konulmak durumundadır. Verili toplumsal tepkinin 23 Haziran İstanbul seçimlerinde büyümesinin altında yatan en büyük olgu işsizlik, yoksulluk ve pahalılık olarak ortaya çıkan emekçi halkın gerçek sorunlarıdır. AKP’nin kurduğu istibdat rejimi, bir burjuva sınıf diktatörlüğü olarak duvara çarpmıştır ve en başta büyük burjuvazi, bu tepkinin düzene ve sermayeye yönelmesini hiç istemeyecektir. Ancak sorunların kaynağında tam da bu sömürü düzeni bulunmaktadır. Açıktır ki, sermaye düzeni ekonomik krizin bedelini emekçilere ödetmek isteyecek, bunun yolunu arayacak, “uyumlu” bir yönetim arayışı içinde olacaktır.
Emekçilerin derdinin kaynağı ise başkadır ve bunun gösterilmesi tam da solun görevi olarak karşımıza çıkmaktadır. Sermaye düzeni, bütün aktörleriyle, bu sorunun etrafında dolanırken, sosyalistlerin düzen aktörleri arasında tercihten neden “imtina ettiğini” bu vesileyle belirtmek gerek. Bugün asli olarak tartışılması gereken “Nasıl bir program?” sorusudur. Ya bu toplumsal tepki sömürü düzenine yönelecek ya da sömürü düzeni tarafından mas edilecek! Bu açıdan elbette ki AKP’nin geriletilmesi ve AKP’nin yaratmış olduğu tahribatın ıslah edilmesi gerek olmakla birlikte asla yetmeyecektir.
Türkiye siyasi tarihi benzer kaç örneği yaşamıştır, hatırlamak gerekmez mi? Daha fazla düşünmek ve siyasal projeksiyon yapmak için yanı başımıza bakmak yeter de artar bile. Bugün düzen siyasetinin bütün almaşıkları ortaya konulduğunda karşımıza çıkacak tablo en uç şekliyle ne olabilir? İmamoğlu’nun ya da Babacan’ın olsa olsa en fazla Türkiye’nin Çipras’ı ya da Macron’u olma olasılığı gündeme gelebilir. Her iki siyasi figürün de Yunanistan ve Fransa’da neyi değiştirdikleri ortada değil midir? Ancak düzen siyasetinde AKP hattının birden bire boşalacağını düşünmek hata olacağı gibi; CHP hattının da daha sola kayacağını beklemek afaki bir yaklaşım olacaktır. AKP eliyle kurulan İkinci Cumhuriyet rejiminde merkez eksen etrafında toplaşılan bir düzen siyaseti karşımızdadır çünkü.
Artık yeni bir Cumhuriyet talebi düne göre daha gür sesle söylenmelidir.