GÖRÜŞ | İstanbul'un 'dikey mimari'sinde suç kimde?
AKP'nin İstanbul adayı Binali Yıldırım'ın "İstanbul'un bu dikey yapılaşması"nda topu iktidarından CHP'ye atan sözlerini TMMOB İstanbul Büyükkent Şube Başkanı Esin Köymen'e sorduk. Köymen, 'dikey-yatay' tartışmasıyla konunun özünden uzaklaştırılmak istendiğine dikkat çekti ve "Mesele kamuya ait, hepimizin ortak mülkiyeti olan ne kadar alan varsa bunların yağmalanmasıdır" dedi.
Özellikle 1980 darbesinin ardından başlatılan liberal saldırı dalgasıyla birlikte tüm güzellikleri sermayenin hizmetine sunulan kentlerimizin başında şüphesiz İstanbul geliyor. Büyük kısmı denizle çevrili olan ancak özellikle son 20-30 yılda bir de içerisinde ‘beton denizi’ oluşturan sermaye odaklı politikalar tarihi kenti ne yazık ki yaşanmaz hale getirmek üzere.
Bu vahim tablonun siyasi anlamda 1 numaralı sorumlusu olan ranta ve ihaleye dayalı AKP belediyeciliğinin iflası ise bizzat Tayyip Erdoğan tarafından “Biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum” ifadeleriyle ortaya konulmuştu. İşte kenti adım adım yok oluşa götüren sürecin mimarlığını yapan bu partinin adayı Binali Yıldırım, kendisinden bu anlamda ‘rantı ve ihaleyi daha geniş bir çevreye dağıtmak’ dışında bariz bir farkı olmayan CHP’li Ekrem İmamoğlu ile çıktığı TV yayınında duyanları şaşırtacak bir laf etti. Programda dikey yapılaşmanın hem sosyalleşmeyi hem de kentin kimliğini ortadan kaldırdığından yakınan Yıldırım “İstanbul’un bu dikey yapılaşmasında ilçeler bazında 22 ilçede yoğunlaşmış ve bu 22 ilçenin 18’i CHP’li belediyeler. 4 tanesinde AK Partili belediyeler var” dedi.
Yıldırım’ın 25 yılın sorumluluğunu başka adreslere yıkarak ‘çevreci’ pozuna bürünme çabasının ciddiye alınacak bir yanının olmadığı muhakkak. Ancak konunun aslını Manifesto olarak bir de ilgili meslek odasına sorduk.
“PLANI BAKANLIK YAPIYOR”
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Esin Köymen, ‘dikey mimari’ olarak adlandırılan iş merkezi, gökdelen ve yüksek katlı binalarla ilgili Yıldırım’ın sarfettiği sözlerle ilgili ne düşündüğüne ilişkin sorumuzu şu ifadelerle yanıtladı:
“Ağırlıklı olarak yüksek yapıların olduğu yerler Çevre ve Şehircilik Bakanlığının yaptığı plan tadilatlarıyla oluyor. Bir iki örnek vereyim. Kartal’da tam deniz kenarında eski çimento fabrikasının olduğu alanı bilirsiniz. Kartal’da da iki dönemdir CHP’li belediye var. Ama oradaki plan tadilatı yapan Çevre ve Şehircilik Bakanlığıdır. Bakanlık hem nazım imar planıdır hem uygulama imar planını kendisi yapmıştır. İmar planı olan bir yerde ruhsat verme işlemleri ilçe belediyesinin yetkisindedir. Ama öyle bir değişiklik yapılmıştır ki ilçe belediyesi ruhsat vermiyorum dediğinde bakanlık ruhsat da verebilecek durumda Bakanlığın yetkilerini genişleten 644 sayılı KHK ile. İkincisi Küçükyalı Karayolları arazisi. İnanılmaz derece yoğunluklu, neredeyse 150-160 metreyi bulan yükseklikte bloklar yapılıyor ve çevredeki teşekkül ise 5 kat. Bunların plan tadilatlarını da bakanlık yapmıştır. Mesele şu: Bakanlık yeri nerede olursa olsun bütün bu kamu arazilerini özelleştirme kapsamına alıp arkasından da yüksek yoğunluklu yapılaşmalara uygun olarak bir imar planı yapıyor. Sonra söyleme sıra gelince de ‘Bunların hepsi CHP’li belediyelerin ilçe sınırlarındadır’ deyip sonunda topu taca atıyorlar. Ekran başında edilen iki cümle sizin yazdığınız sayfalarca rapordan çok daha etkili olabiliyor.”
“BU TARTIŞMA SORUNUN ÖZÜNDEN UZAKLAŞTIRIYOR”
Esin Köymen, İstanbul için sorunun ‘dikey-yatay’ tartışmasına indirgenmesini nasıl değerlendirdiğine ilişkin sorumuza ise şu yanıtı verdi:
“24 yıllık mimarım, bir de üniversite sürecimi koyarsanız neredeyse 30 yıl. Ne okulda ne sonraki meslek hayatımda dikey ve yatay mimari diye literatürde bir kavram duymadım. Bir takım kavramlar ortaya atılıyor. Sonra da biz bu kavramlar üzerinde tartışma yürütüyoruz. Sorun dikey ya da yatay mimari filan değil çünkü böyle bir kavram yok literatürde. Mesele şudur: Bu kadar parçacıl, bu kadar yağmacı bir planlamayla aslında planlama denilen birimi kenti yağmalamanın aracı haline getiren zihniyetle uğraşıyoruz. Ama bunun sonucunda ortaya çıkan bu yüksek yapılar nedeniyle tartışma birdenbire ‘yatay ve dikey mimari’ olmaya başlıyor. Aslında son derece tehlikeli ve işi özünden uzaklaştıran bir tartışma.”
“ESAS MESELE KAMUNUN YAĞMALANMASI”
Yüksek yapıların da yapılabileceğini ancak bunun planlama bütünündeki planlanan alan içerisinde belli bölgelerde olabileceğini belirten Köymen “Siz bunların hepsini tümden reddedip gözünüze kestirdiğiniz alanlara sadece yapı yapmak için bir imar planı yapıp işte onu yatayda veya düşeyde yoğunluklu olarak kullanmanız orada sadece planlama açısından yanlıştır. Mesele kamuya ait, hepimizin ortak mülkiyeti olan ne kadar alan varsa bunların yağmalanmasıdır. Kamuya ait arazileri şöyle bir tarayın İstanbul’da. Hangi sermaye grupları buralarda yüksek yapılar yapmış hepimiz biliyoruz. Kentin yağmalanması sürecinde bu bir çeşit politik akrabalıkları kalkındırma modeli haline getirildi. Bütün mesele budur.” ifadelerini kullandı.