"İçiyorsam sebebi var"

Türkiye’de siyasal iktidarın sigara ve içkiye yönelik tavrı, dine dayalı ideolojik saplantıları nedeniyle baskıcı ve yasakçı bir görünüm kazanmıştır.

“İçiyorsam sebebi var; yarınımdan ümit mi var?” nakaratıyla anılarımıza kazınmıştır rahmetli Müslüm Gürses’in ünlü şarkısı… “Bir bir yüzüme kapandı kapılar” diye de devam eder. Sosyoekonomik açıdan dışlanmışlığın üzerine bir de sevgilisi tarafından terk edilmişse “gariban”, artık tek tesellisi içki kadehleridir. Özelikle 70’li yılların şarkılarında, filmlerinde  sıkça vurgulanan “içki ve sigara” kavramları ezilmişliği, umutsuzluğu yansıtan arabesk söylemde önemli bir yer tutmuştur. Görece yoksul kesimler, içkiye ve sigaraya genelde efkar dağıtmak için  sığınır. Efkar dağıtmak yaşanmış acıları, geçim derdini, aile içi sorunları ve gelecek kaygısını hafifletmek; hatta umut tazelemek için önemli bir yoldur. Görece varsıllar için ise dumanlı içki sofraları genelde eğlenme ve sosyalleşme amacıyla kurulur. Aristokrat ve burjuva kültürünün yeme içme geleneğinden etkilenen kesimler açısından keyif verici madde seçimleri ve markaları, sosyal statüyü imlemenin de yolları olmuştur.

Öte yandan birçok içki türünün farklı ulusal kültürleri simgelediği de dünya genelinde kabul görmektedir. Örneğin tekila Meksika’yı, votka Rusya’yı, rom Jamaika’yı, viski İrlanda, İskoçya ve Amerika’yı, şarap Fransa, İtalya ve İspanya’yı, uzo Yunanistan’ı, rakı ise …..’yi çağrıştırır (Boşluğa uygun bulduğunuz bir ülkeyi yerleştirebilirsiniz).

Kim ne kadar inkar ederse etsin tüm bu içkiler aynı zamanda adı geçen ülkelerdeki baskın geleneğin bir parçasıdır. Kişisel inkar, nesnel gerçeği yok edemez! Ayrıca ülkelerin içerisindeki sınıfsal ve kültürel farklılıkların da geleneklerin çeşitlenmesinde rolü vardır.

Türkiye’de siyasal iktidarın sigara ve içkiye yönelik tavrı, dine dayalı ideolojik saplantıları nedeniyle baskıcı ve yasakçı bir görünüm kazanmıştır. Devletin en üst siyasal öznesi tarafından  21. yüzyılda islami hükümlere atıf yapılarak içkinin yanı sıra sigara da mekruh, hatta günah ve haram olarak ilan edilmiştir. Özellikle İslam devleti olarak adlandırılan Osmanlı’da bile padişahların önemli bir bölümünün zaman zaman enfiye, tütün, şarap, rakı, rom,vb. keyif verici maddeleri kullandığı; Bomonti Bira Fabrikası’nın da Padişah 2. Abdülhamit zamanında açıldığı tarihi kayıtlarda yer almaktadır (bkz. İlber Ortaylı, Rıza Zelyut). Beyaz leblebi ve rakı kardeşliği de Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk sayesinde “gelenek” haline gelmiştir.

Alkollü içecekler, ispirto derekesine indirgenerek tehlikeli kimyasal maddeler kapsamında tanımlanamaz. Bunlar, geçmişten bugüne ulaşan yerel ve evrensel kültürlerin mirası olup toplumlar tarafından yeme, içme ve eğlence ritüellerinin mütemmim cüzü olarak benimsenmiştir: Beyaz şarabın yanında ne yenir, viski ne zaman içilir, rakı kiminle içilmez gibi soruların yanıtları, toplumsal kesimlerin yeme içme geleneklerine  bakılarak bulunabilir. Ölçülü tüketimi tanımlayan sosyal içicilik olgusu da içme kültürüne özgü bir gelenektir.

