Komünistleri eleştirmenin hafifliği

Herkes kendi zeminine bakmalı. Burjuva siyasetindeki her oynama, üzerinde durdukları zemini oynattıkça sağa sola savrulanların ve savrulmaya devam edenlerin, Dersim-Tunceli tartışması üzerinden ayar verme girişiminin altının ne kadar boş olduğu da görülmektedir.

Kurtuluş Kılçer

“Tunceli mi Dersim mi” tartışması, yenilenen İstanbul seçimleri ile birlikte, Türkiye siyasi gündeminin önemli başlıklarından birisi oldu. Bu gündem tek başına siyasal bir tartışma olmanın ötesinde, ideolojik boyutu itibariyle de etkili olmuş; ülkenin siyasi, ideolojik ve tarihsel okumasında da turnusol kağıdı işlevi görmüştür.

Ancak bu tartışmanın verdiği zarara ilişkin önemli bir boyut bulunuyor. Öncelikle bu noktaya değinmek gerek. O da; Türkiye’de sağın olanca kasvetiyle ülkenin üstüne çöktüğü bu karanlıkta, Ovacık deneyiminin yaratmış olduğu umudun üzerini örtme riski. Ovacık deneyimi olarak ifade edilen sosyalist belediyeciliğin, bir umut ve alternatif olarak toplumsal etkisinin daha da güçlendirilmesi gereken içinden geçtiğimiz kesitte, bu tartışma Ovacık deneyiminin yaratmış olduğu etkiyi gölgelememeli, asli olarak yapılması gereken sosyalist görevlerin önemini ve önceliğini ise azaltmamalı.

Yapılan tartışmaların satır araları okunduğunda, Ovacık’ta sosyalist belediyecilik deneyimine “laf eden” fırsatçılık hemen göze çarpacaktır . Ovacık’ta ortaya çıkan sosyalist belediyecilik deneyimi, aynı zamanda, komünizm korkusunu bir kez daha depreştirmiş olmalı ki, Dersim-Tunceli tartışması kılıfı üzerinden sol ve sosyalizm düşmanlığına varacak ithamlar kelime aralarında ya da alenen yapılmaya çalışıldı.

“Devlete başkaldırı” diyerek bugün AKP payandalığının üzerini örtmeye çalışan MHP liderinin faşizan söylemlerinin altındaki sol düşmanlığı kimseyi şaşırtmadı. (“Devlete başkaldırı” arayacaksa en fazla 1923 Cumhuriyeti’ni yıkan ortağı AKP’ye bakması  yeter de artar bile.) Burada asıl vurgulamak istediğimiz nokta ise yalnızca MHP liderinin değil başkalarının da “sosyalist belediyecilikle” bir derdi olmasıymış!

Genel olarak dinciliğin, faşizmin ve sağın anti-komünizm histerisi depreşmiş, liberaller ve ulusalcılar da bu koroya katılmış gibi.

Liberallerin, bu gündem üzerinden komünistleri işaret edip, güya komünistlerin totaliter rejimleri temsil ettiğini söylemeye kadar işi vardırması, meselenin tek başına Dersim-Tunceli tartışması olmadığını yeterince göstermiyor mu? Liberaller, yetmez ama evet diyerek “demokrasi” geleceğini zannetmişlerdi. Sabah akşam Cumhuriyet ve Kemalizm düşmanlığı yapanların, aynı tarih okumasına sahip gericiler tarafından kenara ve hapse atılmalarının yaratmış olduğu hayal kırıklığından olacak, Dersim-Tunceli gündemi üzerinden yine komünistlerle uğraşması kendilerini “hatırlatma gayesi” olabilir mi? “Liberal siyasetin yasak komünist siyasetin serbest olduğunu” söyleyecek kadar kendinden geçme haline ne demeli?

