Kapıdaki düşman: Türkiye’yi bekleyen cihatçı tehlikesi
Meşru Suriye hükümeti ile masaya oturmak yerine emperyalistlerin ve Siyonist İsrail yönetiminin çıkarları uğruna siz bu çeteleri desteklerseniz, “güvenli bölge” adı altında ABD’nin bölgeye yerleşmesine müsaade ederseniz, hem ülkemizin ulusal çıkarlarını hiçe saymış olursunuz hem de bu ülkeyi ateşe atarsınız.
Alev Doğan
Suriye’deki emperyalist işgal, ülkemiz adına, kimin gerçekten bu ülkenin bağımsızlığını düşündüğünü, bunun için mücadele ettiğini, kiminse ABD’nin başını çektiği emperyalist blokun çıkarları uğruna çalıştığını göstermesi açısından aslında adı konulmamış bir sınav. Tablo çok net kısacası, haliyle bu durumda kimin nerede durduğu da kolayca anlaşılabiliyor. İstediğiniz kadar takiye yapabilirsiniz, istediğiniz kadar kurduğunuz kirli ilişkileri meşrulaştırmaya çalışabilirsiniz, istediğiniz yalanı istediğiniz şekilde servis edebilirsiniz; günün sonunda geriye yanıt vermeniz gereken tek bir soru kalıyor; emperyalizmin karşısında mısınız, değil misiniz?
CİHATÇILAR SINIRA YIĞILIYOR
Suriye devlet başkanı Beşşar Esad’ın, AKP iktidarının cihatçı çetelere yaptığı yardıma ilişkin sarf ettiği “Terörü bir kart gibi cebinize koyamazsınız, çünkü terör akrep gibidir. Cebinize koyarsanız, ilk fırsatta sizi sokacaktır” cümlesi sanıyoruz geçtiğimiz hafta yaşananların bir özeti niteliğindeydi.
Suriye ordusunun kendi ülkesini temizlemek için yaptığı operasyonlardan kaçan ağırlığını ÖSO ve El Nusra’nın oluşturduğu binlerce militan, Türkiye’ye girmek için sınır kapısına dayandı. Kamuoyunda “besle kargayı yaksın posterini” şeklindeki imalarla tanımlanan bu “eylemin” önümüzdeki günlerde yaşanacak olası bir “barbar istilasının” bir önizlemesi olduğu herkesin kafasındaki ortak soru işareti malum. Nasıl olmasın; portföylerinde “kafa kesme, kadınları köle pazarında alıp satma, tecavüz, katliam” gibi “icraatlar” bulunan, bir şeriat devleti kurmak istediğini açıkça beyan eden bunun için cihat yapan bir hayli kalabalık, organize ve silahlı bir toplamdan bahsediyoruz. Hadi sayı da verelim konuyla ilgili; 40-60 bin arası değişen bir toplamdan. Peki örneğin bu durumda Suriye’yi kendi ülkesini bu barbarlardan temizlediği için suçlayabilir misiniz? Suçlayamazsınız. AKP iktidarının bu militanları eğitip, donatmasını yalnızca “dış politikada yapılan bir yanlış” olarak tanımlayabilir misiniz? Tanımlayamazsınız çünkü ortada bir yanlış yok bir tercih var.
Bu işgalin siyasi temsiliyetini üstlenen, İhvancıların ana gövdesini oluşturduğu “Suriye Ulusal Konseyi” genel merkezi olarak İstanbul’u adres gösteriyor ise, gerici vakıflar dernekler bu çetelere “yardım” adı altında tırlarla silah gönderiyorsa, dinci-liberal koronun kalemşorları bu barbar istilasını “devrim” diye pazarlıyorsa ortada bir yanlış değil bir tercih vardır.
Meşru Suriye hükümeti ile masaya oturmak yerine emperyalistlerin ve Siyonist İsrail yönetiminin çıkarları uğruna siz bu çeteleri desteklerseniz, “güvenli bölge” adı altında ABD’nin bölgeye yerleşmesine müsaade ederseniz, hem ülkemizin ulusal çıkarlarını hiçe saymış olursunuz hem de bu ülkeyi ateşe atarsınız.
CİHATÇILARDAN AKP’YE ÇAĞRI
İbretlik bir vaka olarak burada dursun; Anadolu Ajansı geçtiğimiz hafta yaşanan krizi istediği kadar “İdlib’deki siviller Rusya ve rejimi protesto etti” şeklinde servis etsin cihatçı militanların kendi haber kaynaklarına yükledikleri videolarda “Türkiye bizi yalnız bıraktı, biz onların yardımıyla İdlib’i geri almak istiyoruz” açıklamaları hala en çok izlenenler arasında. AKP iktidarı dilediği kadar “yerli ve milli” nutukları atabilir, istediği kadar çubuğu dış mihraklara bükebilir. Ancak ortada değiştirilemeyecek bir gerçek vardır, o da Suriye’deki yıkımın baş mimarlarından biri olduğudur. Ve bugün bu tercihin bedeli, yine biz emekçilere ödetilmeye çalışılmaktadır.
Peki Türkiye bu belayı savuşturmak için ne yapmalıdır? Buradan bu belayı ve daha nicelerini başımıza ören AKP iktidarından medet umacak değiliz. Suriye’yi kana bulayan cihatçı çetelerin hamisi, Suriye Ulusal Konseyi denen garabetin ideolojik kardeşi, sapına kadar Amerikancı, sapına kadar piyasacı AKP iktidarının ateşe attığı Türkiye’yi kurtaracak olan ferasetine her zaman güvenilmesi gereken bu ülkenin emekçi halkıdır.
SONUÇ YERİNE
Hazır konu Suriye’den ve Türkiye’nin önünde duran tehlikeden açılmışken, kapanışı geride bıraktığımız 1 Eylül Dünya Barış Günü ile yapalım. Çünkü barış denen şey, envai çeşit dilde barış yazarak gelmez, barış mücadele ederek, silahları emperyalizme doğrultarak gelir. Barışın karşısındaki en büyük tehlike, bugün gerek Fırat’ın doğusunda Kürt siyasi hareketi ile gerek Fırat’ın batısında AKP iktidarı ile iş tutarak bölgede kalıcı hale gelmeye çalışan emperyalizmdir. Barışın tesis edilmesi ancak bu belanın savuşturulması ile mümkündür.