Suriye’de güvenli bölge kimin için?
Türkiye’nin Suriye’ye dönük her müdahalesi son noktada emperyalizmin onayı ya da çıkarları dahilinde olur. Bunun varacağı nokta ise Suriye’nin istikrarsızlaştırılması ve parçalanmasından başka bir anlam içermez.
Geçtiğimiz haftadan bu yana Ortadoğu ve Suriye üzerinden yaşananlar bugüne kadar ifade etmeye çalıştığımız bazı başlıkları doğrular niteliktedir.
Trump’ın deklare ettiği Suriye’den çekilme kararının tüm ABD işbirlikçilerinde sarsılma ya da yeni duruma ayak uydurma arayışını beraberinde getirdiğini, Amerikan barışı yoluna girilme ihtimalinin her geçen gün daha da güçlendiğini görmek için geçtiğimiz hafta içindeki gelişmelere bakmak bile yeterlidir.
Önce küçük bir hatırlatma: Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz haftaki Bolton ziyareti öncesinde New York Times gazetesine yazdığı makale ve bu makalede yapılan Türkiye’nin Kuzey Suriye’de kurulacak bir özerk ya da federatif yönetimin hamisi olma arayışının ortaya çıktığını ve bu bağlamda “Kürtlere” seslenme arayışının olduğunu ifade etmiştik.
Bunun ABD yönetimine verilmiş bir mesaj olduğu açık ama devamında yaşanan gelişmeler bu durumun sadece bir mesaj olmanın ötesinde Türkiye sermaye devleti ile Amerikan emperyalizmi arasındaki uyuşma haline işaret ettiği de daha açık bir gerçek olarak ortaya çıktı.
ABD Başkanı Trump’ın attığı tweetler aracılığı ile Türkiye’yi ekonomik olarak tehdit etmesi ve devamında Suriye’de güvenli bölgeyi gündeme getirmesi sonrasında Erdoğan’ın güvenli bölgeye yeşil ışık yakması işin bir tarafını oluşturuyor. Ülkemizdeki gerici sermaye iktidarı, Halep cihatçılardan Suriye ordusuna geçerken ya da AKP’nin Suriye’de cihatçılar ile yaptığı işbirliğinin darbe aldığı tüm noktalarda uçuşa yasak bölge, güvenli bölge ya da tampon bölgeyi gündeme getirmişti.
Bu bağlamda, Türkiye’yi tehdit eden ve Suriye’de ABD işbirlikçisi Kürt siyasetine sahip çıkan ABD’nin Suriye’nin kuzeyine dair güvenli bölge önerisine balıklama atlayan AKP iktidarı ve sermaye devletinin buna hazırlanmış olduğunu kestirebiliriz. O açıdan bu başlıktaki duruşları çok şaşırtıcı değil. Yapılan pazarlıkların ve bir dizi anlaşmanın sonuçlarını görmekteyiz. Her pazarlık içerisinde doğal olarak tehdit ve şantajı da içeriyor. Ancak Türkiye’nin ABD’nin stratejik müttefiki olan NATO üyesi bir ülke olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor. O açıdan tehdidin de şantajın da bir sınırı var.
Bölgedeki ABD işbirlikçiliğinin bir diğer kanadı Kürt siyasi hareketinin (Suriye’deki PYD/YPG) yaklaşımının da güvenli bölgeye onay veren bir şekilde ortaya çıkması da bu açıdan şaşırtıcı olmadı. Şimdi her iki taraf kendi cephesinden güvenli bölgeyi yorumluyor.
AKP’nin tezi, “terörizme karşı” güvenli bölge kurulması yönünde, SDG ise “Türkiye’nin işgaline karşı” güvenli bölge istediğini söylüyor. Amerikan şemsiyesi olan güvenli bölge altında buluşma böylesi bir şey olsa gerek. Amerikan barışı dendiğinde, bu durumun Hakan Fidan ve Hulusi Akar ile YPG temsilcileri arasında Suruç-Kobani sınırında yapılacak bir anlaşmanın ve el sıkışma fotoğraflarıyla ortaya çıkmasını beklemenin sınırları bulunuyor. Önemli olan nokta şöyle görünmektedir: ABD çekilirken ortaya attığı argümanlar ile tüm işbirlikçilerini aynı hattın farklı uçları üzerinde toparlamaya başlamaktadır. Emperyalizmin Suriye’yi istikrarsızlaştırmak ve parçalamak yönündeki planlarında büyük bir farklılaşma olduğunu söylemek ve ABD’nin Suriye direnişi karşısında mutlak yenilgiyi kabul ettiklerini söylemek pek mümkün değil.