“Bulgur-mercimek komünisti” gibi küçümseyici ifadelerin ise kimi ulusal solcu diye bildiğimiz kesimlerden gelmesi, şaşırtıcı ve ibretlik sayılmalı. Daha önce de benzer küçümseyici ifadelerin Kürt siyasetinden geldiğini hatırlayınca uzlaşmaz denilen kesimlerin söz konusu “sosyalist belediyecilik” olduğunda birbirlerine benzediklerini görmek daha da şaşırtıcı! Eksikli bulup bulmamak, eleştirmek ayrı ama aşağılamak başka bir şey…

Ancak bütün bunlar bir yana bu tartışmanın ideolojik bir boyut taşıması, solculuk adına turnusol kağıdı işlevi görmüştür. Sosyalistleri “hizaya getirmeye” çalışan “muhalefetin” kendisine bakmadan yazıp çizdikleri ülkemizde yüzü sola dönük kesimler açısından da dikkatli bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

Meselemiz Tunceli ve Dersim tartışması değildir. Ancak bu tartışma üzerinden komünistleri suçlayıcı ithamların zemini masaya yatırılmalıdır. Bu tartışma geçer, başka bir tartışma çıkar; ama bu zemin masaya yatırılmadan solculuk yapılmasına prim verilmemelidir. Bugün bu tartışma bir kez daha göstermiştir ki kimse kendi zeminine bakmadan, yaptıklarının söyledikleriyle çelişik olup olmadığını hesap etmeden komünistleri “hizaya getirme” derdine düşmüş.

Önce herkes kendi zeminine, ne yapıp ne yapmadığına bakmak durumundadır. Kimse, komünistleri “hizaya getirmeye” çalışarak, sağa sola çekiştirerek ya da fırsat bu fırsat diyerek aleni ya da satır aralarında eleştiri adıyla saldırı oklarını atıvererek kendisini meşrulaştırma gayretine girmemelidir.

Çünkü meselemiz tam da ‘nasıl bir mücadele hattı’ örüleceği meselesidir.

Bugün emperyalizmin bölge ve ülkemizdeki açık tehdidi üzerinden faşist MHP ve gerici AKP ile ittifak gerekliliğini politik bir tutum olarak önerip Türkiye ittifakı adıyla AKP-CHP ya da AKP-CHP-MHP ittifakını gündeme getirenlerin komünistlere laf yetiştirmesinde tuhaflık yok mu? Solculuk bu mudur?

Dün AKP’nin en büyük destekçisi olan liberallerin, AKP’nin baskıcı politikalarının kendilerine de yönelmesi karşısında bugün CHP’ye dört elle sarılıp; Dersim gündemi üzerinden ise Kemalizmle ve Cumhuriyetle hesaplaşma adına komünistlere laf yetiştirmesinde bir tuhaflık yok mu? Muhaliflik bu mudur?

Avrupa Birliği emperyalizmine hayırhah bakıp Kürt sorununda ABD emperyalizminin rolünü normal karşılayanların, kimlik siyasetini baş tacı edip Dersim katliamında CHP’yi suçlayıp ama bugün CHP’yle ortaklık kuranların ve yarın çözüm süreci geldiğinde AKP ile yan yana yürünebileceğini hissettirenlerin komünistlere laf yetiştirmesinde tuhaflık yok mu? Tutarlılık bu mudur?

Daha dün CHP’nin faşist adayını açıkça destekleyeceklerini ilan edenlerin bugün “Dersimci” kesilerek komünistlere laf yetiştirmeye çalışmasında bir tuhaflık yok mu? Devrimcilik bu mudur?

Herkes kendi zeminine bakmalı. Burjuva siyasetindeki her oynama, üzerinde durdukları zemini oynattıkça sağa sola savrulanların ve savrulmaya devam edenlerin, Dersim-Tunceli tartışması üzerinden ayar verme girişiminin altının ne kadar boş olduğu da görülmektedir.

Önce doğruda durmak gerek; meselemiz bağımsız sosyalist odağın yaratılmasıyla eğer, bir kez daha düşünmek gerek.

Komünistlerin durduğu yer bir kez daha bozulmuş ideolojik ve siyasi haritayı sarsmaktadır ve herkes kendi konumunu basit polemiklerle meşrulaştırma derdine düşmektedir. Herkes önce kendine bakmalı, komünistlere edilecek sözler ondan sonra tartılarak söylenmelidir.

Bütün bu tartışmalar bir kez daha komünistlerin ideolojik gücünü göstermektedir. Toplumsal anlamda işçi sınıfı siyaseti devrimci bir güç haline gelinceye kadar, bazıları düzenin kum havuzunda siyaset yapmaya devam edebilirler. Bizim işimiz de hattımız da programımız da başka!