Reşit bireylere dayatılan içki yasağı, insan iradesine hakarettir!

Anakronik inanç temelli yaklaşımlar, toptancı ve tepeden inme yasaklar getirerek insan iradesine ipotek koyma alışkanlığını ısrarla sürdürmektedir…Özel araçlarında sigara içenlere uygulanan cezaların yanı sıra Adana’da her yıl yapılan festivalde rakı ile ilgili reddedici tavır, bireylerin yaşam tercihlerine ve özgürlük alanlarına dönük bir ihlaldir. Gerçekte bu kısıtlamaların başlangıcı yirmibeş yıl öncesine dayanmaktadır. İstanbul Belediye Başkanı olarak göreve başlayan Erdoğan’ın ilk işlerinden biri, belediye tesislerinde içkiyi yasaklamak olmuştur. İçki yasağı, yıllar içerisinde üniversite sosyal tesisleri de dahil bir çok kurumun sosyal birimlerini kapsar hale gelmiştir. Yaklaşık on yıl öncesine kadar üniversiteler tarafından gerçekleştirilen ulusal ya da uluslararası kongrelerin kapanış yemeklerinde akademisyenlere içki ikramı yapılabiliyordu. Oysa bugün “müslüman” öğretim üyelerine Batılı ülkelerin prestijli dergilerinde uluslararası yayın yapma zorunluluğu getiren “laik” üniversite sistemimiz, artık kongre yemeklerindeki yabancı akademisyenlere bile içki yasağı uygular hale gelmiştir.

Toplu davet mekanlarında reşit bireylere dayatılan içki yasağı, her şeyden önce insan iradesine yönelik bir hakarettir. Bu bağlamda Diyanet’e şu soruyu sormak gerekir: Hatırlarsanız, 17-25 Aralık sürecinde  bazı yandaş yorumcular, yolsuzlukları yapanların günah işleme özgürlüğüne sahip olduklarını savunuyordu…O halde kişisel tercihini ve dolayısıyla kendi sağlığını ilgilendiren bir konuda bireyin “günah işleme” özgürlüğünü elinden almak “caiz” midir?

Bugünün dünyasında, yasakların arkasında akılcı bir neden yoksa insanları ikna etmek zordur. Örneğin esnafa 22.00’den sonra alkollü içki satmayı yasaklamak da akıl dışı bir uygulamadır. Saat 21.55’te dükkana giren kişi, kasa dolusu birayı satın alabilirken 22.05’te gelen, bir şişe bira bile alamamaktadır. Gelir kaybı nedeniyle bu yasağa itiraz eden esnafın feryadı da henüz duyulmamıştır.

Kuşkusuz, sigara ve içki gibi keyif verici maddelerin insan sağlığını tehdit eden zararlarını küçümsemek ve  kullanımını özendirmek akıl ve bilim dışıdır. Gerek örgün eğitim kurumları, gerekse yaygın medya organları dolayımında yurttaşlara ve özellikle gençlere ulaşarak halk sağlığını korumaya dönük bilinçlendirme programlarının yapılması laik devletlerin anayasal yükümlülüğüdür. Ne ki bu tür sorunları dinsel hükümlere dayandırarak yasakçı bir anlayışla çözmeye çalışmak Orta Çağ’a özgü bir yöntemdir. Özellikle gençler için özgürlüğü kısıtlayan yasaklar ters tepmekte, hatta kışkırtıcı olmaktadır.