Sonuçta ABD Suriye’den çekilirken, Esad yönetimine karşı olan iki unsurunu bir çizgide şimdilik buluşturmayı başarmış görünmektedir. Bu çizginin ne kadar mutlaklaşacağını, taraflardan birinin gelecekte ne kadar güç kazanacağını ya da Suriye toprakları içerisinde kimin ne düzeyde kalıcı olacağını zaman gösterecek. Kısa vadeli hedef açısından ise Suriye Türkiye sınırı üzerinde Şam yönetiminin hegemonya kurmasını engellemek için Suriye’nin kuzeyinde bir “güvenli bölge”nin şekillenmesi emperyalizm açısından bulunmaz nimet olsa gerek.
Bu noktada ABD’nin çekilmesi üzerinden birkaç değerlendirmenin altını çizmek gerekiyor.
ABD tarafından siyasi ve askeri olarak desteklenen Suriye’deki Kürt siyasi hareketinin emperyalizm ile yapısal bağları şekillenmiştir. Bunun geriye dönüşü oldukça zor görünmektedir. Elbette emperyalizmin bölgeden kovulması tüm ilericilerin isteyeceği ve mücadele başlığı olarak görülmesi gereken önemli noktalardan bir tanesidir. Bu bahiste, Suriye direnişinin rolünü, önemini ve anlamını görmezden gelmek, meseleyi sadece ABD’nin Kürt hareketini yalnız bırakması çerçevesinden değerlendirmek eksikli hatta hatalıdır.
Daha geniş çerçeveden değerlendirmek gerekirse ABD Suriye’deki Kürtleri bir anlamda ortada bırakırken, onlara bölgede yeni misyonlar biçilebilecek bir düzlemin inşasına girişmiştir. Tersi taraftan, “yerlilik ve millilik” üzerinden hamaseti yükselten ama mesele işbirlikçilik olunca yelkenleri eninde sonunda suya indiren ülkemizdeki sermaye iktidarı ve siyasi temsilcileri için de emperyalizmle ilişkiler bağlamında bu düzlem kullanılabilir görünmektedir. Erdoğan’ın Suriye’ye iki katlı TOKİ inşaatları yapma hayalleri biraz da bunun parçası olsa gerek.
Çekilme kararının hemen sonrasında PYD ve YPG temsilcilerinin Şam ile başlattıkları müzakerelerin de emperyalizmin çeşitli tercihlerinden bağımsız görülmesi çok mümkün değil. İçerik olarak tartışılan başlıkları (adem-i merkeziyetçi bir yönetim, Kürtçe’nin ikinci dil olarak Suriye’de kabul edilmesi, YPG’nin Suriye ordusunun çatısı altına girmesi ve YPG’nin kontrol ettiği alanlardaki doğal kaynaklardan pay talebi vb…) başka bir yazının ya da değerlendirmenin konusu yapabiliriz. Ancak çekilme kararının hemen sonrasında öncelikle Menbiç’in, devamında ise Türkiye-Suriye sınırının kontrolü konusunda Esad yönetiminin talebi emperyalizmin çeşitli manevraları ve işbirlikçileri sayesinde güvenli bölgeye doğru taşınmış oldu. Bu saatten sonra Salih Müslüm çıkıp “Güvenli bölge olsun ama Türkiye girmesin, Birleşmiş Milletler’in kontrolüne verilsin” dese (ki dedi) bunun etkisi ne olur? O yüzden bir kere daha şu yakıcı soruyu sormak gerekiyor: Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyor muyuz?
Ek olarak, emperyalizmin bölgede Rusya ile yürüttüğü mesainin elbette çeşitli sonuçları vardır ya da olacaktır. Bununla birlikte Kürt sorununun aynı zamanda emperyalizmin İran’a dönük politikalarının bileşkesinde yer aldığını unutmamak gerekiyor. Emperyalizm açısından İran’ın etkinliğinin kırılması için yakalanması gereken hat Suriye’deki direnişin zayıflatılması ve siyasi iktidarın istikrarsızlaştırması olmaya devam edecek.
Daha önce de söyledik. Türkiye’nin Suriye’ye dönük her müdahalesi son noktada emperyalizmin onayı ya da çıkarları dahilinde olur. Bunun varacağı nokta ise Suriye’nin istikrarsızlaştırılması ve parçalanmasından başka bir anlam içermez.
Bir de şunu söyledik: Emperyalizmin Kürt hareketi ile ittifakı Suriye’nin ikinci bir Irak olmasından başka bir anlam içermiyor. Yani yukarıda yazdığımızın bir diğer veçhesini oluşturuyor.
Amerikan şemsiyesi derken tam da bundan bahsediyoruz. O yüzden çok uzaklara gitmeye gerek bulunmuyor.