Ört üstünü, yok olsun…

Üstünü örterek görünmez kılmak, dinci zihniyetin en temel yaklaşımıdır. Yıllardır çocukları ve yetişkinleri televizyonlarda dumanı tüten sigarayı mozaikleyerek koruduğunu sanmak, en hafif deyişle safdilliktir.  İnsanların çoğu ekrandaki duman görüntüsünü, mozaiklenen dudaktaki sigarayla ilişkilendirebilecek kadar ortalama bir zekaya sahiptir. Aynı sansür, içki kadehlerine de  uygulanmaktadır. Teknik olarak yapılan buzlama işleminin, izleyicileri buzlu rakıya veya buzlu viskiye özendirme olasılığı maalesef göz ardı edilmektedir(!) RTÜK çalışanlarının  televizyonlara ceza kesebilmek için değerli mesailerini buzsuz rakı ve sigaralı dudak aramakla geçirmeleri de ironiktir. Nefsi uyandırabilecek her şeyin üstünü örtme saplantısı, sosyal medyada “örtüsüz kadın perdesiz eve benzer; perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır” paylaşımını yaptıktan sonra istifa ettirilen AKP’li bir yöneticinin zihniyetinde gizlidir. Nefsi terbiye etmeyi özendirmek yerine “günaha sokacak” her şeyin üstünü örtmek insan iradesini aşağılamaktır.

Ne hikmetse aynı anlayış, “mekruh” maddelere  örtülü vergiler yoluyla zam yapmayı dinsel hükümlere aykırı görmemektedir. Tahsil edilen fahiş vergilerle tüketici “zındıklar” cezalandırılıp hazineye de “helal” gelir transferi yapılmaktadır. Görece varsıl tüketiciler, sigara ve alkollü içeceklere yasal yollardan erişirken farklı toplumsal kesimlerin alım gücüne yönelik kaçak içkiler ve uyuşturucu maddeler de  yasa dışı yollarla kullanıcılara ulaşmaktadır. Nitekim Türkiye’de  1990 yılında yaklaşık 381.200 kişide madde kullanım bozukluğu varken, 2016 yılında bu sayı 664.906 kişiye yükselmiştir. Nüfusa oranladığımız zaman ise; 1990 yılında 0,0070 olan oran, 2016 yılında 0,0082’ye kadar yükselmiştir[1].

Yasakların ve zamların genelde  alkol tüketimini azaltmadığı görülmektedir. Tütün ve Alkol Dairesi Başkanlığının verilerine göre 2018 yılında rakı tüketimi 2011 yılına göre %20 oranında azalmıştır. Ne ki bu azalmanın temel nedeni, merdiven altı ve ev içi üretimdir. Polis kayıtlarında sahte alkolden üretilen rakı nedeniyle ortaya çıkan ölümler ve ele geçirilen kaçak içki sayıları da bu durumu doğrulamaktadır. Ayrıca rakıya yapılan zamlardan sonra özellikle bira tüketimi ciddi artış göstermiştir. Tüm alkollü içeceklerin toplam iç piyasa tüketimi 2004 yılında 55 milyon 609 bin litre iken 2018 yılında 64 milyon 775 bin litreye yükselmiştir[2].

Sonuçta, siyasal iktidarın dinsel hükümlere dayandırdığı yasakçı politikalarla yurttaşları kötü alışkanlıklardan vazgeçiremediği görülmektedir. Gerçekte iktidar için dinsel hükümleri hayatın merkezine yerleştirip monarşik yapıyı pekiştirmek, toplumsal sorunları çözmekten çok daha vazgeçilmez bir hedeftir.

Öyleyse, medyadan yansıyan savaş görüntülerine, kadın cinayetlerine, ekonomik sıkıntılara, yolsuzluklara, pişkinliklere, hukuksuzluklara ve her türlü kötücül ötekileştirmelere karşın dik durabilme becerisini gösteren başta “şahsım” olmak üzere tüm ayık kafayla direnenlerin sağlığına… Cheers!

 

[1] https://www.dogrulukpayi.com/bulten/dunyada-ve-turkiye-de-uyusturucu-kullanimi

 

[2] https://www.sozcu.com.tr/2019/ekonomi/turkiye-bir-yilda-ne-kadar-raki-iciyor-5255887/

Yazarın Diğer Yazıları
Ronald-Donald döngüsü 14 Kasım 2024
Neofaşist küreselleşme 20 Eylül 2024
Kirli mahremiyet 25 Temmuz 2024